Ali Gülcü

Siyah bir tüy buldum yolda

Güzel bir gün diye geçirdim içimden. Gökyüzü mavi, hava sıcak, kuşlar var hala, ağaçlar var! Siyah bir tüy buldum yolda, iyiye işaret!

O incecik akan dereye bile tenezzül etmiş insan, çimento renginde bulamaç akıyor köyün içlerine doğru, koku bir taraftan.

Çeşme artık kör, soluksuz, bilek kalınlığında su akardı buz gibi, yalağına hayvanları sulamaya getirirlerdi.

Kavak ağaçları vardı, bir dönem çevirmeci açmışlardı, mavi masalar bırakmışlardı ağaçların gölgesine, sahibini de tanıyordum ama unuttum şimdi.

Geceleri sarı ampuller aydınlatırdı kavaklığı. Çakır keyif olan dereye atarmış kendini, duydum da hiç görmedim.

Ne olduysa birdenbire kayboluverdiler. Mavi masalar, insanlar, kavakları kestiler. Paslı tel örgüyle çevrilmiş kel bir boşluk kaldı geriye.

Yaz aylarında ana yollar kalabalık olunca, köy yollarını tutuyorum.

Her köy yolu benim için ayrı bir yaşanmışlık.

Köyler de başka hikâye, aaa şurada bir bakkal vardı kapanmış, hem kim bilir ne zaman?

Mezarlığın karşısındaki kahveyi yaşlı bir amca işletirdi, hem sipariş alır hem durup çay içerdim. Asker emeklisiydi, süvari! Adı neydi?

Okunmuş haftalık gazeteler olurdu masaların üzerinde, yaşlı amcalar can sıkıntısından sakal bıyık çizerlerdi mayolu kadınların yüzlerine.

“Çarşamba mı bugün?”

Çarşamba!

“ Breh anasını bir hafta nasıl da geçivermiş!”

Gazete ısmarlarlardı, ille de yolcuları olurdu.

“ İbraam da gelsin mi seninle, sevaptır!”

O köyden bu köye, bu köyden yanındakine, yanındakinden ötekine… İnerken ille de sorarlardı, borcumuz?

Kimi yaşlı bir karı koca, kimi üç çocuklu bir aile, kimi bıçkın bir delikanlı.

Defalarca taşıyınca ahbap olduklarım da oluyordu.

“Te te te şu avlunun kapısında dur, bekle bakalım acık sen” Şalvarlı teyzem bir koşar içeriye, elinde bez torbada tarhana olur, kesme, kavanozlarda sirkeli biber, domates sosu…

Almazsan yüzleri değişiverir. “Niyanlardan getirdin bizi o kadar!”

Jandarma çevirmezse, kar yağarken de giderdim.

Karda iz yapardı benim Toros! Düşünün benden önce araba geçmemiş.

“Gene gelmiş bu kızan! Bu havada kim içecek gazozu?”

Şimdi düşününce geride kalan yıllarda çok insan tanıdım, çok insan unuttum.

Onlar da beni unutmuşlar.

Ahmet amca tanımadın mı beni?

“Çıkarıcam bir yerden ama dur bakalım! Hasan'ın damadı değil misin sen? Büyük kızla evli olanı? Otur bakalım ıhlamur kaynattım yeni.”

Hayat!

“Çok kilo almışsın beya! Yolda görsem tanımam. Eee nabıyon şimdi?”

Aradan çok zaman geçince, tanıdıkları da sormaya korkuyor insan.

O?

“Sizlere ömür.”

Filanca?

“Trafik kazası”.

Bir de gerçekleşmeyen hayaller!

Oğlu vardı, dershaneye gidiyordu o zamanlar?

“Çiğ köfteci açtı kasabaya!”

Uzun saçlı bir çocuk vardı, güzel top oynuyordu, İstanbul'a gitmişti?

“Bütün gün yatıyo evde, işsiz. Bacağı mı kırılmış, öyle bişey olmuş şimdi yalan olmasın.”.

Paslı basket potalarının nöbet beklediği boş köy okulları olduğu gibi duruyor. Minik kalplerin, beyaz yakalı, tebeşir tozlu hayallerini saklıyorlar.

O zamanların teneffüs saatlerinde gördüğüm öğrencileri, kim bilir nerelerdeler şimdi?

Büyük adam olduklarını umuyorum, hem de canı gönülden.

Güzel bir gün diye geçiriyorum içimden. Gökyüzü mavi, hava sıcak, kuşlar var hala, ağaçlar var!

Siyah bir tüy buldum yolda, iyiye işaret!

YORUM YAP