Sokak Lambası


Trafiğe kapanmış, arnavutkaldırımı çıkmazın kuytusunu aydınlatmayı görev bilmiş sokak lambası iç geçiriyor…
Kızıla kesiyor ortalık, sabah olmak üzere…
Nihayet, sallana sallana bir eli ile düşmemek için destek arayan, uzun boylu, sarışın kadın görünüyor köşede…
Topuk tıkırtıları yaklaşıyor, birazdan kırmızı ayakkabılarını çıkaracak ve sallamaya başlayacak, gülecek de…
Güne mi? Kendine mi? Geride kalan, diğerlerinden farkı olmayan ve en kısa zamanda unutulacak ve tekrar yaşanıp tekrar unutulacak geceye mi?
Neyeyse artık…
Sokak lambası kahkahalarını seviyor kadının ve çıplak ayaklarını da…
Rüzgâr parfüm kokusunu kadından önce getiriyor, başı dönüyor sokak lambasının…
Anahtarını bulmak için o bavul büyüklüğündeki çantasının fermuarını açıyor kadın, arıyor arıyor…
Sokak lambasına dönüyor bir ara ; "sen hala burada mısın?”
Her zaman yaptığı gibi susuyor, sokak lambası, iç geçiriyor…
Anahtarı bulunca, kadın apartmanın içinde kayboluyor…

Sokak lambası olmanın nahoş tarafı; uyanmak için havanın kararmasını beklemek, kadının menekşeleri ile konuşmasını görememek, herhalde!
Gözleri uykulu nasıl aralıyordur perdeyi, pencereyi açıp, temiz havayı nasıl içine çekiyordur…
Miskin miskin nasıl hazırlıyordur o kahvaltı sofrasını, çayı açık mı, demli mi seviyordur?
Günün ilk kahvesini, ilk sigarasını içerken, kimi, neyi düşünüyordur?
Sabaha karşı nereden geliyordur kadın?

Hava kararırken nereye gidiyordur?
En kötüsü de beklemek tabi!
Sokak lambası olup beklemek…
Keşke ayaklarına beton dökülmemiş olsaydı!



YORUM YAP