Melek Çorbacı Var

Çocuğumuzun zoraki tahtı

İnsan, ‘evladının tahtını yapar da bahtını yapamazmış' derler büyüklerimiz, ne kadar da doğru bir söz!

Herkes çocuğunun çok iyi yetişmesini, iyi bir eğitim almasını ve güzel bir gelecek sahibi olmasını ister; bunun için de elinden gelen gayreti gösterir ömrü yettiğince. Bazen de tahtını yapayım derken istemeyerek de olsa “baht" kısmına müdahale etmeye çalışır ama nafile, bir şey kaderde olmayınca olduramıyor insan. Benim değineceğim, işin “taht" kısmı mı olur yoksa “baht" kısmı mı ona siz değerli okurlar karar vereceksiniz...

Çoğumuz küçüklükten itibaren, çocuklarımızı seçecekleri meslek konusunda yönlendirmeye çalışırız; aman da benim oğlum okuyup, doktor olacak, aman da benim kızım avukat olacak vs. gibi kalıplaşmış bazı prestijli meslekler sıralanır. Hırs yaparız, bazen arkadaşlarıyla kıyaslarız ki en rencide edici olanı budur belki de! Bazı anne- babalar, kendi çocukluğunun özlemini, ulaşılmaz taraflarını evlatlarında yaşamak ister fakat aynı hataya farkında olmadan kendileri de düşer. Aslında çocuklarımızı kendi istek ve becerilerine göre yönlendirmeliyiz, kabiliyetlerini iyice gözlemlemeli ve hangi alana daha yatkın olduklarını tespit edebilmeliyiz. Sanatsal tarafı ağır basıyor olabilir veya bir diğerinin sayısal zekâsı daha üstündür veya bir öbürü mesleki alanda kariyer yapmak istiyordur... Çocuğumuz çok para kazanıp, hiç sevmediği bir işi de yapabilir veya standart ölçülerde geliri olup, büyük bir aşkla gideceği işi de olabilir. Önemli olan, her sabah işine giderken bıkkınlık, mutsuzluk dolu gözlerle aynaya bakmak yerine acaba bugün kendim için, insanlık için daha fazla nasıl faydalı olabilirim? enerjisini ruhunda hissedebilmesi! Para kazanmak da konforlu bir yaşam için elbette çok önemli ama ömür, tavşanı kovalayan tazı misali koşarak gidiyor. Demem o ki; çocuklarımızın kararlarına saygı duymak, onların mutlu, verimli olabilecekleri mesleği seçmelerine izin vermek, paradan veya bizim hırslarımızdan daha önemli!..

Ben de yıllar önce polislik sınavlarına girmiş ve Bayburt P.M.Y.O'nu kazanmıştım; o zamanlar polis olmak çok büyük hayalimdi. Sağ olsun annem-babam da bana hep destek olmuş, hangi mesleği tercih edeceğim konusunda anlayışlı davranmışlardı. Büyük bir mutlulukla başladığım eğitim hayatımda, gözlerimin rahatsızlığı sebebiyle, Erzurum Numune Hastanesindeki göz doktoru tarafından polis olma hayallerim sona erdirildi. Sadece tek cümle ‘Sen bu gözlerle nasıl polis olacaksın?' Neyse sonra gözden geçemeyen birkaç arkadaşla beraber istifamız istendi, istifa ettik mecburen(Bu zoraki istifayı da hiç anlamadım ya) Tabi o zamanlar yıkılmıştım; onca mıntıka temizliği, şınav, askerî eğitim boşa gitti, ben zaten feryat figan... Şimdi bunları yazarken bile hafif bir tebessüm beliriyor yüzümde, insan demek ki bir zamanlar çok üzüldüğü bir şey için, yıllar sonra ‘hayırlısı böyleymiş' deyip, gülüp geçebiliyormuş. Sonrasında hiç vakit kaybetmeden babamla beraber kazandığım üniversiteye kayıt yaptırdık, okul bitti, işe girdim ve uzun yıllar çalıştığım kamu kurumundan evlilik sebebiyle ayrıldım.

Şimdilerde en sevdiğim mesleği icra ediyorum aslında “Yazmak" bugüne kadar yaptığım, zevk aldığım, mutluluk duyduğum, huzur veren ve en önemlisi ruhumu besleyen bana en çok hitap eden iş: “Yazmak”

İnsan sevdiği işi yaparsa tamamlanıyor, her gün gittiğimiz iş yeri bize bir şeyler katabilmeli, bizi eksilten meslekler yerine, kişiliğimizi, değerlerimizi geliştirecek hayatımıza ‘artı'lar katacak işlerin erbabı olmalıyız.

Velhasıl-ı kelâm kaderi çok da zorlamaya gerek yok aslında bir şey olmuyorsa, vardır bizim için bilemediğimiz, göremediğimiz hayırları.

Bırakalım yarınlara 'kader' yazmayı; mutluluk ne 'kader' de, ne de kalemde, mutluluk 'kaderi' yazıp çizende...

YORUM YAP