Ali Gülcü

YERİNE

Panjurları mavi, terk edilmiş iki katlı taş evin önüne gelince kalıyorum.
Zaman durmuş, paletinde sadece sarı ve mavi renkleri kalmış çılgın bir ressam olan biteni, rüzgârı ve de kokuyu tuvaline hapsetmiş ve dönmemek üzere gitmiş gibi...
İki iğde ağacı var bahçede, ağaçların gölgesinde en son kim bilir kimin soluklandığı mavi ahşap bir iskemle... Hani yazlık sinemalarda olurdu da, olmadık yerinden pırtlamış çivi pantolonumuzu yırtar, hoplatırdı!
Küçük bir süs havuzu olsaydı iyi olurdu diye geçiyorum içimden sonra kendi kendime gülüyorum önümüz deniz yahu!
Hem ne deniz, masmavi...
Sabahları sakız gibi mis kokan bir yatakta uyanıp pencereden günle selamlaştığımızı kuruyorum; yalınayak daracık merdivenlerden iniyor suyun koynuna atıveriyorum kendimi, şiire benzer bir şey arkadaş...
Yorulana kadar yüzüyor, çaydanlığı ateşe koyup, ellerim ceplerimde ayaklarımı sürte sürte fırının yolunu tutuyorum, aynada yok ki yüzüme bakayım, acaba kaç yaşımdayım?
Gecesi de farklıdır buranın, gökyüzü, deniz lacivert olur bir kere, yakamoz kapıyı vurmadan girer evin içine, seslerini duyduğum tekneler süzülür, motorun gürültüsünü bastırsın diye yüksek sesle konuşan balıkçıların; " bir keresinde..." diye başlayan anıları yankılanır taş ve neme durmuş duvarlarda, ille de kediler, ağustos böcekleri...
Gam yüklü, anasona kesmiş zamanlarda, iğde ağaçları anlatır, rüzgar anlatır, martı anlatır...
Çok efkarlanırsam insana dillendirmediğim hikayelerden ben de anlatırım.
Uyuya kalırım sonra...
Uyuyan insanın üzerine kar yağarmış derler, sabaha karşı uyanır, dar merdivenleri çıkar, sakız gibi mis kokan yatağa atarım kendimi...

"Niko sen misin be evladım?"
Nasıl bir girdapta kaybolduysam duymamışım yaşlı teyzenin geldiğini...
Ne desem şimdi?
"Sen Cali'nin en küçük oğlu, dördüncüsü değil misin?"
Susuyorum, adım; ‘Ali' desem, ‘sahilde gezerken evi gördüm, bakıyordum, benzettiniz' desem...
"Annen çok bekledi be yavrum seni..."

YORUM YAP