Ufuk Bek

Mevlana ve sevgi üzerine

“İnsanları iyi tanıyın. Her insanı fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin.”

Mevlana'nın çok sevdiğim, harikulade sözlerinden biridir.

Evrensel olmasının yanı sıra, öyle derin anlamlar içerir ki!

Öncelikle çağımızın bulaşıcı hastalığı olan “Önyargı” denen baş belasının panzehiridir.

“İnsanları iyi tanıyın. Her insanı fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin” derken, hastalığı yüzyıllar öncesinden teşhis edip, tedavi için ilacını da miras bırakmıştır bütün insanlığa…

Amerikan sinema devi Hollywood bu konuyu çok da güzel kullanarak Oscar ödüllerini toplamıştı “CRASH“  Çarpışma filmiyle çok uzun yıllar önce.

Mevlana'nın kulaklara küpe olan bir başka unutulmaz sözü de; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” deyişidir.

Tarkan daha dünya starı (!) olmamışken “Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin” diye sesleniyordu hayranlarına doksanlı yıllarda. Ortalığı yıkıp geçmişti bu şarkısıyla…

Ve gençleri fethettiği unutulmaz danslarıyla da tabi ki!

Kulağıma bu nağmeler çalındığında, Mevlana'nın o unutulmaz sözleri gelirdi hep aklıma!

Belki de, yaşam şekline ve insani düşüncelerine hayranlık duyduğum o kıymetli insanı hatırlattığı için çok ama çok severek dinlerdim Tarkan'ın bu şarkısını!

Elif Şafak'ın yazdığı “AŞK” romanıyla da gündemi meşgul etmişti uzun yıllar önce Mevlana…

Birçok insanın iyi tanımadığı, belki de bazılarımızın adını hiç duymadığı Şems-i Tebrizi'yi tanıdık bu kitap sayesinde… Mevlana'nın uğruna aile fertlerini dahi karşısına aldığı “Ruh İkizim” dediği ŞEMS'i…

Mevlana hakkında yazmaya karar verip, kitabı tekrar elime aldığımda ise altlarını çizdiğim satırların çokluğu dikkatimi çekti.

Örneğin ilk işaretlediğim satırlarda, romanın kadın kahramanı Elsa'nın kızıyla yaşadığı problemi anlattığı mektuba cevaben şunları yazıyor (Romanın erkek kahramanı) Aziz Z. Zahara: “İnsan sevdiklerinin iyiliğini istediği için onlara müdahale etmeden duramıyor, ama bunun bir faydasını da görmüyor aslında. Kendi adıma ben, ancak başkalarına müdahale etmeyi bırakıp, “tevekkül” ettiğim zaman rahat ettim, biliyor musun?

Pek çok insan için tevekkül etmek, pasif kalmak demek; halbuki tam tersine. Tevekkül, kabulün ve uyumun getirdiği som bir huzur halidir. Edilgen değil, etkindir. Kainatta değiştiremeyeceğimiz, tam anlamıyla vakıf olamayacağımız haller arz edebilir. Bu haller de dahil, tüm var oluşa aşkla yaklaşmak mümkün. En azından deneyebiliriz. Rumi aşkın hayatın can suyu olduğuna inanırdı. Öyleyse eğer, tek bir katresi bile heba olmamalı.”

 “Tevekkül” sahibi olmak... (TDK-Tevekkül: Herhangi bir işle ilgili elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah'a bırakmak.) Bu kadar kıymetli bir özellik nasıl oluyor da birçok insanın gözünde pasiflik olarak değerlendirilebiliyor anlamak mümkün değil!

Sadece günümüzde değil, tam sekiz yüz yıl önce de böyle olduğunu okuyunca daha çok şaşırıyor insan!

“Hepimiz için hayat, doğum ve ölümler dizisi demek. Başlangıçlar ve sonlar. Bir anın doğması için bir önceki anın ölmesi gerekir. Yeni bir “ben” için, eski ben'in kuruyup solması gerektiği gibi.”

Böyle yazıyor, altını işaretlemiş olduğum satırların başka bir bölümünde…

                                     

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN KIRK KURALINDAN BAZILARI

“Şems“ kırk kuralından birinde “Sabır”la ilgili şöyle diyor…

Ve babam, “A.Murat Bek” geliyor aklıma…

Seksen üç yıllık ömrü boyunca her zaman sabırlı ve inanılmaz derecede ileri görüşlü olmuş o saygıdeğer insan.

“Dokuzuncu Kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.”

Bir diğer kuralında ise “Kader ve Alınyazısı”na vurgu yapıyor…

“On dördüncü kural: Hakk'ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”

Dış görünüşün anlamsızlığını ve kalp güzelliğinin önemini on yedinci kuralında harika anlatıyor…

“On Yedinci Kural: Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte ölür. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.”

Son olarak “Şems'in on dokuzuncu kuralıyla” bitirmek istiyorum yazımı…

“Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.”

YORUM YAP