Ali Gülcü

Balıkçı

Ölmemişti daha, tüm insanlar gibi ne zaman öleceğini de bilmiyordu.

Denize çıkamadığı günlerde sabahtan akşama kadar çay içer belgesel izlerdi.

“Olacak iş değil Alicim, kurtlar sürünün en zayıfına saldırıyor! Ne biliyorlar güçsüzü? Diğerleri gibi yürüyor o da!”

“Korkunun kokusunu alıyorlardır belki ağabey?”

Gülüyor, “hangi kitapta yazıyor bu?”

“Bilmem, sen söyleyince aklıma geldi.”

“Korku kokmaz ki! Üzerine siner.”

“Nereden biliyorsun?”

“Kendimden!”

Saklanışları, kalabalıklardan uzak duruşları, yalnızlığı bundan mıydı hep?

“Doğa da güçlünün yanında desene?”

Timsahlara, aslanlara, diğerlerinden kuvvetli ne varsa hepsine çok kızardı.

Küfretmezdi, gerektiğinde ben onun yerine de söverdim.

Başına ne gelirse gelsin ne yaşarsa yaşasın isyan ettiğine de şahit olmadım. Küsenlerdendi, kalbi kırılınca susanlardan, görmezden, duymazdan gelenlerden, anlamamış gibi yapanlardan, içine dönenlerden, hatayı kendinde arayanlardan…

Dikili ağacı olmadığı gibi cebinde parası da bulunmazdı pek. Fakirliği dert ettiği de yoktu. Konusu açılınca güler, geçerdi.

Belki de ben öyle olduğunu zannederdim!

Şu uzaydan bakılınca küçücük, üzerinde yaşayanlara sorarsan uçsuz bucaksız, hızla yeşilden siyaha dönen dünyada değil de kahramanları başka, iyi insanların sürekli birbirine gülümsediği mavi bir kürede yaşıyor gibiydi.

“Nasip” derdi. Anlardım ki öfkelenmiş. “Nasip ulan!”

Daha hızlı çekerdi otuzüçlük deve kemiği tespihi.

Tespih tanelerinin sesi yarlardan, kayalıklardan yankı yapar geri dönerdi sanki. Şak, şak şak…

Teknede sabahladığımız bazı geceler efkarlanır, anlatırdı. Konuşmaya başladığı zaman soru sormazsa bitene kadar susmam gerektiğini bilirdim.

“Annem ben altı yaşındayken hastalıktan ölmüş. Hayal, meyal hatırlıyorum. Ağzı var dili yok bir kadıncağızdı, nur içinde yatsın rahmetli. Ömründe iki tane fotoğraf çektirmiş. Biri babamla nikahı kıyıldığı gün. Biri de tarlada, köyde yaşıyorduk o zaman. Öğretmen çekmiş. Şalvarı, gömleği, terlikleri… Gülümsemeye çalmışmış onu da becerememiş. Hayat değil mi Ali?”

“Öyle ağabey!”

“Dudaklarında yara gibi, sızı gibi öyle eğreti durmuş. Gözlerini kısmış, bakmış. Büyüttüm o fotoğrafı, çerçevelettim, cam bile yaptırdım. Arada dertleşiriz. Bazı bazı görüyor mu acaba beni diye düşünüyorum. Olur mu olur!”

Muhtar çakmağı, boş bir cüzdan, ortası bantlanmış kırık bir gözlük, deve kemiği otuzüçlük tespih kaldı ondan geriye.

Sözde Oya Aydoğan'ı görmeye gidecektik!

Eskiden gazeteler sanatçıların tam sayfa posterlerini verirlerdi. Kahvehanelere asan da olurdu, birahanelere asan da. Bahar Öztan, Banu Alkan, Serpil Çakmaklı…

O tarihlerden kalma bir Oya Aydoğan posterini (mayolu) katlamış takım çantasının dibine saklamış bu!

 

Bir gece lambalıya gittik, zoka ararken buluverdim.

Gösterince utandı. Bir şey diyecek oldu, diyemedi de.

Ben de utandım. Biri sırrını söyleyince siz de sırrınızı söylemek zorunda hissedersiniz ya!

“Bende de Aydan Şener'in var” dedim.

Yoktu aslında.

“Sen gördün mü Aydan Şener'i”

“Gerçeğini mi?”

“Evet.”

“Yok görmedim. Dizilerden, filmlerden falan işte.”

Aniden sorunca kabahat işlemiş gibi kısık çıkmıştı sesim, ezik hissetmiştim.

“Sen Oya Aydoğan'ı gördün mü!?”

Dudaklarını büzüştürdü, bir sigara yaktı, bana da tuttu, daldı.

“Gördüm sanki!”

“Sanki?”

“Beyoğlu'nda…Benzetmiş de olabilirim. Güzel kadın değil mi?

“…”

Dizilerde oynayan bir Memik Dede var.

Memik Dede'nin de Yeniçiftlik'te benim olta attığım sahilde, bahçesi büyük, duvarları yüksek, ağacı bol yazlığı.

Kimden duyduysam artık, Oya Aydoğan ve Bülent Ersoy Memik Dede'ye misafir gelir denize girerlermiş, kaç defa gören olmuş!

İmzalatacağız ya posteri de alıp koca yaz taşındık Yeniçiftlik'e. Oltaları atıp bekliyoruz, deli gibi mırmır var o zamanlar, gözlerimiz Memik Dede'nin kocaman ahşap kapısında.

Bir defasında Memik Dede ile sohbet etme şansımız da oldu, Oya Aydoğan'ı soramadık, heyecandan aklımıza gelmedi.

Geçenlerde Çanakkale'den dönüyorum kar yağıyor. Radyo kanalları arasında geziyorum. Eski arabesk şarkılar çalan yerel bir radyo istasyonuna rastlayınca kaldım, yol uzun olunca sesi de açtım. Ferdi Özbeğen, Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses…

Şarkı?  Esmerin adı Oya.

Gözlerim doldu, nefesim ne kadar yetiyorsa o kadar söyledim.

“Hayat değil mi Ali?”

Nasip Ulan diye bağırasım var.

YORUM YAP