Ali Gülcü

Popüler Olandan Uzak Durmak Lazım


Çok satan kitaplar popüler değil mi? Onlardan da uzak durmak lazım...

Ne yapacaksın?

Raflarda seni bekleyen kitabı gidip kendin bulacaksın, seçeceksin, diğerlerinden ayıracak, evine götüreceksin!

Böyle yapıyordum...

Şimdiye kadar hiç korsan kitap almadım...

Aldıysam bile emin olun hatırlamıyorum.

Salı günleri akşamüzerleri mahalle pazarında oluyorum...

Arif'i görüyorum her hafta, kâh balıkçı oluyor, tezgâhların arkasında balık temizliyor, kâh araba ile simit satıyor...

Ortaokuldan tanırım Arif'i... Okulu bitiremedi hastaydı, sarası vardı...

Sesi güzel olduğu için öğretmenler tahtaya çıkartıp şarkı söyletirlerdi Arif'e...

Bizim o zamana kadar duymadığımız en kederli şarkıları söylerdi Arif.

Babası sinemada yer gösterirdi...

Yeni Çiçek Sineması'nın şimdiki Çorlu'nun orta yerinde ne işi var? Yıkıldı tabi!

" Ne haber Arif?"

" İyilik, sen nasılsın?"

" İyiyim ben de. Satamamışsın simitleri."

" Az kaldı."

" Kolay gelsin."

" Eyvallah..."

Şimdi düşündüm de hiç simit almadım Arif'ten, neden bilmem!

&&&

Yıllar önce bir gün, yılbaşı gecesi, arkadaşlarla toplandık, yeni yılın gelmesini bekliyoruz, demleniyoruz bir taraftan, kalabalık... Biraz popüler fakat şımarığım... Kendi halinde bir kızcağız geldi dansa kaldırdı beni...(!)

Lütfen kalktım, dans ediyoruz ama kızın yüzüne hiç bakmıyorum...

Kız kulağıma eğildi;

" Utanıyor musun benden" dedi.

&&&

Ellerim dolu arabaya doğru yürüyorum...

Gençten bir çocuk tezgâh açmış kitap satıyor.

Poşetleri yere bıraktım, küçümseyen ve hatta sorgulayan gözlerle çocuğa baktım...

Utanmıyor muydu korsan kitap satmaya?

Yakışıyor muydu?

Yeni çıkanların, çok satanların hepsi var.

Elif Şafak'ın Aşk'ı duruyor bir köşede...

Gözlerimin hangi kitaba takıldığını anladı çocuk.

" Bir tane var!"

Kitabı elime almak için uzandım, çocuk benden önce davrandı, tesadüfî sayfalar açtı...

" Baskısı iyi" dedi...

" Kaç lira bu!" diye kükredim...

" 8 TL"

Yüzümü ekşittim, kitap rafta 19 TL.

" Yediye olur, siftahım yok bugün."

Yedi Lira verdim üç kilo üzüm fiyatına aldım kitabı, domateslerin bulunduğu poşetin içine koydum.

Bugün günlerden... Cumartesi sayılır gecenin kör yarısı bitirdim...

&&&

Bazen böyle olur bana, kitap bitsin diye meraktan kudurmuş gibi okurum.

Son sayfadan sonra da içim burulur, bitti diye üzülürüm...

Kitap bitti, üzüldüm velhasıl... Onu diyorum.

&&&

Ella ve büyük kızı Jeannette diğer aile fertleri ile beraber yemek masasındadır...

Jeannette aileye evlenmek istediğini söylemiş ortamın gerilmesine yol açmıştır.

Tartışma esnasında konu aşka gelir ve kırk yaşındaki, üç çocuk annesi Ella şu konuşmayı yapar;

"Hayatım hangi asırda yaşıyorsun? Şunu kafana sok, bir kere bir kadın âşık olduğu adamla evlenmez! Baktı bıçak kemiğe dayandı, geleceği için bir tercih yapması lazım, o zaman tutar iyi baba ve iyi koca olacağını tahmin ettiği sırtını yaslayabileceği adamı seçer, anladın mı? Yoksa aşk dediğin bugün var yarın yok cici bir histen ibaret."

Aşk dediğin cici bir histen ibaret... Uzun bir süre düşündüm bu cümleyi, kendimce notlar aldım okumaya devam ettim...

&&&

"Ella'nın kafasında bir şalter attı. Soğukkanlılıkla bir gerçeğin ayırdına vardı. Evet, belki ürkek, sıkılgan ve ailesine fazlasıyla bağımlı bir insandı. Evet, belki hayatı boyunca kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenememişti ama bir gün pat diye herkesi ve her şeyi bırakıp gidebilirdi; Mutfağını, köpeği zencefili, kurabiyelerini, kokulu mumlarını, çocuklarını, şık malikânesini, komşularını, barbekü partilerini, kocasını, raflardaki dizi dizi yemek kitaplarını..."

Paragraf bittikten sonra "hadi kocasını da bırakır da çocuklarını geride bırakabilir mi?" diye not düştüm defterime... Kitabı kapattım... Kapaktaki 300.000 sayısına takıldım...

Bu üç yüz binin kaçı kadındır ve kaç tanesi kendini Ella'nın yerine koymuştur, gitmek istemiştir diye düşündüm...

Düşünürken Can Yücel'in şiiri düştü aklıma...

 Bu günlerde herkes gitmek istiyor

Küçük bir sahil kasabasına

Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

 Hayatından memnun olan yok.

Kiminle konuşsam ayni şey...

Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

 Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.

Bir kendisi

Bu yeter zaten.

Her şeyi, herkesi götürdün demektir...

Keşke kendini bırakıp gidebilse insan!

Ama olmuyor.

 Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.

Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

 Böyle gidiyoruz iste.

Bir yanımız "kalk gidelim",

Öbür yanımız "otur" diyor.

 "Otur" diyen kazanıyor.

O yan kalabalık zira...

İs, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,

Güvende olma duygusu...

En kötüsü alışkanlık

Alışkanlığın verdiği rahatlık,

Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.

Kalıyoruz...

Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

 Evlenmeler...

Bir çocuk daha doğurmalar...

Borçlara girmeler...

İşi büyütmeler...

Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabili-yor.

 Misal ben...

Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.

Değil bu şehirden gitmek,

İki sokak öteye taşınamıyorum.

Alıp götürsem gelmez ki...

Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında

Herkes onu o herkesi seviyor.

Hangi birimizle gitsin?

 "Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;

Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin

Kendi imalatımız küfeler.

 Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.

Ölüm var zira.

Ölüme inat tutunmak lazım!

 Bari ufak kaçışlar yapabilsek.

Var tabi yapanlar, ama az

Sadece kaymak tabakası

Hepimiz kaçabilsek...

Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.

Gün içinde mesela...

Küçücük gitmeler yapabilsek.

 Ne mümkün

Sabah 9, akşam 18

Sonra başka mecburiyetler

Sıkışıp kaldık.

Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli

Bu kadar ağır olmamalı.

 Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.

Bir ömür karşılığı, bir ömür yani!

Ne saçma...

Bahar mıdır bizi bu hale getiren?

Galiba.

 Ben her bahar âşık olmam ama

Her bahar gitmek isterim.

Gittiğim olmadı hiç.

Ama olsun... İstemek de güzel.

&&&

Kadının gidip, gitmediğini kitabı okuyacak olanlara saygımdan yazmıyorum.

&&&

Kırk yaşında aldatılan, gitmekle, kalmak arasında sıkışmış aşkı arayan mutsuz bir kadının,

Rumi'nin

Şems'in

Alaaddin'in

Sultan Veled'in

Kimya'nın

Kerra'nın

Aziz'in

Adı bile anılmayan kiralık bir katilin

13.yüzyılda yaşamış; Dilenci Hasan'ın, Sarhoş Süleyman'ın, Fahişe Çöl Gülü'nün dünün ve bugünün hikâyesini yazmış Elif Şafak... Ben beğendim, neden bilmem en çok da Kimya'dan etkilendim.

Otuz sekizinci kural: " Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?" diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.

Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık Her an her nefeste yenilenmeli, yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

YORUM YAP