Lerzan Öke

Bir torba altın


Hatıralarımın derinliğinde küçücük bir kız çocuğunu anımsıyorum. Ankara Kızılay İlk Öğretim Okulu 2. Sınıfına giden, bir tay gibi hareketli, uzun bacaklı ve güzelden ziyade şirin bir kız çocuğu.
Onun uzun ve çevik bacaklarına güvenen okul hocaları aralarına alıp çalıştırmışlar ve sıskacık ama düzgün bacaklarına pazulukları takıp küçük Lerzan’a efe kıyafeti giydirerek 23 Nisan’da dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün karşısında zeybek oynamak üzere köşke götürmüşlerdi bir grup öğrenci ile.
Büyük bir coşku ve sarhoşluk içinde biten zeybek dansının sonunda İnönü onun yanağını okşamış, "Aferin küçük kız” diyerek eline selofan kağıdı içinde bir torba altın vermişti. Evet, evet yanlış anlamadınız, tam bir torba altındı bu.
Küçük kızın büyük bir devlet adamının karşısında oynamaktan dönem başı daha fazla dönmeye başlamış, ayağının altından çekildiğini zannettiği yerden bir sarhoş gibi yalpalayıp koşarak kendisini köşkün bahçesine atmıştı sevinç içinde.
Sonra da, bu altınlarla annesine ve kardeşlerine bir ev ve güzel eşyalar alıp, iki de hizmetçi tutmayı düşledi güneşli bahçede bir ağacın arkasına saklanarak. Annesini sevinç gözyaşları içinde ve de tam göz bebeklerinde hissetti bir an. Mutluluktan uçacağını zannetti. Gencecik yaşta dul kalan annesini çalıştığı işten çıkarıp evde oturtacak, kardeşlerine de babasızlıklarını unutturmak için neler yapacaktı neler… Yeter ki annesi başlarına üvey baba getirmesindi. Sonra da kendisini yetiştirecek ve isminden sık sık söz ettiren önemli bir sanatçı olacaktı.
Artık sıkıntı içinde geçen günlerin sonu gelmiş ve bugün noktalanmıştı işte. Ne var ki elindeki torbada altın zannettiği çikolata altın paralar yumuşamaya başlamış ve onu yıllar sonra dahi unutamayacağı bir sükutu hayalle baş başa bırakmıştı. Bu yüzden uzun yıllar çocuksu yüreğinde İsmet İnönü’ye karşı devamlı bir kırıklık duydu. Üstelik köşke giderken bindikleri arabayı gözünün önüne getirince ki bu grapon kağıtları ile kaplanmış üstten iki kapakla açılan bir çöp arabasıydı, çocuk bu gidiş şeklini de unutmayacaktı. (1938-1939 yıllarında bu tür çöp araçları olduğunu başkentte yaşayan ve yaşı uyan tüm vatandaşlarımız sanıyorum hatırlayacaklardır. Okulların ve belediyelerin araç imkanları demek ki o zamanlar o kadarmış.)
Ancak bu hayal kırıklığının bir faydası da olmuştu. O günden sonra ona vaat edilen şeyleri cebinde ve elinde görmedikçe hiçbir şeye inanmadı Lerzan Öke. İkinci faydası da hayatında sanki bir kamçılanma olmuştu.
Tüm zorlukların üstesinden gelmeye başlamış ve daha çocuk diyebileceğimiz 16 yaşına geldiğinde 2 sene yaşını büyüterek resmi bir işe girmiş, annesini işten çıkarmış, aile reisliğini üstlenmiş, 20 yaşına geldiğinde ise ev alamasa da 7 yaşında hayalini kurduğu 2 hizmetkarla annesine tam 25 yıl rahat bir hayat yaşatmıştı.
Akşamları işten çıktıktan sonra ve Pazar günleri de o zamanlar mezuniyeti olmayan bir akademi sayılan Kadıköy Halkevi’ne devam ederek bütün bölümlerinden feyz almış, isminden sık sık söz ettiren bir sanatçı olmaya başlamıştı yavaş yavaş. 20 yıl sonra Kadıköy vapurunda Sayın İsmet İnönü’nün yolcular arasında olduğunu öğrenen Lerzan Öke, o her zamanki korkusuz savaşçı haliyle ve genç kız cehalet ve cüretiyle gidip İnönü’nün yanına oturmuş, kendini tanıtarak o eski çocuksu kırgınlığından söz ettiğinde, herkesin şaşkın bakışları altında (İnönü’nün kulağı az duyduğu için tüm konuşmalar yüksek sesle geçtiğinden herkes konuşmaları işitmişti) İnönü genç kızı şöyle cevaplamıştı: "Demek ki o günkü kırgınlığının sana pek çok faydası olmuş. Kendi alnının teriyle hem annene, hem kardeşlerine paşalar gibi bakmışsın, aferin kızım sana” ve yolcuların alkışları...
Bu karşılaşma Öke’yi daha da kamçılamış, hem Güzel Sanatlar Akademisi’nin, hem de Beşiktaş’ta yer alan, o zamanki adıyla Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi’nin misafir talebesi olarak fırsat buldukça gidip sanatçı kimliğini daha sağlam bir temel üstüne oturtmaya çalışmıştı.
Akademi hocalarının aynı zamanda Kadıköy Halkevi kurslarına katılan hocalar olması ve atölye arkadaşlarının da o dönem (Gürdal Duyar, Kuzgun Acar, Ali Rıza ve Erdoğan gibi) Akademi ve Tatbiki son sınıf talebeleri oluşu her zaman tesellisi olmuştu Öke’nin. Teselliden de öte büyük bir şanstı bu onun için.
Ayrıca her iki okulun hocaları ile yakın dostluklar kurup (örneğin Prof. Şeref Akdik, Prof. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Prof. Haluk Tezonar, Prof. Tankut Öktem gibi) değerleri hocaların tüm çalışmalarını yakından gözlemlemiş ve bu hocalar tarafından pek çok resmi ve büstleri yapılmıştır. Prof. Şeref Akdik tarafından yapılan portrelerinden iki tanesi kendinde, 7 tane tam boy resmi de İzmir Müzesi’nde bulunmakta. Keza; Prof. Haluk Tezonar tarafından yapılan büstlerinin bir tanesi yeğeni Ferda Hızar’da, Şeref Akdik’ten bir portresi de Halkevi Müzik Kursu’ndan beri dostlukları devam eden arkadaşı Ayhan Kurtoğlu’ndadır. Prof. Kenan Yontuç tarafından yapılan büstü ölümünden sonra yeğeni Selma ve eşi Kemal İrinsel’e verilmek üzere Öke’nin evindedir.
Öke ayrıca, Üsküdar Şemsipaşa’daki Atatürk Anıtı’nda, Atatürk’ün sağındaki genç Türk kızı olarak da ölmezliğe kavuşmuş bulunmaktadır. Öke’nin yer aldığı bir diğer eser olan Prof. Tankut Öktem’in, dönemin önemli sanatçı isimleri ve büstlerinin bir arada olduğu yapıtında "Sanat Ağacı” adlı ölümsüz eseri de Bursa Müzesi’nde yer almakta.


YORUM YAP