Kaybetme korkusu

Kaybetme korkusu

19.09.2025 11:15:55

Final Psikolojisi = Sınav Psikolojisi

Ah o son set, ah o son dakika, ah o son raund.
Evet bildiniz.
Son günlerde kaybettiğimiz finallerden bahsediyorum.

Eylül ayı, Türk sporu için bir yandan gurur verici, diğer yandan aslında düşündürücü geçti.
Basketboldan voleybola, bokstan güreşe birçok milli sporcu ve milli takım, büyük finallere çıktı.
Tribünler doldu, ekran başında milyonlar tek yürek oldu.
Ancak maalesef hemen hepsinde benzer bir tablo ile karşılaştık.
Finallerde çoğunlukla galibiyet değil, mağlubiyetle sahadan ayrıldık.
Önce şunun altını çizelim.
Bu yazının amacı sporcularımızın başarılarını yok saymak değil elbet.
Bugün bir ilkokul öğrencisinin küçük yaşta yaşadığı sınav tedirginliğinin not stresinin farkına varılmaz ve düzeltilmez ise gelecekte bir final maçına nasıl yansıdığını anlatabilmek.
Hazır olmak, her anlamda ve her açıdan çok önemli.
Küçük yaşlardan itibaren.
Bilmek veya oynamak madalyonun bir yüzü, ya diğer yüzü.
Şunu unutmamak gerekiyor.
Final, sadece bir maç değil.
Final, teknik-taktik bilginin ve fiziksel gücün yanında bambaşka bir psikolojik süreci de yönetmeyi gerektiriyor.
Sporcular yarı finale kadar kendi oyunlarını oynarken, final sahnesi geldiğinde “tarih yazmak”, “altın madalya almak”, “ülkeye zafer kazandırmak” gibi yükler oyunun önüne geçiyor.
Beyin, kazanmayı hayal ettikçe “kaybetmeme” korkusu devreye giriyor.
Psikoloji bilimi gösteriyor ki insan zihni, kaybetme ihtimalini kazanmaktan daha güçlü hisseder.
Buna “kayıptan kaçınma” denir.
Final maçlarında sporcular, “ya şampiyonluğu kaçırırsak?” düşüncesine saplanır.
Aynı küçük yaşta bir öğrencinin sınava girerken ya kötü not alırsam demesi gibi.
O anda beynin tehdide karşı geliştirdiği savaş-kaç donanımı devreye girer: el titrer, nefes bozulur, karar mekanizması yavaşlar.
Bir voleybolcunun basit servisi auta atması, bir basketbolcunun faul çizgisinde ellerinin terlemesi, bir boksörün yumruk atmaktan çekinmesi hep bu mekanizmanın sonucudur.
Okuma hataları, dikkat hataları, basit işlem hataları.
Ve finalde karşımıza risk almayan ya da gereğinden fazla alan, özgüveni kırılgan, rakibin temposuna kapılan bir tablo ortaya çıkıyor.
Tıpkı sınavlarda kaydırma yapan, bildiğini işaretleyemeyen öğrencilerin karşımıza çıkması gibi.
Akla hemen şu soru geliyor.
Peki bu konuda neler yapabiliriz, final psikolojisini nasıl yönetebiliriz?
Her şey ilk önce hazırlık sürecinde başlıyor.
Hedef değil süreç odaklılık çok önemli.
Sporcular daha küçük yaşlarda “kazanmalıyım” yerine “oyunu doğru oynamalıyım” mantığına odaklanmalı.
Öğrenci için de 100 almalıyım yerine bugün dünden daha iyi olmalıyım fikriyle yetiştirilmeli.
Adım adım doğru kararlar zinciri, sonucu kendiliğinden getirir.
Psikolojik gelişim antrenmanlara, derslere eklenmeli.
Antrenörler ve öğretmenler bu farkındalığı arttırmalı.
Nefes teknikleri, odaklanma çalışmaları, kaygı kontrolü, sporcunun temel antrenman rutinine, öğrencinin okuldaki eğitimlerine entegre edilmeli.
Ancak bu şekilde süreci arzu ettiğimiz şekle evirebiliriz.
Şunu da unutmadan ekleyeyim.
Sanılmasın ki bu süreçte sadece antrenörlere öğretmenlere görev düşüyor.
Velilerin de çocuğu sürekli yüksek not üzerinden motive etmesi, aslında farkında olmadan çocuklara final baskısı yüklüyor.
Veli eğitimlerinin de bu gelişimin önemli bir aşaması olduğu unutulmamalıdır.
Anlayacağınız o finaller aslında izlediğimiz o tek maç ile kaybedilmedi, yılların bizlere sunduğu bir birikim.
Bugün kaybettiklerimiz bize neyi geliştirmemiz gerektiğini söylüyor.
Eğer biz hedefi ne olursa olsun final psikolojisini yönetmeyi daha küçük yaşlarda alt yapılarda ve okullarda çocuklara öğretebilirsek, beklentiyi gelişim eksenine çevirebilirsek, gelecekte ülke olarak da zihinsel bir sıçrama yaşayabiliriz.
Çünkü sporun öğrettiği en büyük derslerden biri şudur:
Kupa ellerde değil, önce zihinlerde kazanılır.
Aynı LGS veya YKS gibi.

YORUM YAP