Ahmet Yücegök

Zamanıdır

Konumuz haftanın belli yerlerinde kurulan açık pazar yerleri… Silivri’nin çok öncesinde haftada bir kurulurdu bu pazarlar… O da,  haftanın başlangıcı olan Pazartesi günüydü… Pazartesi günü yapılan bu pazara,  tüm köylerde üretilen ve tüketilen ne varsa çıkarılırdı…
Ve Pazartesi günü, Silivri’nin en kalabalık günüydü o zamanlar... Köyden veya beldeden pazara diye gelen kişi, aynı zamanda bankaya da uğrar. Aynı zamanda resmi dairelere yatırması gereken paralar varsa onları da yatırırdı. Akşama doğru da, pazara yakın bir yerde bekleyen minibüsüne yönelirdi. Ama kalkış saatine kadar zamanı kesintisiz kullanmaya çalışırdı…
Ve… Minibüsün kalkma saati geldiğinde işi anca bitmiştir… Nefes, nefese koşarak elindekileri içeri atar… Her gelen bu şekilde pazardan aldıklarını minibüsün içine koyunca, yolculara oturacak yer kalmaz bazen…
Gayet iyi hatırlarım… Şu an yaşıyor mu, bilmiyorum ama B.Kılıçlılı Tahsin diye, otobüs sahibi bir dost vardı… Silivri Çarşısına köyden gelenleri indirirken görünce şaşırırdık hepimiz…
Otobüs durur durmaz, içinden, torbalar, çuvallar, kuzular, tavuklar ardından az biraz insan inerdi… Dostum, Tahsin, bu duruma içinden kızardı ama belli etmezdi. Kızmakta da haklıydı çünkü bir kişi çok büyük parçalar olmadığı sürece yalnız kendisi için ücret öderdi. Yanında ki tavuk, kuzu veya yumurta sepeti için para ödemezdi…
Kişi de haklıydı, kaça satacaktı da kaç para verecekti… Neyse… Kişi, pazarda bu getirdiklerini sattı, sattı satamadı gerisi geriye köyüne. Haftaya, ayni manzaralar tekrarlanırdı…
Pazara getirdiği malı satamayan ama Silivri merkezinde tanıdığı bol olanın işi biraz daha kolaydı… Kişinin, tanıdığı terzi, ayakkabıcı veya benzer birileriyse, takas yapabilir, kuzuyu verip ceket ısmarlayabilirdi… Hiçbir şey olmasa bile, ayakkabıcıya yumurtaları bırakır  “Parasını haftaya gelince alırım” derdi…
Ulaşım imkânlarının kıt olması ayrı üretim ve tüketim de çok azdı, o nedenle de para hareketi az oluyordu… O günler de... Köydeki bir üreticinin eline en büyük para her yıl Ekim ayı başında yapılan panayırda geçerdi… Adı, Silivri panayırı idi…
Üç gün sürüyordu… Çatalca panayırı (5) gün…
Kişi bir yıldır beslediği büyüttüğü danasına, koçunu bu panayıra getirir. Satar ve kışlık ihtiyaçlarını yine bu panayırdan temin ederdi…
Ve… Satacağı hayvanları panayıra getirdiğinde, hayvanların kalacağı yer çok önemliydi. Hele de havalar yağışlı ise… Hoş, yağış, olmasa bile görücüye çıkacak, o nedenle görünür bir yer olması lazım. O da çok önemliydi…
Panayıra çıkardığı hayvanın kafasından geçen bir fiyata satması mümkün değil. İlk günü gelenlere o fiyatı söyler karşı tarafın kabul etmesi mümkün değil. Hoş karşı tarafta ilk günler yoklama turlarındadır. Her tarafı gezer fiyat sorar. En son güne kadar bekler. Bir yerde hayvan sahiplerinin direncini ölçmüş olur…
Son gün artık. Hayvanlar satıldı. Hedeflenen fiyat olmasa da pazara getirenin eline para geçti. Bu defa o pazarı gezmeye başlar…
Çünkü o da evine ailesine kışlık bir şeyler alacaktır. Kış uzundur.  Çocukların okul ihtiyaçları bile bu güne ertelenmiştir. Bir koşu da onları temin etmeye çalışır. İlk olarak pazarı boydan boya dolaşır. Nerede ne var öğrenir. Sonra, aile fertleri ile birlikte ihtiyaç duyduklarının satıldığı çadırlara yönelirler. Sıkı pazarlıklar sonucu bu işi de bitirirler. Artık geldiği araçla değil köye kalkan bir minibüs veya traktör römorku ile geri döner. Bir de, çok büyük hayal kırıklığı yaşayanlar da vardır…Haberin devamı 28.01.2012 tarihli Hürhaber Gazetesi’nde…

YORUM YAP