
Bazı cümleler hiçbir zaman kurulmaz.
“Beni gerçekten duyuyor musun?”
“Ben böyle hissediyorum ama anlatamıyorum…”
“Keşke ne demek istediğimi bilsen…”
Ve bu cümleler en çok çocukların içinde yankılanır.
Sessiz, kırılgan, kimi zaman yaramazlıkla örtülmüş, kimi zaman suskunlukla boğulmuş hâllerde.
Çocuk olmak, anlaşılmayı umarak yaşamak demektir.
Ebeveyn olmak ise, o umudu her gün yeniden yeşertebilmektir.
Anlamak, bir çocuğun yalnızca söylediklerini değil, söyleyemediklerini de fark edebilmektir.
Bu, basit bir iletişim becerisi değil; kalpten kalbe kurulan bir köprüdür.
Karnı ağrıyan bir çocuğun acısını anlamak kolaydır.
Ama okuldan sessiz gelen, gözleri boşluğa dalan bir çocuğun kaygısını görebilmek, dikkat, hassasiyet ve duygusal emek ister.
Çünkü çocuklar çoğu zaman doğrudan konuşmaz.
Onlar davranır, susar, oyun oynar, göz kaçırır…
Anlayan bir ebeveyn, kelimelerin ötesini duymaya çalışır.
Bu, yargılamadan dinlemek; düzeltmeden önce hissetmektir.
Ebeveynliğin en büyük tuzaklarından biri “her zaman güçlü ve doğru olmak” zorundaymış gibi hissetmektir.
Oysa çocuklar, gerçek insanlarla bağ kurar; kusursuz maskelerle değil.
Kendini anlatabilen bir anne baba, çocuğuna şunu gösterir:
“Ben de insanım. Ben de öğreniyorum. Ve duygularımı saklamıyorum.”
“Bugün kendimi biraz kaygılı hissediyorum, ama birlikte bu günü de atlatabiliriz.”
“Bazen öfkeleniyorum ama seninle aramdaki sevgi hep sabit kalıyor.”
Bu tür açıklamalar, çocuğa hem duygusal güven verir hem de kendi iç dünyasını tanıması için bir model sunar.
Çünkü çocuklar sadece kulaklarıyla değil, kalpleriyle öğrenir.
Sizin nasıl hissettiğinizi, nasıl başa çıktığınızı izlerler ve içselleştirirler.
Anlayabilen ve anlatabilen ebeveynler çocuklarının duygularını yansıtmakla kalmaz, onların yanında olma cesaretini gösterirler.
Çocuk üzüldüğünde hemen “geçer” demez.
Önce “Üzülmüş görünüyorsun, anlatmak ister misin?” diye sorar.
Çocuk sinirlendiğinde “Bağırma!” yerine, “Bu öfke nereden geliyor, birlikte bakalım mı?” demeyi seçer.
Rehber olmak, çocuğun yolunu çizmek değil, onunla birlikte yürümektir.
Ayna olmak, çocuğa kendi duygularını gösterebilmek ve yargılamadan yansıtmaktır.
Her gün çocuğumuza yönelttiğimiz bakışta bir mesaj vardır.
Gerçekten bakıyor muyuz?
Yoksa sadece göz gezdiriyor muyuz?
O bize bir şey anlatırken telefonu elimizde tutuyor muyuz?
Yoksa tüm dikkatimizi onun küçük büyük fark etmeyen derdine mi veriyoruz?
Çocuğun ihtiyacı bazen oyuncak, bazen tatil, bazen ödül değildir.
Çoğu zaman sadece şudur: “Anlaşıldığını hissetmek. Ve karşısındaki insanın da duygularını açıkça paylaşması.”
Anlayan ve anlatabilen ebeveyn olmak, çocukla kurulan ilişkinin merkezine sadece sevgiyi değil, duygusal zekâyı da yerleştirmektir.
Bu, zor anlarda kaçmak değil, orada kalabilmektir.
Yargılamak yerine merakla yaklaşabilmek, öğretmek yerine anlamaya çalışmaktır.
Çocuğunuz sizi her gün yeniden çağırıyor:
“Beni gör. Beni duy. Benimle ol.”
Bu çağrıya kulak veren her anne baba, yalnızca çocuklarını değil, kendini de büyütür.