Ali Gülcü

Dolap beygiri…

Mumun zayıf alevine bakıyorum, eriyişine, kayboluşuna, duvardaki gölgelerin büyümesine, küçülmesine. Ne yaşarsa yaşasın başa dönüyor insan. Aslından çoğaltılmış karakterlerin isimleri değişiyor. Saçları, gözleri farklı olacak ki kafalar karışsın. Hadi canım sen de densin. Nüshalar aynı fakat kapağı değiştiriyorlar, önceden okuyan da alsın, çok satsın diye!  Duvardaki derin çatlaklar örümceklerle fısıldaşıyor, duymamış gibi yapıyorum. Gölgelere sığınmış bir fare geçiyor, kedi olmadığını bildiği halde ürkek, telaşlı. Sorsam “mizacım bu” diyecek, “neler geldi beyaz peynir yüzünden başımıza.”

Zaaflar diye mırıldanıyorum, şömineye gelişi güzel atılmış kütükler tutuşuyor o esnada. Soğuk, kenarına oturduğum kirli camın ötesinde deniz karanlıklarda kaybolmuş, boğazı geçen yük gemileri geniş toprak bir yolda isteksiz küçük adımlarla yürüyormuş gibi.

Yağmur damlaları sinirli tıpırtılarla çatıyı yoklarken zayıf, sarışın, renkli gözlü bir adam giriyor içeriye. Tanışmıyoruz henüz. Sırtını bana dönüp sesi kısılmış televizyonda dönen kliplerde kaybolmaya başlıyor.

Derdi olan dünyadaki en ağır yük onun sırtındaymış gibi hisseder ya! Çözümü yokmuş gibi gelir, kaybolmuş gibi. “Yıldızsız bir gecede çölde tek başımayım ve benden hiç kimsenin haberi yok” öyle hissediyorum demişti biri.

Var mıydı öyle biri gerçekten?

Geçmişte hatırlanmayacak bir hikayenin kahramanı söylemiş gibi mi yazmıştım? Çölü, sıcağı, susuzluğu, nihayetinde yalnızlığı bilmeyen böyle bir cümle kurabilir mi? Kursa da ne kadar inandırıcı olabilir?

Yine böyle bir akşam gençten bir arkadaşla iş için geldiğimiz küçük sahil kasabasının tenha meyhanesinde laflıyoruz.

“Dolap beygirlerinin başı dönmesin diye gözlerini kapatmak ilk kimin aklına geldi acaba “dedi bu! Şimdi hapı yuttuk diye geçirmiştim içimden. Hesabı isteyip kalkmış, otele gidip yatmıştık. Ertesi gün kahvaltıda aynı soruyu sormasını bekledim fakat unutmuş besbelli, konusu hiç açılmadı.

Gözleri kapalı dolap beygiri nereden kafasına takılır ki genç bir adamın? Gördü mü diyeceğim, buralarda ne dolap var ne beygir… Bir yerde mi okudu? Ona da biri mi sordu?

Garip işler oluyor!

Bugün balık yakalamak için canlı yemler aldım, plastik kapların içinde mamunlar, kalın kabuklu madyalar, küçük yengeçler, sülünesler … Sahilde benden başka kimse yok, o meşhur düğün salonu yıkıntılarının önünde oltaları attım bekliyorum. Ateş de yaktım bir köşeye, otururken dalmışım, balık da yok.  Dalmak derken içimden içimden biri ile kavga ediyorum, ağzını burnunu kırıyorum, yerden kaldırıyorum bir daha dövüyorum hem sopayla. Çakıl taşlarının üzerinden dalgalara akan yengeçler görüyorum. Buralarda yengeç olmaz ki hayret diye düşünüyorum. Bir tane daha görünce yengeçler basmış burayı diye geçiriyorum içimden, olacak şey değil. Kendi gözümle görmesem!

Yemleri değiştirmek için oltaları toplayınca plastik kaplardan içinde yengeç olanının kapağını açık bıraktığımı görüyorum.

Ne gördüğümüz mü önemli ne anladığımız mı?

Televizyonun sesini açalım mı diye sesleniyorum arkadaşa!

Boş gözlerle bakıyor, televizyonun sesinin kısık olduğunun farkında bile değil oysaki!  

Kendi içinde çok sesli.

Kumandayı getiriyor Johnnie Walker'ı andıran, uzun boylu, at kuyruklu, kızıl saçlı garson.

Tarkan'ın eski bir şarkısının melodisi yükseliyor zaman hırsızı renkli kutudan.

Şarkıdaki mesajı aldın mı diyorum arkadaşa, “gülümse kaderine”

Masadan masaya gülümsemeyeceksin de ne yapacaksın konulu bir konuşma geçiyor aramızda sonra masaları birleştiriyoruz.

Yaşarken, içindeyken her şey zor.

İnsan tanımadığı bir insana içini daha kolay dökermiş ya o kontenjandan dinliyorum renkli gözlü arkadaşı.

Renkli gözlü arkadaşlar hep var ve kadınlar da.

Te üle yani!

O gittikten sonra acaba böyle bir yer mi açsam diye geçiriyorum içimden, hazır emeklilik de yaklaştı. Balık ağları, kurumuş deniz yıldızları, deniz kabukları, çakıl taşları… Hepi topu dört masa olacak, şişman da bir ızgaracı bulacaksın, göbekli, beyaz önlüklü, bütçemiz kısıtlı olduğu için mezeden de anlayacak elbette. Mavi pötikare örtülerin altına saklanmış ahşap masalar, plaktan Muazzez çalacaksın, Behiye Aksoy olur, Seçil Heper, Kamuran Akkor. Cumartesileri Ferdi Özbeğen gecesi, Pazar Ümit Besen…

Ben de müşterilerle otururum. Çabucak batarız!

Gelecekte gençten arkadaşın bana sorduğu soruyu sabaha yakın saatlerde yaşlı bir oltacıya soracağım. Ben gibi terbiyesiz olmadığı için hesabı istemeyecek, bu adam bu soruyu neden sordu diye düşünmeyecek.

“Dolap beygirlerinin başı dönmesin diye gözlerini kapatmak ilk kimin aklına geldi acaba?”

Düşünecek biraz, kadehinden büyük bir yudum alacak, gözleri farenin başımıza neler geldi dediği beyaz peynire takılacak.

“ Daha önce beygirin yerinde olan biri” diyecek. Bilmiyorum henüz!

 

YORUM YAP