Siz hiç gündoğumunda benek benek ve binlerce çiy damlacığıyla çepeçevre kaplanmış üzüm salkımlarının içinde bulundunuz mu? Dönümlerce bağların tam ortasında! Zeus'un oğlu, barış elçisi, bereket gözeticisi Dionysus gibi! Seherin ürperten ayazını lezzetine yedirmiş kütür kütür salkımı mutluluğunuza yedirdinizmi hiç?

Güneşin ilk hem de en temiz ışıklarının yaprakların ve dalların arasından bağ yeşiline, kükürt sarısına boyandığına şahit oldunuz mu! Bir de tril tiril içinize aktığına?

Ya da, salyangozun evrendeki en güzel renk olan bağ yeşilinin üzerine bıraktığı saydam izle, dünyaya en temiz, en doğru mesajı vermek için ağır ve dikkatli yol aldığını izlediniz mi?

Üzüm kuşu, Bozbakal, Karabatak, Çulluk, Üveyik, Sarıasma, Arı kuşu incirlerin üzümlerin yamacında kanat vurup gönlünüzde coşkulu türküler çaldı mı ıslık ıslık?

Çalıp da Veysel, Dadaloğlu, Neşet Ertaş, Mahsuni, Daimi, Nesimi, Hacı Bektaş-ı Veli can ocağınızın kıyısında durdu mu, durdu mu hiç!

Hasat demek Çatalca Panayırında deli gibi eğlenmek, okul harçlığı, oyuncak kamyonet, dizleri eprimiş pantolonu, ökçeleri tükenip burnu delinmiş ayakkabıyı yenisiyle değiştirmek; eve çekyat almak, alüminyum güğüm tencere, süpürge, dallı güllü entarilik kumaş, dantel ipi, ucuzundan pijama terlik demekti hanelerimize.

Üzüm bizim gibi umudunuz oldu mu hiç?

Erkek çocuklara plastik top, yazlık taraklı şapka, birkaç ay bolca alabileceğimiz kremalı bisküvi, gofret, kent sakızı ve ondan biriktirip aramızda değiş tokuş yaptığımız artist resimleri, renk renk misket, söğütten ağacından düdük, kamıştan kaval yapmak için çakı… Kızlara toka, tarak, cep aynası; babaya çaktırmadan alınan ruj, allık, ismini unuttuğum üzerinde cami resmi bulunan krem oldu mu?

Bağ hayaldi, gerçekti, gelecekti!

Duydunuz ya, biz bu dünyada cenneti gördük ve kaybettik!

Biz üzümün sarı sıcak güldüğünü.

Güvem'in yaprağı dikeni ve tırtılların arasında büyüdüğünü gördük.

Siz gördünüz mü?

İşte biz bu cennetten kovulanlar, kaybettiklerimizi aktarmak ve çocuklarımıza anlatmak için; bütün güzelliğiyle bağlarımızı, bağbozumunu anmak adına bir araya geldik bu gece.

Babalarımızın dedelerimizden devraldıklarını; Ortaköy'den İstanbul haline, Trakya'nın köylerine giden üzümleri anımsadık. Zümrüt gibi bağların kalbine yürüdük hep birlikte. Burnumuzun direğini sızlatan, sırtımızı ürperten anılarımızla birlikte. Özlemle.

Pekmezi, üzüm bulamasını, sirkeyi, şarabı, şarabi gecenin huzurunda sızım sızım konuştuk!

Merak ettik; üzümlerin kehribar gibi dizi dizi yatırıldığı sandıkların üzerine serin tutsun, hem de ezilmesin diye konan iri bağ yaprakları gibi oldu mu hiç kimsenin yüreği?

Kim bilir; kıvamı sindirimi kışkırtan salkımların sıralandığı sandıklardan düşmesin diye bağlanan ip gibi düşündünüz mü hiç kendinizi.

Sandık oldunuz mu sandık! Üzümlerin vatanı olan hani! Onların birliğini saklı saklı içinizde duydunuz mu hiç?

Siz hiç; cennetiniz gibi bildiğiniz bağların bir bir betona, demire, plastiğe dönüştüğünü içiniz cayır cayır yanarak izlediniz mi!

Siz hiç cennetinizden kovuldunuz mu?

 

Not: Hafızamızda ve toprağımızda izi olan dedem ALİ ÇEŞMECİOĞLU, Babam İBRAHİM ÇEŞMECİOĞLU, MEHMET ÇİLİNGİROĞLU, NACİ ÇİLİNGİROĞLU, RECEP ÇİLİNGİROĞLU, MEHMET UÇAN ve aramızdan ayrılan bütün kıymetli büyüklerimize şükranla minnetle…

Hislerimizle yazdığımızı aziz ruhlarına adıyorum.

YORUM YAP