Ahmet Yücegök

Nereden nereye

"Komşu komşunun külüne muhtaç”
Önemli söz… Belki de bu sözü baz alıp söylemiş olabilir Başbakanımızın atadığı Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu "Komşularımızla sıfır sorun” demişti..
Böyle koymuştu hedefi…
Evet… Güzel bir hedef, güzel bir söylemdi…
O günlerde desteklememek vatana ihanet gibiydi adeta… Ardından… Başbakanımız, komşumuz Suriye'yi ziyaret etmişti. Suriye ziyaretinde "dostum” demişti Suriye Devlet Başkanı Esad'a…
Ailece Gazetecilere poz vermişlerdi…
Çekilen fotoğrafların altına "yakında, birlikte sabah kahvaltısı yapacaklar” yazılıydı…
Hoşumuza gitmişti…
Sonra? İşte orası çok karanlık…
***
Askerlerimize Çuval Geçirdiler…
Başbakanımız Irak'a kızmadı bile. Çünkü, biliyordu ki, Irak Amerikan işgali altındaydı…
Gazze'ye yardım amacıyla giden gemimize İsrail saldırdı. Sayısını şimdi tam olarak hatırlayamadığım insanımızı öldürdü…
Başbakanımız buna çok kızdı…
Adeta, gürledi… Yağdı esti…
"Özür dileyecek” dedi ve noktayı koydu…
Ama… Tam tersine, Büyük elçimize "alçak iskemle” muamelesi uyguladı İsrail...
Başbakanımız bir ara Amerika Birleşik Devletlerine bile kızdı Libya olayında "Orada NATO'nun ne işi var” dedi…
Sonra ne olduysa oldu…
Dışişleri Bakanıyla çanta dolusu para bile gönderdi LİBYA işgalcilerine yardımım dokunsun diyerekten…
Ve… En son… Suriye'nin Uluslararası Hava sahasında uçağımızı düşürmesi Başbakanımız büsbütün kızdırdı…
Yağdı… Esti ... Kükredi…
Hatta… Bu kadarla da kalmadı…
Gazetecileri de yanına alıp doğru, yerli malı uçağımıza bindi…
Uçak önümüzdeki yıl uçacakmış önemli değil… Başbakanımızın da amacı uçmak değildi zaten… Amacı… Siyah gözlüklerle gazetelere poz vermekti…
Bu pozla da Suriye'ye hatta dünyaya hokkalı bir mesaj vermekti…
Lakin… Mesajı alanlardan "tıs” çıkmadı…
Ve, anlaşıldı ki… Bağırma çağırmalarla, afra tafra ile peynir gemisi yürümüyor…
Eh… O zaman…
İçeri doğru efelenmenin de anlamı yok…
Biliyoruz ki… Hapishaneler ağzına kadar doldu…
Vay be… Nereden nereye…

İSTER İNAN / İSTER İNANMA
Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan Erzurum'da; "Sınırlarımız söz konusu olduğunda tıpkı İstiklal Marşı'nın emrettiği gibi "kükremiş sel olur bendimizi çiğner aşarız” demiş.
(30/6/2012 –Cumhuriyet )

SOKAK VE CADDE İSİMLERİ
Yerel basında okudum…
Eski Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan ismi, Alipaşa Mahallesinin bir tarla yoluna verilmiş…
Eski Başkan buna çok kızmış…
Ama… Neyine kızmış?.
Orası, belli değil…
Yani…"Silivri Merkezinde bunca yer varken niye Alipaşa Mahallesindeki bir tarla yoluna verildi, beni oraya mı layık gördüler” diye mi? Yoksa… Sokak ve caddelere, yaşayan insanların isimlerini koymak doğru değil diye mi? Oysa… Kızmakta biraz aceleci davranıyor gibime geliyor…
Nedeni? Hüseyin Turan adında meşhur türkücü var. Belki de onun adı. Acele etmemek lazım… Ama, bence… Şayet kendi partilileri önermedilerse İstanbul Büyük Şehir Belediyesinde AKP'li Meclis üyesi arkadaşları, harita üzerinden, AKP İl Yöneticisi olan arkadaşlarına kıyak olsun diye oraya koymuşlardır…
Sonra… Meclis üyelerine de atıfta bulunmuş…
Biraz da kızmış gibi…
Oysa… İsimleri veren İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisi…
Diyor ki "Silivri Belediye Meclisi teklif etmese o isimleri koyamazlar”.
Anlaşılıyor ki…
Eski Başkan… İlçe Başkanından bilgi almamış…
Bir de… "Silivri Belediyesi iyileri kendi, kötü yapılanların tamamını İBB'ye atıyor. Hep böyle yapıyor” demiş…
Bu kadar basit bir olaydan bu kadar büyük laf…
Pes yani… Ha… İsimleri… Niye değiştiriyorsunuz?
Silivri'nin sokak ve cadde isimleri sizi niye rahatsız etti?
Tekrar edeyim… Sokak ve Cadde isimleri meselesi bitmeyecek. Bunu İlçe Başkanına da, İl Başkanına da iletebilirsiniz.
Ve, onlara "Şayet isimlerin değiştirilmesi veya yeni yerlere koyulması zorunlu ise bunu Mahalle Muhtarları, Silivri Belediye Meclisi ile birlikte yapmanın ne mahzuru vardı?” sorusunu sorabilirsiniz…

O AN VE O GÜN
Uzun yıllar hayatınızın önemli anlarında yanınızda durmuş. Yarattığınız veya dışınızdan kaynaklanan zorlukları yenmede size kol kanat germiştir Anne ve Baba...
Evlat ne yaparsa yapsın kıyamazlar…
Ama… Yaşam sonsuz değil…
Bir gün geliyor… Yaşam sona eriyor…
Yani… Her canlının başına gelen onların da başına geliyor… İşte o an… Onların yaşı kaç olursa... Sizin yaşınız kaç olursa olsun…
Büyük bir boşlukta hissediyorsunuz kendinizi… İlk önce… Şaşırıyorsunuz. Sersemliyorsunuz. Sonra… Toparlanıyorsunuz…
Daha sonra, kendi kendinize "şimdi ne yapacağım, yapmam gereken ne?” deyip, işe koyuluyorsunuz…
Böyle bir gün her insanın yaşamı içinde vardır.. Başına gelmiştir veya her an gelebilir…
Cuma günü ben de öyle bir gün yaşadım…
Biraz da yaş gereği. Son aylarda hep rahatsızdı…
Evinin bahçesi dışına çıkacak mecali yoktu ama sağlığı üzerine "Nasılsın?” diye her soruşumda "İyiyim” derdi…
Demek ki… Ana yüreği böyle bir şeymiş…
Nihayet… Cuma günü, öylen vakti kötü haber geldi. Anladım ki, o iyiyim lafı "karşısındakinin üzülmemesi” için söylenmiş uydurma sözmüş…
O an…
Haberin ne olabileceğini tahmin de ettiğim "Alo” sesi sonrasını hatırlayamıyorum…
Neyse dostlar…
Yaşımız… Kaç olursa olsun…
Yaşamın sona erdiğini öğrenince, kabullenmek çok zor…
İçine oturuyor…
Ve… Şuna inanın…
Onların da… Yaşları kaç olursa olsun…
Varlıkları yetiyor…
Öğrendiğinizde "Ne yaparım bundan sonra” diyorsunuz gayri ihtiyari…

BENDEN SÖYLEMESİ…
• Sahildeki bazı Çay Bahçesinin çimleri kurumuş. Sulanması gerekiyormuş. Şimdilik isim vermiyorum…

YORUM YAP