Ali Gülcü

BİLMEDEN...


Geçen gece olta attığımız derme çatma iskelenin altından, yıllar önce, üniversite sınavına hazırlanırken, kafalarını dağıtmak için evden çıkmış, bir daha da geri dönmemiş, Şarköylü; Meral ve Nefise adlı iki kızın kemikleri çıkmış…
Gazetede görünce şok oldum!
Kızların biri 19 diğeri 17 yaşındaymış…

Bugün; beyaza boyalı bağ evini, kumsala çekilip, unutulmuş, çürümeye yüz tutmuş, kayığı… Dünyada kötülük yokmuş gibi, meyve ağaçlarını, denizle buluşan ayazmanın berrak suyunu, çakıl taşlarını, ayı, yıldızları, midyeleri, sıkıntılı anlarda düşünüp keyif aldığım ne varsa yazacaktım ki, ruh hali bana yakın olanlar okuduğun da azıcık ferahlasın…
Ne mümkün?

İyiler ve kötülerin savaşındaki adaleti anlamam mümkün değil…
Kurcalamaktan, üzerine düşünmekten sorgulamaktan yoruldum işin açığı…
Dünyanın tüm bilinmeyenlerini çözmüş gibi davranan, filozof görünüşlü soytarılardan da, etraflarında el pençe divan duran şakşakçılardan da bıktım!
Kim neye, nasıl inanıyorsa, öyle!

Suçlu veya suçluları arıyorlarmış…

Bulsalar ne olacak?
Hangi ceza geri getirir iki canı ve hangi hüküm, su serper ailelerin yüreğine?
Kızlardan birinin çene kemiği bulunduğun da, DNA testi yapıldığın da, kimliği tespit edildiğin de bile babası; " Ben hala umudumu yitirmedim” demiş…
Yalnızca o adsız sansız küçük şehzadeyi unutamıyorum;
Gelen cellâtlara mangaldaki kestaneleri göstererek; " Biraz bekleyemez misiniz?” diyor, " Şimdi pişer, size de ikram ederim.” *
Bulmasalar daha mı iyiydi diye geçiriyorum içimden.
Umut devam etseydi; bir yerlerde yaşıyordur… Zamanı gelince arar, çıkar gelir…
Bilmeden, iskelede olta atmayı sürdürseydim…


* Selim İleri’nin Mel’un adlı kitabından alınmıştır…


YORUM YAP