Ferhan Tezcan

Bir resim, dört isim

1966 yılıydı. Moskova'da buz gibi bir dondurucu soğuk vardı. Türk Milli Takımı, Sovyetler Birliği ile hazırlık maçı oynayacaktı.

1966 yılıydı. Moskova'da buz gibi bir dondurucu soğuk vardı. Türk milli takımı Sovyetler Birliği ile hazırlık maçı oynayacaktı. Kalemizde ünlü ''Berlin panteri'' Turgay Şeren oynuyordu. Şeren 51. maçını oynayacak ve milli takımdan ayrılacaktı. Maç başladı. Sovyet takımını kalesinde de dünyanın en büyük kalecisi Yaşin vardı. Sovyetler Birliği o yıl İngiltere'de yapılan dünya kupasında dördüncü olmuş ve finali son anda kaçırmıştı. Yani çok iyi bir kadroları vardı. Ancak, Türkiye inanılmaz bir futbol oynuyor Yaşin'in önünden ayrılmıyordu. Çok zevkli ve kaliteli geçen maçtan Milli takım 2-0 galip ayrıldı. Golleri de Ayhan ve Fevzi Zemzem atmıştı. Turgay Şeren müthiş kurtarışlarıyla yine “Efsane” olmuştu. Turgay Şeren Türkiye'nin de bir numaralı kalecisiydi. Sonra futbolu bıraktı. MİLLİYET gazetesinde yorumculuğa başladı. Şeren ile yolumuz 1976 yılında kesişti. Ben Milliyet'e alınmıştım. Ancak girdikten iki ay sonra Müdürümüz Namık Sevki beni Bratislava'ya göndermeye karar verdi. Çekoslovakya ile milli maçımız vardı. Diğer isim Turgay Şeren'di. Yine bizim meşhur foto muhabiri Hüseyin Yırcalı'da kadrodaydı. Çekoslovakya 1976 Avrupa Şampiyonası finalinde Almanya'yı yenip şampiyon olmuştu. Çok güçlülerdi. Ama Türk Milli takımı genç ve yetenekli kadrosuyla 1-0 mağlup oldu. Çok etkilenmiştim. Turgay Şeren yazılarını bana yazdırıyor ama mutlaka ifadelerini kendi seçiyordu. Galatasaray Lisesi mezunu olduğu için Fransızca ve İngilizcesi de çok iyiydi. Turgay abi ile dostluğum ölümüne kadar sürdü. Sevdiğim ve takdir ettiğim bir insandı.

ÖZARI İLE SPLİT'DEYİM
1983 yılında Avrupa'nın "elit'' teknik direktörleri o zamanki Yugoslavya'nın Hırvat bölgesindeki deniz kenti Split'de seminere katılacaklardı. Kimler yoktu ki. İtalyan milli takımının devi Bearzot'dan tutunda, Fransız futbol devi Hidalgo'ya, İngiliz Bobby Robson'dan Avusturyalı Schmidt'e kadar yok yoktu. Tabii ki Alman futbol milli takımını bilgiç hocası Jupp Derwall' de seminerde başköşedeydi. Biz Türkiye'den sevgili abim Milli takımın teknik direktörü Coşkun Özarı ile katılmıştık. Özarı denince o zamanlar insanların aklında kalan bir maç vardı. İtalya ile Napoli'de oynanan maç. Müthiş bir doksan dakika geçmiş İtalya'nın ''bazuka'' forvetleri kaleci Sabri'yi bir türlü mağlup edememişlerdi. Uzun yıllar bu maç dillerden düşmedi. Coşkun Özarı'yı adeta markalaştırdı. Coşkun abi yine Milliyet'te yıllarca birlikte çalıştığım insan oldu. Sonra bu birlikteliğimiz televizyon dünyasında da devam etti. Orada Derwall ile de bayağı yakınlaştım. Bir cesaretle de Derwall'e bir soru sordum. ''Milli takımı bırakırsanız Türkiye'ye yolunuz düşer mi?'' Derwall güldü ve yanıtladı. ‘Kısmet. Bilemem. Ama Türkiye'yi ülke olarak sevdiğim doğru.''

DERWALL TÜRKİYE'YE GELİYOR
1984 yılıydı. Teknik direktör İviç Galatasaray'a ciddi bir çalım atmış sonra soluğu Portekiz Benfica'da almıştı. Temmuz ayının başıydı. Takımlar hazırlık kamplarında hocalarıyla çalışıyor ama Galatasaray yeni hocasını bekliyordu. Alp Yalman ve Faruk Süren'in büyük çabasıyla Derwall Türkiye'ye geldi. Ortalık ayağa kalktı. Hemen çalışmalara başladı. Alman hoca çok yoğun çalışıyor ve takıma kondisyon yüklüyordu. Şenlikköy Atatürk ormanında bir sabah çalışma yapılıyordu. Ben ve Derwall ormanın içinde bir taşın üstünde sohbet ediyorduk. Derwall kulübün çok önemli bir yöneticisini şikâyet ediyor ve onun için “Futboldan anlamıyor ama bana karışıyor. Bir türlü anlaşamıyoruz. Nasıl götüreceğiz bilemiyorum'' diyordu. Çok şaşırmıştım. Galiba beni deniyordu. Gerçekten o konuşmalar bende kaldı ve silindi gitti. Ancak Derwall ile dostluğum yıllarca sürdü gitti. Ta ki 27 Haziran 20007'de ebediyete gidinceye kadar.

DENİZLİ BİTTİ Mİ BİTMEDİ Mİ?
Üç-beş gün önce bir yazımda Mustafa Denizli hastaneye gittiği için ''Hocam artık bu futbolu bırak. Sağlığına dikkat et'' demiştim. Çünkü maçın devre arasında apar topar hastaneye gitmiş ve takımını yalnız bırakmıştı. Ama hocam beni tekzip etti. Dönüşü fena olmadı. Ne olursa olsun Mustafa Denizli'nin sıhhati bizim için önemli. Çünkü ilk tanışmamız 1977 yılında İzmir'de Türkiye-Avusturya maçında olmuştu. O maçı maalesef 1-0 (Prohaska) golüyle kaybedip Arjantin'de yapılacak 1978 dünya kupasına gitme şansını kaybetmiştik. Mustafa Denizli o maçta sonradan oyuna girmişti. Sonra büyüdü de büyüdü. Futbolculuğu büyüktü. Hocalığı ondan da büyük oldu. Avrupa şampiyonalarına, kupalara katıldı. Bizi gururlandırdı. Ülkeyi gururlandırdı. Yukardaki fotoğrafa bakarsak iki kişi kaldık. Diğerleri ebediyete gittiler. Allah sana uzun ömürler versin hocam.

YORUM YAP