Anahtarları avucumun içine sıkıştırıp; "dönene kadar ayda bir defa gidip odaları havalandırsan yeterli" deyişinin üzerinden neredeyse iki yıl geçti...Aman bir şey kaybolur üzerime kalır diye düşünen tiplerdenim, nasıl olduysa olmaz diyemedim...Kimsesi yok biliyorum, bu tek katlı ev ailesinden ona kalan tek hatıra! Ne kadar kalacaksın diye sormadığım için kızgınım kendime...
Yakında döner diye üç,dört ay uğramadım eve, bir akşam iş dönüşü aklıma düştü, arabanın torpido gözünden aldım anahtarları, su birikintilerinden atlaya atlaya briket duvarların çevirdiği bahçe kapısından girdim, dize kadar çamur mahalle, dolu çöp tenekeleri, tüyleri dökülmüş yaşlı köpekler, sümüklü çocuklar, evlerin hücrelerine kadar sinmiş yemek kokuları...
Kapının altından atıldıktan sonra rüzgarın savurduğu faturalar,
İki oda, bir salon, mutfak, boş buzdolabı, elektrik ve su kesik, seksenli yıllardan kalmış mobilyalar, naylon terlikler, rutubete yenik düşmüş, kabarmış duvarlar, akmış çatı...
Ulan bu evin nesini havalandıracaksın deyip sarılmıştım telefona, aradığım numaraya o zaman ulaşılamıyordu şimdi aynı ses; "böyle kayıtlı bir numara yoktur" diyor.
Salonun duvarlarında siyah beyaz fotoğraflar var, sakallı takım elbiseli, beyaz gömlekli bir adam sandalyeye oturmuş yanında başörtülü, pardösülü, iki eli ile tuttuğu çantası ile ayakta durmaya çalışan yorgun bir kadın...Yüzlerinde hiç bir ifade yok öyle boş, öyle fotoğraf icabı bakmışlar objektife...
Bir tanesinde sakallı adam üretimi çoktan durdurulmuş bir arabanın önünde, eller belde ağızda sigara...Hacı Murat o zamanlar yeni besbelli.
Kalabalık bir masa, kadehler havaya kalkmış, şerefine bir şeylerin fakat yüzler yine gülmüyor...Fotoğrafın birini kaldırmışlar, çerçevenin yeri belli, çivisi hala duruyor...
Dört kişilik bir masa var mutfakta yerler muşamba, kırık fayanslar, köşelerde öreni çoktan ölmüş örümcek ağları...
Salonun dar duvarı boydan boya kitaplık.
Kaçar gibi çıkmış, telefondan arkadaşa hiç ulaşmayacak bir mesaj göndermiştim.
İki hafta sonra tekrar gittim, gitmekten çok sığındım diyelim, moralim çok bozuktu, kimseyi göresi gözüm yoktu, ne yapsam diye düşünürken ev aklıma geldi, kalın perdeleri açtım, sokak lambasının duvarlara taşıdığı gölgelere bakarak hiç bir şey yapmadan saatlerce oturdum öyle, telaşlı küçük bir fındık faresi geçti önümden hepsi o.
Ertesi akşam yine gittim, bu defa pilli bir radyo ve gaz lambası götürmüştüm yanımda, mutfakta oturdum bu defa, bir kaç bira içtim, bir şiir yazdım, bir öyküye başladım, tülün garantisinde sokaktan gelip geçeni izledim...
Başka bir akşam küçük bir kız aşure getirdi.
Bir cumartesi günü erken gidip kahvaltıyı orada yaptım, odaları havalandırdım, gözlerimi kapatıp kitaplıktan bir kitap seçtim (Dostoyevski-Budala) akşama kadar okudum sonra aynı metotla raflardaki kitapları okumaya başladım.
Pazar günü bahçeyi temizledim, mahallede oturan meraklı komşulara evin yeni kiracısı olduğumu, çok sık seyahat ettiğim için arada sırada kalacağımı söyledim!
Elektriği, suyu açtırdım. Evin içini maviye dışını yeşile boyattım, mutfak ve banyodaki fayansları değiştirdim, iş yerinde çalışan Meral ablanın akrabaları geldi iki gün temizlik yaptı, onlar evi yakın bir akrabamın zannettiler, ben de sesimi çıkaramadım. Bu arada ev için yaptığım tüm harcamaları yazıyordum, güya arkadaşım gelince hepsini alamasam bile yarısını isteyecektim...
Mahalle bakalı ve diğer esnafla ahbap oldum, arkadaşımı tanımıyor olmalarına şaşırdım önce, fakat asosyal biri olduğunu düşününce çok üzerinde durmadım.
Aklıma geldikçe arıyor, ulaşamayınca hakkında ne kadar az şey bildiğimin farkına varıyordum, eşi, dostu, yakını, mail adresi bile yoktu bende...
İçime kurt düşünce uzun bir süre gitmedim eve, ev aklıma gelince, deniz kenarlarına, banklara, kır bahçelerine, salaş balık lokantalarına atar oldum kapağı, kenar mahallede, damı akan, rutubetli başkasının evinden bana ne!
Bir gece sabaha karşı uyandım, yatalı çok olmamıştı oysa, rüyamda arkadaşın evinin bir odasında uyuyoruz, çift kişilik yatakta mavi beyaz pijamalarını giymiş sakallı adam, yanında çiçekli geceliği ile yorgun kadın, çocukmuşum, yer yatağında yatıyormuşum, dışarıdan köpek sesleri, tuvalet dışarıdaymış o zamanlar , çişim gelmemiş mi, odadan çıksam köpekler, çıkmasam altıma yapacağım!
Kalktım eve gittim, rüyamda gördüğüm odada pencerenin kenarında oturdum gün ışıyana kadar, sabah mahalle muhtarının yanında aldım soluğu, kahveden tanışıyoruz.
Olanı biteni anlatıyorum bir garip bakıyor yüzüme.
İki senedir haber alamıyorum dedim arkadaşın cep telefonunu bir kağıda yazdım, verdim.
Bilgisayarı açık, bir iki tuşa bastı tuhaf oldu yüzü, bıyıklarını ısırdı;
"Alicim bu senin eski numaran değil mi? Ev dedenlerin ya zaten!"

YORUM YAP