Ahmet Yücegök

Ne dersiniz?


AKP’nin iktidara geldiği ilk günlerde söyledikleri aklımda... ‘Üç Y’ demişlerdi. Açılımı

"yasaklar/yolsuzluklar/yokluklar”. Bu üçünü yok etmek için varız diyorlardı. Yok, etmek için "acil eylem planı” olarak "inşaat sektörü " motor sektör olacak, dediler. Söylemleri de genellikle o konu üzerineydi. Pardon, biraz da "Duble Yol” lafları aklımda kaldı...

Ve gelmeden önce, üçlü koalisyon döneminde alınan ekonomik tedbirlere ilişmeyeceklerini aynen devam edeceğini söylemişlerdi.

En başından söyleyeyim…

"Koalisyon dönemi alınan ekonomik tedbirlere ilişmeyecekleri ve aynen devam” edecekleri dışında diğer söyledikleri, yani "yasaklar/yolsuzluklar/yokluklar” iddialarında, sınıfta kaldı…

İlk yıllar neyse de, sonrasında dönemin başbakanı halkın beklentilerini dillendirmek yerine başka partilerin ne dediklerini yorumlayarak, kendi için en kolay siyaset yöntemi olan "toplumu kutuplaştırma” yolunu seçti…

Havuz veya başka kanallarla ele geçirdiği MEDYA desteğiyle bütün olumsuzluklar perdelendi…

Öyle olunca da, toplumun iktidarı denetimi azaldı…

Perdeleme devam etti… Yapılan yanlışlar, bahsettiğim MEDYA kanalıyla, topluma DOĞRU gibi pompalandı… Derken… Yolsuzluk söylentileri arttı…

Söylentilerin üzerine girmek yerine söylentilerin üstü örtüldü. Hızla çürüme başladı…

Bu arada… Darbe-marbe söylentileriyle "Silahlı Kuvvetler, kamuoyunda çok tartışılır bir şekilde pasifize edildi… Ayni şekilde "Yargı” yargısız infaza kurban edildi…

Kısaca… Hukuksuzluk diz boyuydu ama herkesin güven duyabileceği bir yargı yok edilmişti...

Bu arada… Bir takım yasal düzenlemelerle birçok DEVLET Kurumu iğdiş edildi…

En son olarak iktidarı denetleyecek olan "Silahsız Sivil Kuvvetler” değişik "oldubittilerle” hareketsiz hale getirildi...

Bu arada… İyi bir şey mi, kötü bir şey mi, bilmiyorum ama yurda ve dünyaya tanıtmakta zorlandığımız SİLİVRİ bu arada en çok sözü edilen İLÇE oldu…

***

Yapılan seçimlerde elde edilen sonuçlarla topluma "bütün olumsuzlukların aklanıp, paklandığı” imajı verilmeye çalışıldı… Kısaca… Seçimler, aklama, paklama makinesi gibi takdim edildi… Yıl 2014… Dönemin Başbakanı Cumhurbaşkanı seçildi… Ki… Burada da SANDIK bir aklama mekanizması olarak takdim edildi...

***

Gelelim… Başbakan Ahmet Davutoğlu’na…

Peki… "Kim bu Ahmet Davutoğlu?”

Hemen söyleyeyim… Ahmet Davutoğlu, Eski Dış İşleri Bakanımız…

Ve… Ayni zamanda, AKP Genel Başkanı... Daha doğrusu Genel Başkan olmak için çabalıyor.

Ve… O nedenle de… El kol hareketleri, mimikleri, seçtiği konular. Konular arası bir birine geçişler hepsi, önceki Genel Başkanın aynisi…

Aslında o "aynisini” yaptığını zannediyor ama ne yaparsa yapsın, nasıl yaparsa yapsın aynısı olmuyor. Kısaca, taklit tutmuyor. Sırıtıyor… Hele de… Aniden parlıyor ve "ey cehape, ey Kılıçdaroğlu” demesi yok mu?

***

Gözlemim… El kol hareketleri, sesi, vücut hareketleri hiç biri AKP tabanının beklediği gibi değil… Aslına bakarsak "ustasının hareketlerinin aynisini çıraktan beklemek” doğru değil…

***

İster gelişmiş ülkeler diyelim ister demokrasiyi özümsemiş ülkeler diyelim, her birinden siyaset dersi alıyoruz. Almakta fayda var. Ayıp değil, günah değil. Amerika’yı tekrar keşfetmek gerekmez…

Demem o ki… Örnek almaya çalıştığımız, demokratik ülkelerinin hiç birinde, bizim İktidara benzeyen bir İKTİDAR göremiyorum… Yanlış yoldalar mı acaba? Ne dersiniz?

 

VE SİLİVRİ’YE KAR YAĞDI

Bu kadar kara hasret yıl yaşamamıştım, diyebilirim. Merkeze yağan çok fazla değildi ama uzak mahallelere epey yağdı… Mesela… Sayalar, Danamandra ve Çayırdere Mahalleleri bembeyazdı…

İlginçtir… İnsanlar, yağmur duasına çıkar gibi kar duasına çıkacaklar karın yağması için neredeyse…

 

ANLAYAN ANLAMIŞTIR

Yerel gazetenin birinde…

"Eğitim Bir - Sen’den hayırlı olsun ziyaretleri” başlıklı bir haber…

Meraklandım! Kendi kendime "Ne alaka” dedim…

Fotoğraflara bakıyorum, içlerinde tanımadıklarım çoğunlukta olsa bile, tanıdığım öğretmenler de var…

Ve aklıma "Eğitim Bir-Sen yöneticiler, ziyaretleri belgelemek içinde, her okulun önünde fotoğraf çektirmişler” gibi geldi…

Tatmin olmadım… Yine "Neden?” dedim kendi kendime…

Fotoğraf karesine bir kez daha baktım… Bu defa da, son günlerin "vesayet” tanımlaması aklıma geldi…

Fotoğrafta gördüğüm Eğitim Bir-Sen yönetiminden kişiler, atanmış yöneticilere "buraya bizim sayemizde geldiniz, bunu unutmayın, yöneticiliğiniz bizim elimizde ona göre” der gibi bir havadalar...

***

Bir okulun müdürü ve yardımcılarının sorumlulukları ve yetkileri üzerine laf edecek değilim ama o arkadaşların, o makama geliş şeklini önemsiyorum…

Tercihte öne çıkan "ölçüleri” ve "vesayet” meselesini ciddiye alıyorum…

***

Sonra… Düşünüyorum da, yakın zamana kadar "Eğitim Bir-Sen” diye bir sendika yoktu. Şimdi en büyük "Öğretmen Sendikası” dendi de, bu büyüme bana normal büyüme gibi gelmedi…

Peki… "Bu haberle, bu fotoğraflar ne alaka?” derseniz…

Ben de… "Anlayan, anlamıştır” derim…

 

İNANILIR GİBİ DEĞİL

TÜSİAD için Cumhurbaşkanının ettiği laflar geçtiğimiz haftanın önemli olaylarının başında geliyor. Ki, bu örgütün tarihçesine bakıyorum. Az buz değil, bir zamanlar Hükümetler devirmiş...

Ve diyebilirim ki, uzun zamandır, siyasi iktidarla araları soğuktu. En son geçtiğimiz hafta daha da soğudu. Hatta dondu bile diyebiliriz…

Nedeni de… TUSİAD’ın başkanı Haluk Dincer, Hürriyet Gazetesinde Ahmet Hakan’la yapmış olduğu bir söyleşide ve söyleşinin bir yerinde "Muhatabımız Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu” demiş…

Olay gazetede yayınlanınca Sayın Cumhurbaşkanı, TÜSİAD Başkanına "Vay efendim nasıl öyle dersin” diye gürledi...

Öyle bir gürleme ki… "Onlar madem beni muhatap almıyor ben de onların genel kurul toplantılarına gitmem” dedi...

Bunun ne anlama geldiği de biliniyor...

Yani… "Malumun ilanı…”

Neyse… Ardından Sayın Başbakan "Bende gidecektim ama Cumhurbaşkanım gitmiyorsa ben de gitmiyorum” dedi... Al sana bir kriz! Cumhurbaşkanını iyi tanıyoruz, Sayın Cumhurbaşkanımızın muhataplıktan ne anladığını da az çok tahmin edebiliyoruz ve o nedenle de böyle bir davranışı bizi şaşırtmadı...

Lakin Sayın Başbakan neden "ben de oynamıyorum” diyor, işte onu anlamakta birçok insan gibi ben de zorlanıyorum… Gerçekten… İnanılır gibi değil…

 

NEREDEN, NEREYE

Ayna Gurubundan Erhan Güleryüz Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Ahmet Hakan Coşkun’nun köşesinde çıkan bir yazıdan dolayı düzeltme göndermiş "Ben o an da salonda yoktum” demiş…

Olayı biraz açayım…

Olayımız… Uzun yıllar öncesine yani, 1990’lı yıllara dayanıyor… Kısaca… Kamuoyuna mal olan o meşhur Ahmet Kaya’nın bir kutlama yıl dönümü eğlencesi sırasında "Kürtçe şarkı” söylemek istemesi ve ardından orada bulunan birçok sanatçının Ahmet Kaya’yı "yuhalaması/kaşık fırlatması” olayı...

Sonra… Bir başka zamanda… Bir başka olayda… O "olayda kaşık fırlatma” meselesi gündeme geldiğinde "o gün yaptığından pişman olan sanatçımıza zamanın Başbakanı R.T.Erdoğan "Hepiniz oradaydınız” diye avazı çıktığı kadar bağırmıştı…

Nereden, nereye…

 

NEREYE KADAR?

Torba veya çuval YASA… Her neyse… Her şeyin içine koyulduğu bir düzenlemenin konuşulduğu günlerdeyiz… Ve… Yine, AKP’nin Silivri sorumlularının "Silivri’de en acil mesele olan TAPU ve ECRİMİSİL olayına karşı "üç maymunun” oynadıklarına tanıklık ediyoruz…

İyi de… Buradan… Tekrar sesleniyorum… Hanımlar beyler bu SULTANLIK nereye kadar?

 

İSTER İNAN / İSTER İNANMA

"…Neredeyse yolsuzlukla torpile Allah’ın emri diyecek insanların yönettiği bir memleketteyiz. Bu insanların değer anlayışı okullarda seminerlerde öğretilecek.”

(Özgür Mumcu- 3/1/2015 /Cumhuriyet)

 

GÜNE UYAN

"Doğaya hoyratça davranan toplumlarda insanlar arası ilişkiler de hoyratça oluyor.”

(John Bennet)

YORUM YAP