Oktay Saparca

Beslenmenin medeniyetle ilişkisi

İnsanlığın medeniyetle olan ilişkisi,  beslenme kalitesi ile doğrudan bağlantılıdır. Daha önce de çok kez söz ettiğim gibi medeni toplumlar kaliteli beslendikleri için medenidirler. Dünyanın en kalitesiz beslenme şekli, yüksek karbonhidrat içeren beslenme yöntemidir ki;  bu içeriği arttırdıkça beslenme kalitesi düşer. Eskilerin  “hamur kafa” diye güzel bir deyimi vardır, yüksek nişasta ve buğday unu içeren besinlerle beslenen, yani daha az düşünebilen insanlar için kullanılır. Bizim halkımız bu besinleri çok fazla tüketen bir toplum olduğu gibi bunu zamanla kutsallaştırıp, ekmek için ‘nimet' bile demişlerdir.

Toplumların yüksek karbonhidrat ile beslenmeye yönlendirilmesinin nedeni hem ucuz hem de üretiminin daha kolay olması gibi görünmekle birlikte; bu şekilde beslenen toplumlar üzerinde daha kolay baskı kurulabildiği, yönetildiği, uysal, ürkek ve ümmet bir toplum oluşturulabildiği gözlenmektedir. Demek ki yönetilmesi kolay, toplumları nişasta ağırlıklı beslemek gerekiyor... Buna kısaca Anadolu da “karın tokluğu” denir.

İnsanların refah seviyesi öncelikle gıda ve gıda kalitesinde yaptığı iyileşme ile ölçülür.

Orta Doğu Mezopotamya ve Anadolu kaliteli toprak yapısı ve iklimi ile dünyanın en iyi tarıma elverişli coğrafyasıdır.

Günümüzde bu kadar kaliteli tarıma elverişli coğrafyada dünyanın en kötü tarımı yapılmaktadır. Bu durum gösteriyor ki, coğrafyamızda 1000 yıllara dayanan medeniyetlerin bugün dünyadakiler karşısında son derece alt liglerde.

Yarım ada olan, üç yanı denizlerle çevrili ülkemizde deniz ürünlerinin tüketimi Avrupa'daki sıradan tüm ülkelerin tüketiminin altındadır. Keza ülkemiz kaliteli tarımda da Avrupa'nın en gerisinde kalmıştır; insanlık ve toplum için kabul edilemez olmasına rağmen bizi yöneten insanların çıkarına olduğu aşikârdır.

Bizi yöneten insanların samimiyetini Sorgulamaya gerek yok... İyi niyetli olmadıkları çok açık, dünyanın en iyi coğrafyasında en kötü olmanın başka bir açıklaması yoktur.

Muhtaç ve düşük seviyede yaşayan toplumu yönetmek yöneticilere kolaylık sağladığından fakir ve itaatkâr kitleler yöneticilerin menfaatinedir.

Güçlü ve zengin bir halk iktidarı daha iyi hizmetler için zorlayacak iken, yoksul bir halk yardımlara muhtaç bir halk, yöneticilerin her daim kendini yönetenlere gebe hissettiği için kullanılmaya eğilimli olacaktır.

Ne kadar kötü yönetirsen yönet bu coğrafyada bir halkı bu kadar gıda muhtacı yapamazsın.

Tarım politikaları ne kadar kötü olursa, su kaynakları bu kadar kötü ve bilinçsiz kullanımla yok edilebilir. Tarım politikaları ne kadar kötü olursa et bu kadar pahalı üretilebilir, ne kadar kötü olursak zeytinyağı ve ayçiçek yağında dışa bağımlı olur,  Norveç'ten balık ithal ederiz…

Acaba ne kadar kötü yöneterek bu ülkenin her köşesi, ormanı siyanürlü yabancıların istilasına uğrar, insanlar kanser olur ölürken, kısır kalırken, ithal insanlar Suriye'den, Afganistan'dan akın akın gelmeye başlar... Coğrafyada etnik kıyım var desen dolaylı da olsa doğru olmaz mı?

Eksik ya da yetersiz yönetimlerin yok edemediği coğrafya, maden ve yeraltı kaynaklarının egemen ülkelerin vahşi kullanımında binlerce yılda telafisi olmayan doğal hasarlar oluşmakta, su kaynakları kurumakta canlılar katledilmektedir.

İnsanlar siyasi ve bilinçli politika ile şehirlerde toplulaştırılmışiken;

Ormanların yaylaların katledilmesine hızla devam ederken;

Dünyanın en genç ölümleri şehirleştirdikleri insanlarda görülürken;

Ölüm yaş ortalaması altmışların altına düşmüşken;

Şehirlerde değişik şekillerde insani yaşam koşulları insanlık dışı bir hal almış iken;

 Ulaşım su derlen oksijen yetersizliği dertleri ile çözümsüz bir sürece evirilmişken;

Hep imrenmişimdir; Anadolu'da bu çağda bu toplumu nasıl bu kadar çağ dışı bırakabilirsiniz.

Atatürk ve 21. yy Türkiye'sinde hayal ettiği kırsalda muasır seviye… Haftaya

YORUM YAP