Sevginar Sali

Hiçlik makamı...

 
 

Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:
"Kimsin?”
"Hiç” demiş Hoca, "Hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
- "Sen kimsin?”
- "Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
- "Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
- "Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
- "Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
- "Vezir” demiş adam.
- "Daha daha sonra ne olacaksın?”
- "Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
- "Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
-"Hiç.”
- "Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: Hiçlik makamında!” demiş.
O kadar çok misafir ağırlar oldum ki bu ara kiminle ne konuştuğumu karıştırır oldum. Pazar günü paylaşmıştım bu yazıyı 3-5 misafirimden aynı manaya gelen hikayeler dinleyince bunun bir tesadüf olmadığını sizinle paylaşmam gerektiğini düşündüm.
İnsanların idealleri, hedefleri vardır. Adımızın önüne koyduğumuz etiketlerin hayatımızı etkilemediğini iddia etmeyeceğim, belirliyor, yön veriyor çünkü. Ama hepsi gelip geçici, hepsi göreceli şeyler.
Geçen hafta bakan çocuklarına, maddi imkanları olağanüstü kabul ettiğimiz insanlara yönelik operasyon gerçeğini yaşadık. Dün üç bakanın istifa haberini aldık. "Benim şuyum var”, "Ben şuna sahibim”, "Şu benim” gibi sahiplenmelerin hepsi YALAN! Kendi hayatımızın bile sahibi değiliz, ne kaldı altımıza sonradan sürülen koltuklar, makam arabaları ve çeşitli varlıklar. Bu dünyadan göçme vaktimiz geldiğinde ancak bedenimiz ve içine sığdırdıklarımızı götürebiliyoruz; ne eş, ne çocuk, ne mal ne mülk! Gittiğimiz yer neresi, bu götürdüklerimiz orada nasıl işimize yarayacak bilmiyorum!
Aslında bu yaşamda da sahip olduğumuz tek gerçek düşüncelerimiz ve duygularımız... Bizi bunlardan başka varlıklarla değerlendirenleri asla samimi kabul edemeyiz: yalan olur, yalan oluruz.
Şimdi gündemimizi belirleyen en önemli sürecin içinde yer alan ve kamuoyuna olabildiğince parlak ve kusursuz şekilde çıkmak isteyen, kudretli olma hayaliyle yanıp tutuşanlara hiçlik makamını hatırlatmak gerekti demek ki.

***

Planlı programlı bir yazı değil. Tam bugün ne yazacağım diye düşünürken, çalan bir telefonun ardından döküldü bu düşünceler.
Not: Emrah Maşalacı'ya teşekkür etmek istiyorum. Sebep; olumlu/olumsuz her yazının ardından iki satır teşekkürü, gerek duyduğunda açıklamayı hiçbir zaman eksek etmediği için. İyi yazılınca susanlara, eleştirince kükreyenlere çok alışığız ama güzel de yazsak, kötü de yazsak aynı samimiyet ve nezaket içinde karşılık bulunca bütün kimyamı bozduğun için ayrıca teşekkür ederim. Yargıların önyargıya dönüşmesine izin vermeyen, dolaylı çaban insani yönden zenginliğini aşikar kılıyor. (Bu satırlar için arama : )

Ve Kahve Diyarı
Kimse alınmasın lütfen. Benim öyle çok dışarı çıkma kültürüm yoktur. Gittiğim mekanlar da ne hikmetse aile dostlarımızın sahibi olduğu işletmeler oldu hep. Eray Ersöz çok güzel anlatmış aslında. Dostlarla, sıcak bir ortamda sohbetlerin edildiği güzel bir işletme Kahve Diyarı, samimiyeti müdavimlerinin vazgeçilmezi.
Nice yıllara, daha da güzel paylaşımlar, dostluklar ve yaşanmışlıklarla...

YORUM YAP