Ali Gülcü

GÖKKUŞAĞI

Ellerİm ceplerİmde sahilde yürüyorum, dün gece lodos vardı, ne çok şey vurmuş karaya; kolları,bacakları, yüzü olmayan bir bebek, pembe tek kadın terliği deniz almış götürmüş de sıkılınca geri vermiş besbelli, deniz yıldızları, yosunlar, yosunlara üşüşmüş kör sinekler, şarap şişeleri...
Uçsuz bucaksız, sessiz sahil...
Oltaları deryada balıkçılarla karşılaşıp selamlaşıyoruz çoğu tanıdık, biri mangalın başında, biri küsmüş, sahile attığı portatif iskemlede ayaklarını uzatmış, ağzı açık uyuyor biri, dağılmışlar öyle, tırnakları kirli, sakalları uzamış...
Sızı gibi incecik akan derenin kenarına çadır kurmuşlar, balık yok besbelli, bekledikçe inada biner bu iş! Gün geçer, gece sabaha kavuşur, yem azalır, sabırlar tükenir...
Paltona sarılmış içinin geçtiğini bile anlamazsın beklerken, bir gece, bir deniz, bir sen, rüyanda insanoğlunun görüp görebileceği en büyük balık vurur oltana, kurşun yemiş gibi, üzerine yıldırım düşmüş gibi, ellerin ayakların titreyerek fırlarsın, gerçek başkadır, oltan boştur...
Eh bu kör olası rüyalara da devam edilmez ki kalındığı yerden, hem istesen de uyuyamazsın, beklersin, yemleri değiştirip yine beklersin...
Hayat da öyle değil midir?
Sabırlı ve ketumdur mesela, yalvarsan söylemez yarın ne olacağını.
İnsanların zaaflarına göre yem kullanır! Bekler, yemi değiştirir, bekler...
Kimi insan aşka gelir, kimi paraydı puldu derken, bir bakmışsın vuruvermiş karaya...Geçmişte yaşarken bugünü unutanların ızgarası da güzel olur, pilakisi de, boş hayallerin peşinden koşanları; kuyruğundan asıp kuruturlar, harika çiroz olur, kimi yem ziyanlığı! Her mevsim tatsız, tuzsuz, suratsız mı olur insan? Zehirlidirler de üstelik, kediye versen yemez, atsan atılmaz, satsan kim alacak?
Yağmur başlıyor, güneş var halbuki!
Kumsalın bittiği, gerçeğin başladığı yerde, derme çatma, camları buğulu bir balıkçı kahvesi var.
Elleri nasırlı, bıyıkları sararmış, görmüş geçirmiş, az konuşup, az gülen adamların arasında soluklanmayacaksın da ne yapacaksın?
Hem gökkuşağı çıkar belki?
Kim bilir?

YORUM YAP