1980'li yıllardı Avusturya Lisesi'nden büyüğüm olan Beşiktaşlı Niko Kovis vardı. Lisenin bahçesinde genç yaşlarında oynadığı futbol maçlarında onu hayranlıkla izlerdik. Sonra Vefa'ya gitti. Oradan da Beşiktaş'a geldi. Çok iyi bir futbolcuydu. Milli Takıma kadar yükseldi. Eşi ve kendisi ile güzel bir dostluğum vardı. Aradan süre geçti, Niko Panathinaikos'a transfer oldu.
1983 yılında Atina Avrupa Şampiyon kulüpler finaline ev sahipliği yapacaktı. Gazetem Milliyet tarafından meşhur foto muhabiri Hüseyin Kırcalı ile birlikte Atina'ya gönderildik. Juventus ile Hamburger SV finalde karşı karşıya geliyorlardı. Hamburg o güçlü İtalyan takımını yenip şampiyon oldu.
Niko'yla ilişkim devam etmişti. Beni iki gün Atina'da gezdirdi. Pire yakınındaki Türk mahallesine götürdü. Palio Forio diyorlardı. Çoğu Boğaziçi ve ODTÜ'lü çocuklardı. Oradan da Panathinaikos antrenmanına.
Takımı o dönemler Ajax'daki başarıları ile dünyaca üne kavuşan Romen Stefan Kovacs çalıştırıyordu. Antrenman başladı. Ama Kovacs yoktu. Ancak antrenmanda saha kenarında bir araba park etmişti. Arabanın içinden düdük sesleri gelmeye başladı. Meğerse arabanın içinde Stefan Kovacs varmış.
Kovacs hasta olduğu için arabanın içinden yönetiyormuş. Çok ilgimi çekmişti. Niko sonra bana takım arkadaşlarını tanıştırdı.
Hele bir tanesi çok değişikti. Adı Anastasiadis idi. (Sonradan Yunan milli takımının başına geçti) “Ben Lazım” dedi. “Pontusluyum. Yani Trabzonluyum. O yüzden sizlere çok yakınım. Yunan liginde çok 'Laz' futbolcu vardır.” Gülüştük.
Benim köküm Selanik. Anne tarafım komple Selanikli. Baba tarafım ise kökten İstanbullu. Tam üç kez Selanik'e gittim. Ama en beğendiğim yer Kavala oldu. Hani o meşhur Kavala kurabiyesi oradan çıkmadır.
Sonraki yıllarda başta Girit olmak üzere Ege adalarının çoğunu gördüm. Yani başka dünya devletleri dahil dünyanın birçok devleti gibi Yunanistan'ı severim. Hele hele siyasetçi Papandreu ve görüşlerim uymasa da Çipras'a karşı bir sevgim vardır. 1960'lı yıllarda Türk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in şahsen Yunan cuntasının elinden alarak Ankara'da sahiplendiği Micotakis'in oğlunu ise hiç samimi bulmam.
Neyse bunları geçelim. Çünkü konumuz Panatinaikos'a giden Fatih Terim.
Terim'in biraz ani bir kararla 3 yıl sonra Yunanistan'a gitmesi Türkiye'de konu oldu. Çalışmayı düşünmüyor gibiydi. Ama içindeki o ateş sönmemiş.
Fatih Terim Türk futbolunun en başarılı teknik direktörüdür. 1970'li yıllarda Galatasaray ile olan ilişkisi hiç bitmemiştir. Bitmez de. Ancak onun bu gidişini bankadaki fon işine ve bankacı hanımefendiyle olan diyaloğuna bağlayanlar ve tutuklanacağını söyleyenler oldu.
Bunların hepsi safsatadan ibaret.
Konunun yargı süreci devam ediyor. Yargıdan hangi kararın çıkacağını bilmiyoruz. Sonuçta muhatap banka. Bankanın da o kadar çabuk kenara çekilmesini pek aklım almıyor.
Biz Fatih Terim'e dönersek...
Terim iyi durumda bir takım yakaladı. İstediler. Gitti.
O yıllarca Milli Takım çalıştırmış bir Türk çocuğu. Ay-Yıldızlı armayı yıllarca göğsünde taşımış. Onun başarılı olması ve Türkiye'yi en iyi şekilde temsil etmesi için candan kucaklamalıyız.
Hoşçakalın.