Ali Gülcü

Sonra Fakirim Diye Vermediler Kızı!

“ Sonra fakirim diye vermediler kızı! Bir gücüme gitti arkadaş...  ” derin bir nefes alıyor...
Karşılıklı susuyoruz...
Boğucu bir sıcak var dışarıda, içeriyi kalabalık görünce kliması vardır diye girdim lokantaya ama yanılmışım...
Oturmadan çıkmaya niyetlendim, kasada oturan adamla göz göze gelince vazgeçtim...(!)
Edirne’de Selimiye camiinin yakınında, Osmanlı Köy Lokantası’ndayım... Osmanlı Havsa’ya bağlı küçük bir köy, sucuğu meşhur... Beni lokantaya çeken de o dayanılmaz sucuk kokusu...
İçeride bir tur atıyorum, dört kişilik masada yalnız başına çorba içen yaşlı amcanın karşısındaki iskemleyi gözüme kestiriyorum...
“ Amca, oturabilir miyim?”
“ Buyur kardeşim...”
Garson geliyor, sırf laf olsun diye soruyorum;
“ Sucuğumu meşhur buranın?”
“ Köftesi, sucuğu çorbası...” Garson belki hoşafa kadar saymaya niyetli ama amca araya giriyor;
“ Önce işkembe iç sonra köfte ye sen...”
Ağzımı açmama fırsat bırakmadan siparişi amca veriyor; “ bol sirkeli sarımsaklı işkembe, bir buçuk porsiyon; köfte, sucuk karışık...
“ İçecek?”
Soran gözlerle amca bu defa bana bakıyor...
“ Ayran... Kendi yaptığınız ayran varsa ondan olsun...”
“ Maalesef açık ayran satmak yasak!”

Garson işine geldiği için mi öyle söyledi, yoksa Edirne’de açık ayran satmak yasak mı bilmiyorum!  “Garsonun yalancısıyım” deyip geçiyorum...

“ Yabancısı mısın sen buranın?”
“ Sayılmaz amca, Çorluluyum...”
“ Trakyalısın yani?”
“ Evet...”
“ İyi iyi...”

Böyle başlıyor sohbet, çorbamı içip köftelere sıra gelene kadar yıllar öncesine dayanan buruk bir aşk hikâyesi ile devam ediyor... Size garip geldiğinin farkındayım, ben alıştım artık...

 “ Sonra fakirim diye vermediler kızı! Bir gücüme gitti arkadaş...  ” derin bir nefes alıyor...
Karşılıklı susuyoruz...
Dayanamıyorum;
“ Sonra?”
“ Sonra köyden ayrıldım Edirne’ye geldim... Memur oldum... Emekli olana kadar para biriktirip bağ bahçe aldım... Şimdi onları işliyorum...”
“ Hiç evlenmedin mi yani?”
“ Evlenmez olur muyum amma yaptın yahu... Kaç yaşındasın sen?”
“ Otuz sekiz...”
“ İki kızım bir oğlum var. Oğlan en küçüğü, kırk bir yaşında! ”
“ Kız ne oldu?”
“ Bir öğretmenle evlendirdiler... Çok sevişirdik be arkadaş... Gece yattığı odanın penceresinin altına giderdim, makara ipliğini parmağına bağlar bir ucunu pencereden aşağı sarkıtır, ben ipi çekince uyanırdı!”
Gözlerimi nasıl açtıysam!
“ Şaşırma hiç! Kim ne derse desin; hatun kısmı, erkek milletinden akıllıdır... Belli etmezler ama memleketleri de onlar yönetir, dünyayı da...”
İtiraz edecek gibi oluyor, vazgeçip söylediğini başımla onaylıyorum...

Erik hoşafı içip birlikte çıkıyoruz lokantadan... Bütün itirazlarıma rağmen hesabı o ödüyor... Ayrılırken adını soruyorum... “Cemil” diyor... İsmimi sormadan arkasını dönüp gidiyor...

YORUM YAP