Ali Gülcü

En büyük gazozcu

Semaverler, mangallar, ağaçların arasına kurulmuş hamaklar, değişik kültürlerden insanların havayı güzel bulup tavuk kanadı yemek için bir araya geldikleri mesire alanı…
Nicedir göl kenarına pikniğe gelmişliğim yok.
"Göl" dediysem etrafını salkım söğüt ağaçlarının süslediği, kırlangıçların su içtiği, rengi gökyüzü ile karışmış kocaman mavi bir su kütlesi gelmesin gözünüzün önüne…
Kirli, kahverengi bir canavar!
Gölü mü insanlardan, insanları mı gölden korumak için bilmem! Telle çevirmişler etrafını…
Dünyanın başka yerlerinde örneği var mı kim bilir?
Sıcak, erik ağacının altına, uzamış otların üzerine sırt üstü yatıyorum. Yeşil yapraklarda kırılan gün ışığına, mavi gökyüzüne, dalların rüzgârın dokunuşlarıyla titreyişine takılıyorum bir süre… Başka zamanlarda
Başka yerlerde, başka erik ağaçları düşlüyor, gözlerimi kapatıp yakan top oynayan çocukların seslerini dinliyorum.
Başka bir mahallede yakan top oynayan çocuklardan biri benim.
- Ali vuruldun çık, mızıkma!
- Hayır vurulmadım!

Geçenlerde Edirne'den dönüyorum bizim şoför Mustafa ağbi geldi aklıma, arada telefonlaşır gülüşürdük.
Aradım;
"…kayıtlı böyle bir numara yoktur…"
En son böyle bir telefon numarası vardı ve aradığım zaman Mustafa ağbi çıkıyordu.
Aklıma kötü bir şey gelmedi açıkçası, numarasını değiştirmiştir diye geçirdim içimden.
Erik ağacının altına sırtüstü yatmadan önce, Halil'le Soner'e sordum Mustafa ağbiyi
- Mustafa ağbi öldü ya ağbi!
- Nasıl öldü?
- Ölmüş işte ağbi.
- Kimden duydunuz?
- Bizim mahalledeki Fatma abladan…
İçimde bir şeylerin kırıldığını hissettim de belli etmedim çocuklara.
Erik ağacının altından kalktım ormanın derinlerine inan patikada yürümeye başladım…
Doksanlı yıllar Silivri'de bir mahalle kahvesinde oturuyoruz, ben neredeyse çocuğum, çaylar geliyor, kısa boylu, bıyıklı, saçları beyazlamaya başlamış güleç adam en ciddi hali ile işin inceliklerini, yapmam ve yapmamam gerekenleri anlatıyor…
İçimdeki sersem Donkişot'u çabuk keşfetmişti Mustafa ağbi;
- Ali biraz konuşmamız lazım.
- Hayırdır ağbi?
- Bizim kömür paralarını kestiler, bu kış ne yapacağız bilmem?
- Kim kesti?
- Necati Bey!
Mustafa ağbinin lafı biter bitmez, Necati Beyin odasında almıştım soluğu.
- Necati Bey ne yapıyorsunuz siz!?
- Ne yapıyoruz?
- Adamların kömür paralarını kesmişsiniz, derhal verin.
- Yahu Ali, sen kömür parası alıyor musun?
- Hayır.
- E sana ne adamların alacağı paradan?
- Olsun, ne yakacak insanlar!
Bunun gibi bir sürü olay.
Ali maaşlara zam yapmıyorlar.
Ali izin istedim vermediler.
Ali yol paraları…
Ali primlerin artması lazım…
Her seferinde rahmetli Necati Beyin odasına gider hesap sorar fırçayı da yerdim mutlaka.
Mustafa ağabeyler de arkamdan gülermiş.
Bu durum Mustafa ağbinin İstanbul'da dört katlı apartmanı olduğunu, çalıştığımız şirketten aldığı maaş ve primlerin haricinde emekli maaşı olduğunu, kira gelirlerinin olduğunu öğrenene kadar devam etti!
Karıştırırdı ortalığı rahmetli, el bombasının pimini çeker, atar, arkasına bakmadan kaçar, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi gelir sorardı;
- Ne yaptınız dün?
Motosikletten arabaya geçtiğim dönemler. İstanbul'dan Toros'u aldım Silivri'ye getirdim. Nasıl geldiğimi bir ben biliyorum bir Allah. Kale Mahallesindeyim bayır yukarı park ettim arabayı, işimi bitirdim gideceğim…
Titriyor stop ediyor araba… Bir, iki, üç yok, üstüne kaportadan duman çıkmaya başlamasın mı? Yaktım dedim arabanın motorunu!
Cep telefonu sadece ultra zenginlerde var o zaman, Kale Mahallesinden Çorlu durağına kadar koşup ( bilen bilir ciddi mesafedir) Faruk amcanın (Budan) bakkal dükkanında buldum Mustafa ağbiyi, ağlamaklıyım;
- Ağğbiii, yetiş!
Beni öyle görünce telaşlandı adam;
- Ne oldu be oğlum?
- Yandı!
- Ne yandı?
- Arabanın motorunu yaktım ağbi Kale Mahallesinde!!
- Nasıl yaktın kardeşim yeni arabanın motorunu?
- Ne bileyim ağbi…
- Çoluk çocuğa araba verirlerse olacağı bu!
Dağıtım kamyonu ile gittik Kale Mahallesine, en bitirim hali ile bindi yanıma;
- Çalıştır bakalım…
- Çalıştırdım.
- Tak vitese…
- Taktım.
- Bas gaza.
Araba yine titredi stop etti!
Şaak enseye tokadı yedim. Yüzüne nasıl baktıysam artık o gülmeye başladı;
- Arabayı üçüncü viteste kaldırmaya çalışıyorsun oğlum!
On yıl oluyor, yorulduğunu ve artık dinlenmek istediğini söyleyince bir veda gecesi yapıp ayrıldık Mustafa ağbiden, hayatın hengamesinde bir daha da görüşmek kısmet olmadı.
"Kamyonda gazoz şişelerinin tıkırtısını seviyorum ben…" derdi…
Sorardı;
- En büyük gazozcu kim?
- Sensin ağbi!
- Ulan Necati Beye de öyle söylüyor muşsun!
- Müdür diye idare ediyorum! En büyük gazozcu sensin ağbi…
Geçenlerde Edirne'den dönüyorum bizim şoför Mustafa ağbi geldi aklıma, arada telefonlaşır gülüşürdük.
Aradım;
"…kayıtlı böyle bir numara yoktur…"
En son böyle bir telefon numarası vardı ve aradığım zaman Mustafa ağbi çıkıyordu...

YORUM YAP