
“Doğruları yüksek sesle söylemeye cesaretin yoksa, kötülüklerin dünyaya hâkim olmasına şaşırmayacaksın.”
Ernesto Che Guevara
Danamandıra'da o gün en sahici olan kürsü değildi. En gerçek olan, kesilmiş ağaçların sessizliğiydi. Köylü kadınlarının öfkesi, muhtarın çaresizliği, toprağın diliydi. Geri kalan her şey siyasetin şovu.
Aylar boyunca Silivri Tarih Derneği başta olmak üzere çevre ve yaşam hakkı savunucuları, köylüler, yöre halkı “doğal ve tarihî varlıklar” için mücadele içindeydiler. Uyarılar yapıldı, raporlar sunuldu, sesler yükseldi. Ama bu çığlıklar duyulmadı. Danamandıra mitingi ise bu uzun duyarsızlığın ardından, vatan–millet–bayrak sosuna bandırılmış bir hamaset gösterisi olarak sahnelendi. Bu, siyaset çok tanıdık bir durum. Sosyolojide adı var: Emeğe ve sonuca konmak; yetmezse başka bir yanlışın üstünü örtmek.
Türkiye sağı bunu yıllarca kullandı. Bayatladı. Ne yazık ki Silivri CHP'de de aynı kokuyu aldık. Oysa Silivri CHP'de ilkeli, samimi, emekten yana insanlar var. Bunu inkâr etmek haksızlık olur. Ama nedense konu kendi hatalarına gelince, bir suskunluk başlıyor. Başkalarının yanlışlarına karşı gösterilen hassasiyet, sıra kendilerine geldiğinde buharlaşıyor. Bu hâl, ister istemez şu soruyu doğuruyor: İktidar değiştiğinde gerçekten farklı ne olacak?
MASUMİYET ZIRHI: “BU TOPRAĞIN EVLADIYIM”
Danamandıra kürsüsünde duyduğumuz ilk cümle çok tanıdıktı: “Burada sadece belediye başkanı olarak değil, bu toprağın evladı olarak bulunuyorum.” (Peki başkaları hangi toprağın evladı?) Bu ülkede hamasi mitinglerin değişmeyen bir formülü vardır. Savunma, suçlama, biraz bayrak, vatan, millet, ezan… Bir de “emanet” vurgusu eklendi mi, iş tamamdır. Çünkü bu cümleler sorgulanmayan bir masumiyet zırhıdır. Kim “toprağın evladı”na karşı çıkabilir? Ama mesele tam da burada başlar. Danamandıra'da taş ocaklarına geçit vermeyeceğini ilan edenlere sormak gerekir: Bu tahribat kimlerin onayıyla başladı? Bu şirketler kim? Kimlerle alış veriş yaparlar? Kimlerden güç alırlar?
Belediye “olumlu görüş vermedim” diyor. Peki olumlu görüş verilmediyse bunun bir öncesi var demektir. ÇED süreci ne zaman başlamış?Başlatıldı da neden kimsenin haberi olmadı.Bölge halkı ve ilgili kurumlar bilgilendirildi mi?Belediye tek başına mı “Olumsuz görüş” bildirdi?Bunun kanunu, usulü bu mu?
Ve asıl soru: Aynı koltukta, aynı yetkilerle Çanta'da çimento ÇED sürecine halktan gizli biçimde “olumlu görüş” verildiğinde, o zaman bu toprağın evladı kimdi?Çanta: görülmeyen, duyulmayan, korunmayan olanı, Danamandıra'da ilçe başkanı, belediye başkanı, milletvekili hep bir ağızdan “Havamızı, suyumuzu, toprağımızı kimseye vermeyiz” denirken,Çanta'nın, Değirmenköy'ün, Gümüşyaşa'ın havası kirlenirken,suyu zehirlenecekken,binlerce dönüm tarım toprağı geri dönüşsüz biçimde yok olmaya adayken; neden sessiz kalındı?
CHP İlçe Örgütü Danamandıra için –geç de olsa– hukuki süreci başlatırken, (umarım usulden red yemezler, Tarih Derneğinin ısrarlı çabasına kulak tıkanmıştı) dünyanın tescilli kirleticilerinden olan çimento fabrikası için kendilerinden olan “belediye yönetenlerine zarar vermemek” gerekçesiyle geri durdu. Bu, sadece bir siyasi çifte standart değildir. Toplumsal muhalefetin güvenilirliğine vurulmuş ağır bir darbedir. Cezaevlerinde ömür tüketenlere verilecek bir cevapları olsa gerek? Kendi çevre kırımına yıkımına göz yumup başka bir yeri korumaya çalışmak bir siyasi manipülasyon değilse, ne akılla, ne mantıkla, ne de dürüst siyasetle ilgisi vardır.
“TOPRAK SİYASET ÜSTÜYSE”
Danamandıra miting konuşmalarında sıkça tekrar edilen bir cümle daha vardı:“Toprak, su ve doğa siyaset üstüdür.”Eğer gerçekten öyleyse, şu sorular kaçınılmazdır:Çanta'da neden sessizlik hâkim oldu?Neden “kol kırılsın yen içinde kalsın” anlayışı tercih edildi?
Bir yerde “devlet doğayı korumak için vardır” denirken, başka bir yerde neden devletin tüm kurumları ÇED süreçlerini hızlandırmak için seferber edildi?Demek ki bazı topraklar daha “evlat”,bazıları ise yalnızca rant alanı.
YERELLİK YARIŞI VE MİKRO-MİLLİYETÇİLİK
“Bu toprağın evladıyım” söylemi masum değildir.Yerel siyasette giderek mikro-milliyetçi bir araç hâline gelmiştir.Ne anlatır bu cümle?
– Ben buradayım, siz dışarıdasınız.
– Yanlış bizden geliyorsa susulur. Yanlışsa bizim yanlışımız, doğruysa bizim doğrumuz. Size ne?
– Eleştiri, sadakatsizlik sayılır. (CHP, iktidar ve hak, hukuk ve adalet mücadele iddiasındaysa parti temsilcilerinin topluma verdiği yıkıcı ve ayrıştırıcı mesajlarına ve onları yüksek sesle söyleyenleri uyarmalı!) Böylece çevre mücadelesi bir hak talebi olmaktan çıkar; bir “yerlilik yarışı”na indirgenir. Oysa doğa, nutukla değil; ilkelerle ve tutarlılıkla korunur.(Yerlilik ve koruma konusu ayrı bir tartışma konusu olarak tartışılması hakkı saklı kalmak kaydıyla.)
DANAMANDIRA ÜZERİNDEN ÇANTA'YI ÖRTMEK, ÇANTA'DAKİ YARAYI DANAMANDIRA'YLA MANİPÜLE ETMEK
Danamandıra'da Roma su yolları haklı olarak hatırlatılıyor.Peki Çanta'da yeraltı suları, rüzgâr koridorları, yaşam alanları neden hatırlanmıyor? Muhafızlık, kameralar önünde konuşmak değil; gizli ÇED dosyalarına imza atmamak, ruhsatlara dur demek, "hak hukuk adalet” in yanında dik durmaktır.Doğa alkışla, hamasi nutuklarla değil; tutarlılıkla korunur.
Ben bu toprağın değil,bu ülkenin veyeryüzü insan ailesinin küçük bir zerresi olarak doğdum. Bilginin arttığı, gerçeğin ise görünmez kılındığı bir çağda yaşıyoruz.Sorunların kökenine bakınca gördüğümüz şey şudur:Nerede doğduğunuzun değil, nerede durduğunuzun önemi vardır. Gerisi laf!
HürhaberGazatesine yılın son yazısını yazarken insanın içini ısıtan yazılar yazmak isterdim. Kimileri bu dilin çatışmalı bir dil olduğunu düşünebilir! Ama öyle değil! Bizler ülke olarak çekilen acılarına halk olarak kendimiz sebep oluyoruz. Bir sebepten dolayı “kendimizden gördüğümüz” ülkeyi, şehrimizi, köyümüzü keyfine göre yönetsin diye seçmiyorsak, onları denetlemek en temel insan ve demokratik yurttaşlık hakkımızdır. O hakkı kullanmayanlar kötülüklerin ortağı olmaktan kurtulamazlar. Seçilmiş ya da atanmış fark etmez; iktidarın kaçınılmaz olarak yarattığı güç zehirlenmesinin panzehiri, usul ve üslup içinde kullanılan eleştiri hakkıdır. Bu hak kişisel değil, kamusaldır.
Çünkü demokrasi, sandıkta başlar ama sandıkta bitmez. Sandıktan sonra susan toplum, başına gelenlerden yalnızca yönetenleri değil, kendini de sorumlu kılar. Egemenlik seçilene devredilmiş bir ayrıcalık değil, emanet edilmiş bir sorumluluktur. Bu emaneti denetlemeyen toplum, onu keyfiliğe teslim etmiş olur.
O yüzden bu söz, yanlış ellerde, olur olmaz yerde araçsallaştırmadan hâlâ yol göstericidir: Mustafa Kemal Atatürk “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” Egemenliğin sahibi olan millet, seçilenin yaptıklarına susarak değil; sorgulayarak var olur. Görünen köy kılavuz istemez 2026 öncekinden daha zor olacağı açlık sınırının altına açıklanan asgari ücretle ilen edilmiş oldu. Yeni yılın hak hukuk adalet için mücadelenin yükseleceği bir kapı olması dileğiyle..
Hasan Baki ÇİFÇİ
27.12.2025






