Ali Gülcü

SU GİBİ...

"Usta’dan bir başyapıt!”
Usta!
Bir insana kaç kişi "usta” derse usta olur?
Ölçüsü nedir?
Yazar, yazan yokluğu da yok üstelik…O zaman bu adam niye…?
Niyeyse niye...
Anlamadığımızı sevmeyi, övmeyi marifet sayıyoruz… Yermeye, eleştirmeye kalksan, okurları, okuru olduğunu iddia edenler ve de şakşakçıları "senin aklın ermez” deyip çıkacaklar işin içinden ve güya anladıkları için böbürlenecekler…
Elli sayfa okudum, inatla hem de, açlıkla…
Aklımda ne kaldığını sorun bakalım…
Hiç!
Hiç bir şey…
E o zaman neden okudum?
Meraktan…
Yıllar önce kendini mühim sanan bir adamın koltuğunun altında görmüştüm o yazarın kitaplarını o nasıl kasıla yürüyüştü öyle…
Hatırımda kalmış…
Adam; "benim gözümde ilkokul öğrencisisin” demişti…
"Ulan sen kimsin ?!” diyememiştim.
Neden?
Bilmem! Bulaşmak istememişimdir… Ciddiye almamış olabilirim… Korktum mu acaba?
Neyinden korkacağım yahu… Ufarak bir adamdı, gözleri de iyi görmüyordu üstelik!
O da yazardı!
O zaman adamın yazdıklarını, anlattıklarını kıskanıyor olmayayım sakın?
Bak o olabilir işte!
İki şeyi kıskanırım;
Güzel yazıyı ve yanımdakinin oltasına vuran büyük balığı…
Hadi ikincisi neyse…
İki adam buluşup balığa gidersiniz, oltaları atarsınız denize, gözleriniz kamışlarda oradan buradan olmadık sohbetler edersiniz, geçmiş balık maceralarını, geçmişte balığa gittiğiniz arkadaşlarınızı anar aralarında bu dünyadan göçmüşler varsa hüzünlenir...
Lafın burasında Kung fu Hikmet’i, Hamarat Muzaffer’i ve Kemal ağabeyi, adı hatırıma gelmeyen Orhan Amca ile birlikte işkine ve iskorpit yakaladığımız öğretmen emeklisini, "yazlıkta bekçiyim” deyip öldüğünde fabrikatör olduğunu öğrendiğim Zeki ağabeyi rahmetle anıyorum…
Oltaya balık vurunca, andan gerçeklikten ve her şeyden uzaklaşır, olta boşsa; üzülür, doluysa; biraz da yanınızda oturan adama nispet yaparcasına çekerseniz, hele bir de yakaladığınız derya kuzusu büyükse…
O duygu var ya o duygu tadından yenmez… Oturuşunuz, kalkışınız, havanız, konuşmanız değişir…

Tam tersi olduğunda içten içe kopar kıyamet…
Elin oğlu iki okkalık balığı çeker, kovaya atar…
Sorgulamaya başlarsınız…
Misina aynı.
Yem aynı!
Deniz aynı!
Olta aynı!
Arkadaş üstelik neredeyse omuz omuza oturuyorsunuz…
Hem sizin dünyanın parasını verdiğiniz kamış ve makine onunkine on basar…
Fakat balığı o yakalar!
Kumar oynasanız işin felsefesi, kulpu var;
"Kumarda kaybeden aşkta kazanır”
Peh peh peh…
Balıkta kaybeden?
Açıklaması yoktur işin…
"Kader” dersiniz, "kısmet” dersiniz, faturayı hayata, kör talihe kesersiniz…
Adamın yazdığı güzelse durum vahimdir!
Önce neden ben o gözle bakamıyorum’a neden göremiyorum’a neden anlatamıyorum’a takılırsınız…
Kelimeleri, cümleleri mercek altına alır bir kusur olsun istersiniz fakat nafile…
Su gibi, inci gibidir yazı…
Anlarsınız ki; adamın kültürel alt yapısı, birikimi sizden iyi, cebinde biriktirdiği kelime sayısı sizden çoktur…
Vaziyeti kabullenmek de işinize gelmez…
Daha çok okursunuz, daha çok yazarsınız amma aradaki farkı kapatamaz anlamadığınız yermeyi, eleştirmeyi marifet sayarsınız!
Yarın elli sayfa daha okuyacağım, du bakali belki anlarım…

YORUM YAP