Lerzan Öke

O deli değil, sanatçı galiba, ama biraz uçuk


Fitaş Filmcilik A.Ş.’de çalıştığım yıllarda hastalanarak firma tarafından hava tebdili olarak evvela Bursa Çelik Palas Oteli’ne daha sonra Uludağ Büyük Otele gönderilmiş ve annemle birlikte gittiğimiz bu yerlerin birincisini yoğun sis ve boğucu bir hava var gerekçesi ile Uludağ Oteli’ni ise yüksek rakımdan dolayı nefes almakta zorluk çekiyorum bahanesi ile terk etmiş, Uludağ’dan 200 metre aşağıda Beceren Motel’e yerleşmiştik.
Aslında hakiki sebep, geçirdiğim sürmenaj nedeni ile dökülen saçlarıma annemin sürdüğü kafur ruhu adında berbat ve keskin kokan bir ilaçtı. Her gittiğimiz yeri geçtiğimiz koridorları bile kokutuyorduk. Yani, bu bir nevi kaçıştı. Ama son durağımız nefis bir yerdi. Motel sahipleri gencecik bir çiftti. Rahatsızlığımı öğrendiklerinde gereken her şeyi, her ricamı yerine getiriyorlardı.
Bulunduğu semtin adını taşıyan Beceren Motel müşterilerini yerliden ziyade yabancı turistler oluşturuyordu. Bu da, İngilizcemi ilerletmek açısından işime geliyor ve rahatsızlığımı öğrendiklerinde bana olan müşfik davranışları ve ilaç kokusundan rahatsız olmayışları ile burada 15 gün rahatsız edilmeden kalmıştık.

Hele dünyanın hiçbir yerinde göremediğim güzellikteki güneşin batışını buradan izlemek benim için ayrı bir ilaç ve şifa olmuştu. Güneş sanki benim hizamda batıyordu ve yavaş yavaş yürüyerek içine girmeye çalıştığımı zannettiğim ateş çemberi halindeki kızıl halka sanki beni kucaklıyordu. Bu o kadar ilginç bir andı ki, bu olağan üstü güzellik karşısında mutluluğumdan ağlamaya başlıyor ve ağladıkça da kafamdaki sorunları bir bir atıyor ve yeniden hayata bağlanıyordum.
Kolum, kanadım kırık bir vaziyette geldiğim Beceren’de artık iyileşmeye başlamış ve sanatsal bir şeyler yapma ihtiyacının hissi ve araştırısı içersinde motelin bahçesinde bir yığın değişik renkten oluşan bira şilelerini ve bir kırık su testisini görmüş ve bir anda ne yapacağımı planlayarak motel sahiplerinden bir çuval, zımpara kâğıdı, spa-tula, bir keser, biraz çimento ve biraz kum bulup bana vermelerini istemiştim. Motel sahipleri biraz şaşkın ve biraz da ürkerek taleplerimi karşılamaya çalışıyorlardı. Çok enteransandır ki; yerli müşterilerin aralarında mütalaa yürüterek "o deli değil, sanatçı galiba ama biraz uçuk” dediklerini sonradan öğrenmiştim. 
Yabancı müşterilerin çoğu yanımda yerlerini almışlar ve ne yapacağımı merakla izliyorlardı. Ben de yaratana sığınıp, seyircilerime mahcup olmamak için içimden dua ederek şişeleri çuvalın içine doldurup keserle kırmaya başlamıştım. Hatta, becerikli ve hevesli olduğunu gördüğüm bir turistin eline zımparayı vererek testinin kırık yerlerini ka-visli bir şekilde sanki özellikle böyle imal edilmişçesine zımparalamasını rica ederek motel müşterisinin bu sanatsal olaya katılmasını da sağlamış oldum. Bir taraftan geniş bir kap içinde suya yatırılan, zımpara ile şekillendirilmiş kulplu testinin gözeneklerinin genişlemesini beklerken, bir başka plastik kapta hazırladığım çimento ve kumdan oluşan harcı ıslak testi üzerine spatula ile uygulayıp çuval içerisinde kırmış olduğum renkli bira şişesi kırıklarının en biçimlilerini testi üzerinde ahenk yaratacak biçimde etli bir tabaka sürdüğüm çimento ve kumdan mamul harcın üzerine monte etmeye başlamıştım. Ancak testi yuvarlak hatlara sahip olduğundan bu işlem küçük bölümler halinde yapılmak ve yapılan yerlerinde bir gün bekletilerek devamlı sulanması gerektiğinden bir hafta sürmüş ve tam motelden ayrılacağımız gün yerli ve yabancı seyircilerimin alkışları ile sona ererek motel sahiplerine hediye etmiştim.
Motelin sahipleri bu neticeden o kadar mutlu olmuşlardı ki, benden 15 günlük tüm masraflarımızı bile almamaya kalktılar. Ancak beni buraya yollayan firmanın masraflarımızı karşıladığını öğrenerek bu teklifi geri aldılar.
Fitaş’taki işimin başına iyileşmiş olarak döndüğümün sanıyorum 10 veya 11 gün sonrasıydı. Benden sonra izne çıkmış olan bir kız arkadaşımız Fitaş’taki görevine dönmüş ve bana; tesadüf aynı yere gittiğinden, ballandıra ballandıra anlatıyor. Beceren Moteli ve oradaki bir sanatçının yaptığı seramiği anlatıp "sen kendini seramikçi sanıyorsun, git de gör insanlar neler yapıyor” dedi.
"İltifatına teşekkür ederim, zira o seramiği ben yaptım” dediğimde arkadaşımın yüzü yıllar sonra bile gözümün önüne geliyor.
Yıllar evvel hasta olduğum bir gün yattığım yerden gözüken ve yapımı gözlerimin önünde üreyen bir inşaatı seyrederken aklıma takılan bu çalışma sistemini, ölçüleri minimuma indirerek ben niye seramik çalışmalarımda kullanmayayım diye düşünmüş ve işte ilk uygulamayı da burada gerçekleştirmiştim. Bu benim çimento-seramik ilk çalışmam olmuştu. İşlem küçük formlar üzerinde daha zor fakat aynıydı. İleride bu konuyu küçük çanak çömlek olayından çıkarıp mimariye sokup geniş yüzeyleri bu defa çimentoya oksit boyalar katarak bir ressam gibi resimlemek asıl idealimdi. Nitekim Mecidiyeköy Lisesi’ni (1966), Taksim’deki Keban Oteli’ ni ve Hollanda’da (1967) İstanbul adlı bir gece kulübünü süsleyerek bu buluşumu gerçekleştirmiş, hâttâ Türkiye’nin ilk kadın müteahhidi bile olmuştum. (Mecidiyeköy Li-sesi’ndeki çalışmaya ihale yolu ile girildi.)


YORUM YAP