Nilay Aydoğan

Şekersiz hayat...

Değerlİ Hürhaber Okurları;
Bu haftaki yazımda, uzun zaman önce bir gazetede okuduğum ve o zamanlar henüz rezonans seanslarının karşıma çıkmamış olmasından sanırım şekersiz hayatı düşünemediğim, ama diğer taraftan da çok etkilendiğim bir habere yer vermek istiyorum. İnternetten yeniden ulaştığım bu haber, Amerikalı bir ailenin şekersiz geçirdiği bir yılı anlatıyor. Year Of No Sugar: A Memoir adlı kitabı da yazan Eve O. Schaub,radikal bir karar alarak kendi ve ailesi üzerinde denemeye karar verdiği bir yıl şekersiz hayatı şöyle anlatıyor:
“Bir zamanlar sağlıklıydım ya da en azından öyle olduğumu düşünüyordum. Tabii ki, bütün bir günü geçirebileceğim kadar yeterli enerjim yoktu, ama Amerika'nın sürekli televizyonda çığırtkanlığını yaptığı enerji içeceği reklamlarını gördükçe bu konudan yana sıkıntılı olan tek kişinin kendim olmadığını, ayrıca ailemdeki herkesin, yaklaşan soğuk algınlığı ve grip sezonundan uzak kalmasının korunarak mümkün olabileceğini düşünüyordum. En azından, şekerin etkileri hakkında bazı rahatız edici yeni bilgiler duyana kadar bu düşüncelerim devam etti. Çoğu uzmana göre, şeker pek çok Amerikalının şişman ve hasta olmasının asıl sebebi. Bu konu hakkında araştırdıkça, söylenilenler daha mantıklı gelmeye başladı. Yedi Amerikalıdan biri metabolik bir hastalığa sahip. Üç Amerikalı'dan biri obez. Diyabet oranı hızla artıyor ve kardiyovaksüler hastalıklar da Amerika'nın bir numaralı katili olarak biliniyor. Bu teoriye göre, bu hastalıkların hepsi ve dahasının asıl kaynağı bizim beslenme alışkanlıklarımızdaki maddeye, yani şekere dayanıyor.
Parlak bir fikir
Çevremdeki bu konu ile ilgili bütün bilgileri topladım ve bir karara vardım. Ailemin yani ben, kocam, 6 ve 11 yaşındaki iki çocuğumun ilave şeker içeren gıdaları yemeyerek bütün bir yılı geçirmesinin ne kadar zorlu olacağını görmek istiyordum. Bunun için yemeklerde kullandığımız şekerden başlayarak, bal, pekmez, akçaağaç şurubu, meyve suyu gibi ilave tatlandırıcı içeren her şeyi kesecektik. Tatlı, orijinal ve doğal kaynağına (örneğin, bir parça meyve) bağlı olmadığı takdirde de yenmeyecekti.
Olaya bu bakış açısıyla bakmaya başlayınca ketçap, sosis, tavuk suyu, salata sosu, söğüş et, kraker, mayonez, pastırma, ekmek ve hatta bebek maması gibi çok şaşırtıcı gıdalarda da şeker olduğunu fark ettik. Neden bu gıdalara şeker ekleniyordu? Tabii ki, yiyecekleri daha lezzetli hale getirmek, raf ömürlerini uzatmak ve paketlenmiş gıda üretimini daha ucuz hale getirebilmek içindi.
Bana deli diyebilirsiniz, ama bir yıl boyunca ilave şekerden kaçınarak büyük bir maceraya atıldım. Ne olacağını merak ediyordum. Nasıl olacağını, ne kadar ilginç şeylerle karşılaşabileceğimi ve ne kadar zor olacağını bilmek istiyordum. Araştırmam devam ettikten sonra, şekeri hayatımızdan çıkararak hepimizi sağlıklı kılacağıma ikna olmuştum ancak şeker yememenin beni gerçek ve somut bir şekilde daha iyi hissettirebileceğini beklemiyordum.
Şekersiz geçirilen bir yılın sonunda
Yavaş ama fark edilebilen bir değişimdi. Şeker kullanmadıkça kendimi daha iyi ve enerjik hissetmeye başladım. Kocamın doğum gününde yaşadıklarımız da bu değişimi kanıtlamıştı.
Şeker kullanmadan bir yıl geçirme kararını alırken, ailecek ayda bir kere bir tatlı yiyebilme hakkını kendimize tanımıştık. Doğum günü olan, bu tatlıyı kendisi seçebiliyordu. Eylül ayı, damak tadımızın yavaş yavaş değişmeye başladığını ve aylık tatlı kaçamağımızdan da daha az zevk almaya başladığını fark ettiğimiz ay oldu.
Kocamın doğum günü kutlaması için sipariş ettiği, çok katlı muz kremalı pastayı yediğimde kendimde yeni bir şeyler olduğunu anladım. Hem yediğim pasta diliminden zevk almadım hem de bir dilimi bile bitiremedim. Yeni damak tadıma bu muz kremalı pasta hastalıklı bir şekilde tatlı geldi ve dişlerimi ağrıttı. Başım ağrımaya ve kalbim küt küt atmaya başladı; kendimi berbat hissettim.
Toparlanmak için bir saat kadar kanepede uzandım ve “Tanrım”, diye düşündüm, “şeker beni kötü hissettiriyor, ancak daha önce hayatımın her yerindeydi ve ben bunu hiç fark etmedim.
Şekersiz geçen bir yılın sonunda bu bir yılın hesabını yaptım, çocuklarımın okula hasta oldukları için gidemedikleri gün sayısıyla şeker kullanmadığımız dönemdeki devamsızlıklarını karşılaştırdım. Fark dramatikti. Büyük kızım, Greta'nın geçen seneki 15 günlük devamsızlığı bu sene iki güne düşmüştü.
Artık şekersiz bir yıl geçirme deneyimizi tamamladık. Ancak artık damak tadımız ve beslenme biçimimiz tamamen değişti. Çok küçük porsiyonlarda, nadiren tatlı tüketiyoruz, bedenim şekersiz geçirilen bir yıl için bana teşekkür ediyor gibi. Artık enerji konusunda hiçbir endişem yok. Grip sezonu geldiğinde büyük bir korkuyla çocuklarımla yatağın altına saklanmıyorum. Böyle bir şeyin üstesinden geldiğimize göre vücutlarımızın da gelecek herhangi bir tehlike için donatılmış olduğunu düşünüyorum. Artık ailecek daha az hasta oluyoruz ve daha çabuk iyileşiyoruz. Bu bir yılın sonunda artık daha sağlıklı ve daha güçlüyüz.”
Bu ailenin, şekersiz hayat konusundaki bu yazısını okuduğumda, şeker hayatımın vazgeçilmez bir parçasıydı ve şekerli gıdalar olmadan geçirebileceğim bir gün düşünemiyordum. Alışverişe gittiğimde ilk çikolata, bisküvi, kola, tatlı atıştırmalıkların olduğu reyonlara gidiyor, paketli hiçbir gıdanın arkasında küçük puntolarla yazılmış içerik kısmını okuma gereği duymuyordum. Yıllar sonra yolum rezonans seanslarına çıktığında aslında bu ailenin ilk başta zorlanarak yaşadığı bu deneyimin rezonans seanslarıyla kolaylıkla yaşanabileceğini gördüm. Rezonans seanslarıyla yolumun kesiştiği bu son bir yıldaki şekerli gıdalar konusundaki beslenme tarzıma baktığımda kendimi şekerden ¾ oranında arındırdığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Önceden markete gittiğimde ilk uğradığım reyonlar içecek ve atıştırmalık reyonuyken şimdi aklıma bile gelmiyor. Bu satırlarımı seansın uygulayıcısı olmanın dışında deneyimleyen biri olarak kaleme alıyorum.
Rafine şeker tüketme ve tüketmeme arasındaki farkı görmek isteyen ancak cesaret edemeyenlere Kor-Ay Enerjik Yaşam olarak uyguladığımız rezonans seanslarımızla sürecinizin kolay olacağını belirtmek isterim.
Gıda düşkünlüğüne ilişkin seanslarımıza önceki haftalardaki yazılarımıza değinmiştik ama okumayanlar için kısaca yeniden bahsedelim.
Gıda düşkünlüklerinizin azaltılmasına yönelik, 45 dakika ile 1 saat arasında uygulanan seansta sistem, karşı koyamadığınız tatlı, çikolata, içecek, hamur işi gibi gıdaların enerji bedeniniz üzerinde 0 ile 1.000.000 hz aralığında Neo.quitt teknolojisiyle frekans taramasını yaparak tespit ettiği noktada nötralize ediyor. Aynı zamanda seansta gıdaların ters frekansı, tuzlu suyun iletken özelliği olması sebebi ile yalnızca tuzlu sudan ibaret bir spreye de yükleniyor ve ilk beş günlük sürecinizde yeme isteği duymanız halinde kullandığınızda yeme isteğinizi azaltıyor ve seansın etkinliğini arttırıyor. Beş gün arayla uygulanan 2 seansın ardından enerji bedeni, detoks sürecini yaşamaya başlıyor ve frekans silmesi yaptığımız, tatlı, hamur işi, çikolata, kola gibi gıdaların frekanslarından kendisini arındırmaya başlıyor.
Diğer taraftan 21 günlük süreçte bilinçaltı alışkanlıklarınızın da değişmesini amaçlıyoruz. Bunun için 2. Seansımızda sizi yemeye yönlendiren öfke, stres, endişe, üzüntü gibi duygu durumlarının dengelenmesine ilişkin homeopatik bach çiçeklerinin frekanslarından da faydalanıyoruz. 21 günlük detoks sürecinizde, öğünlerinizde daha az gıdayla daha çabuk doyduğunuzu, düşkünlük yaşadığınız gıdalara yeme isteğinizin azaldığını, gün içerisinde daha az açlık hissi yaşadığınızı ve kilo verme sürecinizin kolaylaştığını görebiliyorsunuz. Uygulanan 2 seans çoğu kişi için düşkünlük halini azaltmada yeterli olabiliyor.
Kimyasal, bitkisel veya tıbbi herhangi bir uygulama yapmadığımız seanslarımızın herhangi bir yan etkisi bulunmuyor. Yalnızca hassasiyetleri dolayısıyla 7 yaş altı çocuklarda, hamilelerde ve kalp pili bulunan kişilerde uygulama yapmadığımızı belirterek bu haftaki yazımızı sonlandırıyorum.
Tüm okurlarımıza düşkünlüklerinizin esiri olmadığınız, hayatı farkındalıkla yaşayabileceğiniz, enerjik, pozitif günler dilerim.

YORUM YAP