Ali Gülcü

Türlü

Türlü

Sinekler, arılar karpuz kabuklarının üzerine üşüşmüşler. Bir çocuğun dondurması düşmüş elinden, en güzel yeri! Anacığı daha üzgün, eliyle alsa yerden tekrar külaha koysa, kumları eliyle temizlese…Tam da öyle yapacakken bakan var mı diye etraf aklına geliyor, göz göze geliyoruz. Hafif bir pembelik yanaklarda çocuğun poposuna bir tokat atıyor. Küçük, dondurmaya mı ağlasın şimdi canının yandığına mı?

Sürekli gittiğim bir lokantanın kapısında yaşlıca bir teyze çorap satıyordu.

Başörtülü, yorgun açık mavi gözlü, utangaç. Lokantaya girene de yoldan geçene de uzatıyor elindeki çorap demetini “yardımcı olmak ister misiniz?”

Yardımcı olmak isteyen de oluyor, istemeyen de.

Terlikleri var ayağında, çorapçı kadının çorabının topuğu yırtık!

Buralıymış, iki aydır kirasını ödeyemiyormuş, oğlu hapisteymiş.

“Mücadele ediyorum” diyor.

Sakallı bir genç arabasını satacak, tanıdık var mı diye soruyor.

Satman şart mı?

“Dükkân üç aydır kapalıydı ağabey!”

Geçmiş bir yıl, daha gencim, yazlıkların önünden olta atıyorum. Balık da yok. Sahilde oturuyorum öyle, gelen geçen kovaya bakıyor. Deniz suyundan başka bir şey yok. Birinin misafirleri gelmiş, bahçe kalabalık, çocuk kahkahaları, büyüklerin şakalaşmaları. Mangal yanıyor, hem ne yanmak, duman dumana. Kokusundan ne pişirdiklerini biliyorum. Ayıp olmasın diye dönüp bakmıyorum da. Balık da yok.

Fışır fışır ayak sesleri geliyor arkamdan bir el omzuma dokunuyor. Köpükten bir tabak içinde mangalda pişenlerden, kokusundan bildiklerimden var. Uzun boylu, gözlüklü, güleç bir arkadaş.

“Kokmuştur ağabey şimdi…”

Teşekkür ediyor, el sallıyorum bahçedekilere, ev sahibi olduğunu tahmin ettiğim yaşlıca biri bağırıyor “afiyet olsun kardeşim!”

Gözlerim yaşarıyor, denize dönüyorum.

Deniz sanki daha mavi!

Martı sanki daha yüksekten uçuyor.

Balık vuruyor iyi mi?

Geçmiş başka bir yıl, çalışmıyorum.

Arabası ile köfte satan eniştenin sahile serpiştirdiği taburede yarım ekmeğe köfteye girişmişim, bol acılı hem, bir elimde gazoz şişesi.

Enişte duymuş çalışmadığımı, dillendiremiyor, işleri sormuyor o yüzden.

Farkındayım.

İnce bellide çayımı içtikten sonra borcumu soruyorum.

“Benden olsun bu defa Ali Bey!”

Kim kimin karşısına neden çıkar?

Kim kimden ne öğrenir?

İnsanın utananı güzel.

Olta sürekli suda olunca türlüsü ile karşılaştırıyor hayat. Taklacı güvercinler, arsız kediler, yüzü kızarmayan martılar. Elinde tef olunca, kara kuru bir adam koca ayıyı oynatıyor iyi mi?

İskorpitle konuşanı, eliyle tilki besleyeni, kurda kızanı, dağa küseni, kaçanı, göçeni.

“Ücretsiz izne çıkardılar bizi Ali ağabeycim! Borçlar var, hayırlısı, ne içersin ağabey? Eşim de çalışmıyor! Hani kafam rahatlasın diye önereceğin bir kitap varsa, okuyayım.”

Yaşar Kemali'n İnce Memed'i geliyor aklıma.

“Bir kanadı kırık kuşum ki, el kadar da olsam, beni hiçbir çalı kabul etmiyor.”

Yeleğim var üzerimde biraz da konu değişsin diye cebimden tespihimi çıkarıyor, gösteriyorum

Şimşir ağacından bu, çektikçe kokuyor.

Diğer cebimde de paslanmazdan Bursa işi kemik çakı ve muhtar çakmağı var.

Sinekler ve arılar karpuz kabuklarına üşüşecek elbet.

Kaybedilen en güzel yeri olacak ama hayatın ama dondurmanın.

Çorap da örecekler başımıza.

Çorap da alacağız, çorabının topuğu yırtık açık mavi gözlü bir kadından.

Olta sürekli suda olunca türlüsü ile karşılaşmayacağız da ne yapacağız?

Özü; insanın utananı güzel.

YORUM YAP