Ali Gülcü

Oluruna mı bıraksak acaba?

Kadın terk etmiş evi!
Cep telefonunu yanına almadığı gibi not dahi yazmamış.
Adam kadının başına bir şey geldi sanmış önce, eşi, dostu, akrabayı aramış, kadından haberi olan yok.
O gün öyle geçmiş, sabaha karşı ev telefonu çalmış, adam sızdığı kanepeden fırlamış, telefonu nasıl eline almış, nasıl açmış…
"İzmir'deyim, peşimi bırak." demiş kadın.
Hepsi o.
Bankadaki paranın hepsini de çekmemiş mi?

&&&

Deniz kenarında, müşterisi bol, keyifli bir balık lokantasının kuytu masalarından birine çökmüş, denizdi, martıydı, anasondu, iyottu derken, pazar gününü miskinlikle geçiriyorum.
Arada sevmediğim bir adamın önce adı geliyor aklıma, sonra yüzü ansızın  gözümün önünde belirince, çatalı namussuzun göğsüne saplar gibi batırıyorum peynire, adamı dişler gibi ısırıyorum kavunu, kendi kendime içimden içimden öyle…
Ne yaptığımı fark edince gülüyorum.
Kalabalık olunca yakın oluyor masalar birbirine, uğultu, müzik de işin içine girince hikayelerini, dertlerini, tasalarını karşısında oturana duyursun diye yüksek sesle anlatmak zorunda kalıyor insanlar. Denizdeki gibi! Motor sesinden sen kendi konuştuğunu işitmezsin ama beş yüz metre ileride balık tutanlar, noktası virgülüne kadar anlattığın her şeyi  duyar. Ne şehir efsaneleri, kulağıma çalınan ne yaşanmışlıklar var bununla ilgili…
Ben gibi terbiyesizlerde yapacak bir şey olmayınca, hülyalara dalmış, dünya ile bağını koparmış, görmüş geçirmiş, eleği koltuğunun altında adam pozlarına bürünüp yan masayı dinliyor işte.
Ayıp  tabi yaptığım fakat kulak bu, istemesen de duyuyor.

&&&

Dertli ile Derman otuzlu yaşlarda iki ağabey bunlar. Kimyalarından ve de vücut lisanlarından masaya gündüzden çöktükleri sonucuna varıyorum.
Dertlinin pusulası bozulmuş, demirleyecek liman arıyor, Derman'ın dinlemekten şakülü ha kaydım, ha kayıyorum, sıkılmış da besbelli, fanyalı ağa düşmüş balık çaresizliğinde lakin ne yapsın?
Gözümün önüne gelen adam sıfatlarını unutup, ne yalan söyleyeyim üzülüyorum hallerine, sandalyeyi çekip muhabbete ortak olmak geçiyor içimden…Cesaret edemiyorum.
Dertlinin anlatacakları bitince, Derman, sadece üçüncü kişilerin fark edebileceği bir ukalalıkla, belki bir şeyler söylemek zorunda hissettiği için;
"Takma kafana" diyor "Zamana bırak."
Duymaz oluyorum sonra onları…

&&&

"Zamana bırak."
"Zaman her şeyi ilacı."
Başımız sıkıştığında, teselli aradığımızda, derdimizi anlatıp, medet umduğumuzda çok duyuyoruz değil mi bu cümleleri.
Ne oluyor zaman geçince?
Felsefesine uydurulup olup biten kabulleniliyor önce.
ihanetle açılan derin kesiklerin içi, 'zaten beni hak etmiyordu' avuntuları ile dolduruluyor.
Yaralar kabuk bağlıyor.
Arayış, eksileni yerine koyma çabaları.
Başa gelenin tekrar sorgulanması.
Tekrar felsefe; yaşamam gerekiyordu yaşadım.
Yeni biri olma isteği; başlangıçlar, hobiler, saç değişikliği belki, imkan varsa iş, mekan, şehir kaçışları…
Unutma.
Unuttuğunu zannetme.
Nihayet yeni biri.
Ya bu da beni terk ederse korkuları…
Korkunun getirdiği geri çekilmeler, ödünler, görmezden gelmeler.
Haydaa tekrar terk ediliş!
Aynalara küsüş…
Tekerrür.
Zamana değilde oluruna mı bıraksak acaba?
Oluru mu her şeyin ilacı?

YORUM YAP