Ali Gülcü

Abim Deniz

Kitabı okumaya başlamadan önce olur da yazarımdiye masanın üzerine hazır ettim defteri kalemi, aklımca önemli yerlerini not alacağım, geçtiğimiz hafta cumartesi günü öğleden sonrasıydı.

Çabuk olsun diye  poşetlerden çay demlemeye niyetlendim, iki normal bir bergamotlu çayı beyaz porselen demliğin içine attım, arayan marayan olur diye de cep telefonunu sessize aldım…

Okuyorum…

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, gözlerim bir ara çaydanlığa takıldı, inan olsun kaynaya kaynaya su bitmiş, fokurtuyu duymamışım, tekrar su koydum bir baktım 300. sayfaya gelmişim.

Pazar günü vakit olmadı, sabah diş ağrısı ile uyanınca  doktor aradım. Bülent'e ulaştığımda yedi buçuktu.

Sağ olsun açtı çocuk telefonu, " ya canım kardeşim" dedim, "gece ne rüya gördüysem artık, dişlerimi sıkmışım, kırılmış bir tanesi,duramıyorum ağrıdan, buralarda mısın?"

İstanbul'da implant semineri varmış oraya gitmiş, otelde uyuyormuş, "akşamı bulur benim gelmem" deyince özür dileyip kapattım telefonu, bu kliniklerden birinin kapısına gittim, pazar günü çalışmıyorlarmış, başka birinin telefonunu buldum, pazar günleri nöbetçi doktor varmış ama bu pazar yokmuş.

Özel bir hastaneye gittim, orada da diş doktoru yokmuş.

Devlet hastanesine gittim, kıvranıyorum ağrıdan, bir taraftan talihsizliğe isyan da var, devlet hastanesinde diş doktoru yokmuş, sağ olsunlar oradan başka bir yere yönlendirdiler beni, devlete ait bir klinik, üç kişi oturmuş kahvaltı yapıyor, börek almışlar, su bardaklarında çaylar, gececi olduğunu tahmin ettiğim bir doktor; "iyi mesailer" deyip ayrılmak üzere…

Adama nasıl baktıysam artık, "gündüzcü doktor yeni geldi" dedi masada oturan bayan.

Sigortalı çalışıp çalışmadığımı sordu.Kimliğimi uzattım.

Çok geçmeden doktor çağırdı.

Koltuğa oturdum, iki dakika ya geçti ya geçmedi orta boylu gençten bir arkadaş girdi içeriye, eldivenler, maskeydi derken, "neyiniz var" diye sordu.

Şaka gibi!

Neyim var?

İçimden usulünce yanıtını verdim! Yazılacak şey değil.

Aynalı kaşığı soktu ağzıma, meğer benim kırık zannettiğim diş iltihap yapmamış mı?(!)

Mesai saatleri içinde gelmemi tembih etti, elimdeki kupüre bir kod yazdı, eczaneye gidecekmişim, bana ilaç verecekmiş, sabah akşam kullanacakmışım.

Teşekkür edip kalktım koltuktan, elime tutuşturdukları kupür mü neyse artık çöpe attım.

Erkenci bir çay ocağı buldum oturdum, ağrıdan gözlerimden yaş geliyor, suratım şişmiş, beynim zonkluyor.

Tanıyanlar bilir öyle ağrı kesici falan da yutmam ben.

Eve dönünce öğleden sonraya kadar uyudum.

Arkadaş bir uyandım,şaka gibi ne ağrı var? Ne beynim zonkluyor. Kahvaltıyı akşam üstü yapınca gece de Milli maç olunca, pazartesi gününün akşamına kaldı kitabı bitirmek.

Az önce son sayfayı kapattım.

Babam Ve Oğlumu defalarca izlemiş olanlar bilirler; " ağlamayacağım bu defa" der oturursun televizyonun karşısına, gelir bir yumru bağdaş kurar boğazına, bir de bakmışsın gözlerin kan çanağına dönmüş.

Deniz'in mektupları.

Hamdi'nin notları.

Can Dündar'ın anlattıkları , Cemil babanın yaşadıkları, Mukaddes annenin çektikleri derken sonunu bildiği ve defalarca okuduğu bir hikayede, nerede ve hangi zamanda olduğunu unutup, un helvasına dönebiliyor insan.

Nedene takılıyor.

Keşke bunlar hiç yaşanmasaydı diye geçiriyor içinden.

Ağlak, ıslak, sefil bir ruh hali yapışıyor.

 

Kitabı anlatan cümleler kurmak istemiyorum aslına bakarsanız, alın okuyun istiyorum.

Can Dündar büyük iş çıkarmış.

Söyleşi formatı yerine ikili bir anlatım tekniği kullanmış, anlatımı mektuplar ve fotoğraflar ile süslemiş, "kitap" diyorum ama başka bir şey çıkmış ortaya adı 'Abim Deniz' konmuş.

Deniz Gezmiş'in kaleme aldığı son mektupta; bilim adamı olsun diye kitaplarını bıraktığı küçük kardeş Hamdi Gezmiş'in anıları...

 

Can Dündar kitabı yazdığı dönemde Hamdi Gezmiş'in oğlu Can ile yaşadığı bir anıyı nakletmiş;

" Deniz'in ( Gezmiş) yıllarca evin kilerinde bir çamaşır sepetinin içinde saklanan mirasının içinde bir avuç renkli kartpostal vardı.Dünyanın değişik köşelerinden Pakistan'dan, Almanya'dan, Arjantin'den yollanmış kartlardı bunlar…İnternet öncesi çağda yurtdışından mektup arkadaşı bulma modasına Deniz de uymuş, İngilizcesini ilerletebilmek için kendine farklı ülkelerden mektup arkadaşları edinmişti.Onlardan gelen, kart, mektup ve fotoğrafları da özenle saklamıştı.İlk kez bu kitapta kamuoyuna ulaşan o kartların üzerinde gönderen kızların isim ve adresleri vardı.

Tabi kartları görür görmez merak perisi dürttü;

Acaba neredelerdi şimdi?

Deniz'in akıbetinden haberdarlar mıydı?

Onlar da İstanbul'daki bu genç çocuktan gelen mektupları, fotoğrafları saklamış olabilir miydi?

Can Gezmiş o isimleri tek tek internetten araştırdı.

Almanya'daki mektup arkadaşının adı, Gabriele Kadanbach'tı.Ve evet Berlin'de bu isimde biri vardı

Heyecanla adresi tuşladık…

 

 

YORUM YAP