Bazı insanlar kendilerini çok severler. Öyle ki, o sevgi onların içinde kalmaz; taşar, etrafa yayılır, seni de içine alır gibi olur. Başta etkileyicidir bu sevgi. Kendine duyduğu hayranlık, senin de ona hayran olmanı sağlar. Kendine güveni, duruşu, cümlelerindeki kesinlik seni cezbeder. O kişinin yanında kendini önemli hissedersin. Senin hakkında söyledikleri yüceltici, ilgisi büyüleyici, varlığı sanki bir ışık gibidir. Ve sen, o ışığın içinde parladığını sanırsın.
Fakat zamanla o ışığın bir ısıtma değil, yakma gücü olduğunu fark edersin. Çünkü kendini çok seven insanın sevgisi paylaşılmaz; yalnızca kendisine aittir. Seninle kurduğu ilişki, aslında kendisiyle olan ilişkisine hizmet eder. Seni sever gibi görünür ama o sevgiye baktığında, içinde sana ait pek bir şey bulamazsın. O, kendi aynasında sadece kendini görür; seninle konuşurken bile, senin varlığını değil, kendine verdiğin yansımasını önemser.
En başta seni göklere çıkarır. Seni över, sana ihtiyaç duyar gibi davranır, sana özel olduğunu hissettirir. Ama bu ilahlaşma hali sürdürülebilir değildir. Bir gün, sen onun işine yaramadığında ya da kendi iç dünyasına dönme vakti geldiğinde, sessizce çekip gider. Ne bir açıklama, ne bir veda… Geriye sadece kendi değerini onun gözünde var zanneden bir “sen” kalırsın. Oysa o hiçbir zaman seni sevmedi. Sadece, kendine duyduğu hayranlığı senin üzerinden de tatmin etti. Seni kullandı demek belki ağır olur ama duygusal bir zeminde bu tam olarak budur: Kullanılmak.
Böyle insanlar dostluk kuramazlar. Çünkü dostluk, iki tarafın da birbirine dokunmasıyla mümkündür. Oysa kendini çok seven kişi dokunmaz, yalnızca alır. Seninle bağ kurmaz, sadece kendini daha da parlatacak bir zemin olarak seni kullanır. Bu yüzden de bu insanlar güvenilmezdir. Çünkü onlar için dostluk bir bağ değil, bir sahnedir. Ve sen onların hayat oyununda figüran olmayı kabul etmediğin anda, perde kapanır.
Ama bir de başka insanlar vardır. Sessiz, sade, gösterişsiz insanlar. Onlar kendine düşmandır sanma; aksine, kendine dost olmuşlardır. Kendilerini büyük sözlerle sevmezler. Kendilerini yüceltmez, parlatmazlar. Ama kendileriyle barışıktırlar. Kendi iç seslerini tanırlar, yalnız kalmaktan korkmazlar. Eksikliklerini bilirler, fazlalıklarını da. Kendilerini oldukları gibi kabul ettikleri için, başkalarını da oldukları gibi kabul ederler. İşte bu insanlar gerçek dost olabilirler. Çünkü onlar seni ne göklere çıkarır, ne de yerin dibine sokar. Yanında olur, sessizce. Gözlerine bakar, seni dinler. Seni anlamaya çalışır. Seni dönüştürmeye çalışmaz; sana alan açar.
Kendine dost olmuş bir insan, seni yalnız bırakmaz. Çünkü o zaten kendi yalnızlığında pişmiştir. Sana ihtiyaç duymaz; senin yanında olmak onun seçimi olur. Bu yüzden onunla kurulan dostluk sağlamdır. Dalga geçmez, yüzeysel değildir. Gürültüsüzdür ama derindir. Gösterişli değildir ama gerçektir.
Hayatın en büyük imtihanlarından biri, kimlerle yolda yürüyeceğini seçmektir. Kendini çok seven insanlar sana yol arkadaşı gibi görünür ama aslında kendi menzillerine doğru giderler. Sen sadece geçici bir duraksın onlar için. Oysa kendine dost olan insan, seninle birlikte yürümeyi göze alır. Yavaşlar, bekler, dinler, susar ama vazgeçmez. Çünkü onun dostluğu bir ihtiyaç değil, bir tercih, bir değer verme biçimidir.
Belki de bu yüzden, insanın en önce yapması gereken şey, kendine dost olmaktır. Çünkü iç dünyasında dostluğu öğrenmeyen biri, dış dünyada sadece sahte bağlar kurar. Sahte bağlar, en çok da “dostluk” kisvesi altında can yakar.
Artık birine yakınlık hissettiğimde, şu soruyu soruyorum içimden: Bu kişi kendine dost mu? Yoksa yalnızca kendine hayran mı?
Gerçek dostluğu, gerçek insanlığı ancak kendine dost olanlarda bulabiliriz. Belki de tüm çabamız, onların kim olduğunu ayırt edebilmekte gizlidir.