Saymaz: Çıkış çoğulcu demokrasi

Saymaz: Çıkış çoğulcu demokrasi

10.12.2016 11:58:11

15 Temmuz işgal kalkışmasından sonra başlatılan tasfiye harekâtı kapsamında sosyal demokrat, Atatürkçü ve farklı inanç gruplarından yargı mensuplarının fırsat bu fırsat denilerek darbe şüphelisi olarak hedef alındığını öne süren Gazeteci Yazar İsmail Saymaz, “Tüm bunlar ‘tek adam' iktidarının altında sorgulanamaz bir siyaset mekanizması için yapılıyor” dedi.

Silivri Belediyesi Söyleşi Günlerinin 46'ncısı Gazeteci ve Yazar İsmail Saymaz'ın konuk olduğu programla devam etti. Türkiye'nin Gündemi konulu bir söyleşi gerçekleştiren Saymaz, 15 Temmuz darbe girişiminde iktidarın rolünü derinlemesine mercek altına aldı. Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk davalarının nasıl bir süreç içerisinde 15 Temmuz darbe girişimi ana dosyasına dâhil edildiğini anlatan Saymaz, Atatürkçü ve sosyal demokrat kimlikli yargı mensuplarının sahte veya manipüle edilmiş delillere dayanılarak Fethullahçı Terör Örgütü üyesi suçlamasına maruz bırakıldıklarını iddia etti. Yaşar Kemal Sergi Salonunu dolduran kalabalık davetli topluluğu içerisinde CHP İlçe Gençlik Kolları Başkanı Berker Esen, CHP'li Silivri Belediye Meclis Üyesi İbrahim Çeşmecioğlu, CHP'li Silivri Belediyesi eski Meclis Üyesi ve gazetemiz Köşe Yazarı Ahmet Yücegök, CHP eski İlçe Kadın Kolları Başkanı Nazan Kaçar, Eğitim Sen Silivri Temsilciliği Başkanı Murat Satır ve yönetimi, Silivri Çevre Derneği Başkanı Ali Korsan, Silivri Belediyesi birim müdürleri ve sorumluları vardı.

“15 TEMMUZ AKŞAMINI 1 GECE YAŞAMADIK, BİZ ONU 7 YIL YAŞADIK”
Saymaz'ın 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde yaşananlara ilişkin yorumu özetle şöyle: “Arkadaşlar buraya geldiğimde Yaşar Kemal Sergi Salonunda 15 Temmuz'da hayatını kaybeden ve yaralanan, demokrasi mücadelesi veren yurttaşlarımızla ilgili bir resim sergisi olduğunu söylediler. İmam Hatip Lisesi öğrencileri darbe girişimini hatırlatan gayet güzel resimler yapmışlar. Resim sergileri de başka etkinlikler de anlamlı ama Türkiye'nin 15 Temmuz akşamına nasıl getirildiğini ve 15 Temmuz'da bizlerin nasıl bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kaldığımızı hafızalarımızdan çıkarmamak gerekir. Bunu iyi tahlil etmemiz; resim, sergi, müzik dışında çıkarımlar da yapmamız gerekir zira biz 15 Temmuz akşamını 1 gece yaşamadık, biz onu 7 yıl yaşadık. 15 Temmuz bizim için ağır çekim bir darbe sürecidir ve 15 Temmuz maalesef önce işbirliğinin sonra kurumsal ve resmi bir aymazlığın sonucudur dolayısıyla 15 Temmuz'da karşımıza çıkan Fethullah Gülen yapılanmasının motive ettiği anlaşılan darbe teşebbüsü görünürde Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetini kastetse de aslında biz biliyoruz ki laik, demokratik, hukuk sistemini ve devleti hedef aldı. Bu süreç maalesef 2007'den itibaren Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ayrı yollardan aynı menzile yürüyen bir iktidar kurma hedefinin sonunu gerçekleştirdi.

“AK PARTİ ÖTEDEN BERİ GÜLEN CEMAATİ İLE KUTSAL İTTİFAK İÇİNDEYDİ”
Adalet ve Kalkınma Partisi öteden beri kamuda, emniyette, orduda, yargıda var olan Gülen Cemaati ile kurumsal ittifaka girdi. Bu kutsal ittifakın formülü az önce ifade ettiğim gibi ayrı yollardan aynı menzile yürümek ama özünde alnı secdeye değen bir devlet ya da alnı secdeye değen memurların yönettiği bir devlet mekanizmasını yani Yeni Türkiye'yi kurmaktı. Kime karşı? O günün jargonuyla söylüyorum Eski Türkiye'ye karşı! Eski Türkiye'de kimler var? Onlar şöyle karikatürize etmişlerdi; İzmirli sarışın teyzeler, bir grup Asker, Atatürkçüler, bir kısım milliyetçiler, solcular, Kürtler…


“KAMUDAKİ ATATÜRKÇÜLER TASFİYE EDİLDİ”
Değişik kategoriler halinde bir düşman ittifakının Eski Türkiye'nin Yeni Türkiye'yi yıkmak istediği iddiasıyla 2007'den itibaren bir davalar silsilesi başlatıldı. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk… Önce Ergenekon ve benzeri davalarla kamudaki Atatürkçü ve sosyal demokrat birikim tasfiye edildi. Bu daha sonra yargıya sıçradı. 2010 yılında, “Yargı Türkiye'nin önündeki en büyük engel” havası estirilmekteydi. Yargı tasfiye edilmek isteniyordu. Niye? Sözde Yeni Türkiye oluşacak ve demokrasi gelecek diye. Hatta o günlerde bu topraklarda akla gelmeyen bir ayrımcılığa bile başvuruldu. Hakim ve savcıların mezhepleri açıkça dillendirilmeye başlandı. Ve maalesef sadece Adalet ve Kalkınma Partililer, Gülen Cemaati değil Türkiye'nin bir zamanlar yazılarını hatmettiği, okuduğu, fikirlerine değer verdiği, bir grup liberal ve sol liberal de bu kompozisyonun 3'ncü bir elemanı olarak karşımıza çıktılar. Onlar da Türkiye'deki sözde bu demokrasinin dünyaya anlatılmasıyla meşguldüler.

“GÜLEN CEMAATİ YARGIYI ELE GEÇİRECEK DİYE BAS BAS BAĞIRANLARI DUYMADINIZ!”
2010 yılında bir referandum oldu. Aslında hiç darbelerle yüzleşmekle ilgisi olmayan, tümüyle yargıyı ele geçirmeye dönük olan bir referandumu kasten 12 Eylül tarihine denk getirdiler. Sanki 12 Eylül yargılanıyormuş gibi bir intiba yaratarak referandumu geçirdiler. Kenan Evren hasta yatağından savunmasını yaptı, mahkemeye bile getiremediler. İlhan Selçuk'u götürüyordunuz! Neyi eksikti? İnsanlar cezaevlerinde akıl sağlıklarını yitirdiler. Evlatları, anneleri, babaları hayatlarını kaybederken cenazelerine bile gitmelerine izin vermediniz! Kenan Evren'in ne imtiyazı vardı da gitmedi? O günlerde sözde darbe yargılanacak diye referandum böyle bir kampanyayla geçirildi. Bugün Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, “2010 yılındaki referandumda cemaat çetesi yargıyı ele geçirdi” diyor. Adalet Bakanı kimdi, devlet neredeydi? O günlerde Gülen Cemaati yargıyı ele geçirecek diye bas bas bağıranlar vardı, duymadınız! Benim ilk kitabımın konusu budur. Dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in hikâyesini yazdım. O kitabın adı Postmodern Cihad'dı. Bugün doğrulandı o. 15 Temmuz'da Postmodern Cihad yapmaya çalıştılar.

“İLHAN CİHANER'İ BU CEMAATİ SORUŞTURDUĞU İÇİN TERÖRİST İLAN ETTİLER”
İlhan Cihaner'in suçu neydi? İsmailağa tarikatı ve Gülen Cemaati'nin yasa dışı faaliyetleri hakkında soruşturma başlatmaktı. Biliyorsunuz o günlerde Gülen Cemaati hakkında işlem yapmak terörist olmak için yetiyordu. Ahmet Şık'ı, Nedim Şener'i Gülen Cemaati hakkında kitap yazıkları için, İlhan Cihaner'i bu tarikatı ve cemaati soruşturduğu için terörist ilan ettiler. O günlerde Gülen Cemaati hakkında soruşturma yapılmasına darbecilik diyorlardı. O günlerde aman şu Cihaner'i durdur da milyonların sevgilisi Gülen Hoca Efendi'yi soruşturmasın diye Erzurum Adliyesi'ndeki Fethullahçı savcıların kapısının önünde yatmışlardı.

“TÜM BUNLAR TEK ADAM İKTİDARI İÇİN YAPILIYOR”
Ben Gülen Cemaati adlı yapılanmanın devlette çeteleştiğine, suç örgütü olduğuna adım gibi inanıyorum. Tasfiyesinin zaruretine inanıyorum. Darbenin bertaraf edilmesine, bir daha hiç kimsenin tebessüm etmeyecek şekilde cezalandırılması gerektiğine sonsuz inanıyorum ama şunu da söylemem gerekir; bu yapılanma ile mücadele edilirken yapılabilecek en büyük hata yapılıyor. Bu yapılanmanın kendisini saklayabileceği muazzam bir mağdur kalabalığı yaratılıyor ve bu yolla kamusal alan bu kez sadece iktidarın söz sahibi olduğu ve biçimlendirdiği, ‘tek adam' iktidarının altında sorgulanamaz bir siyaset mekanizması için yapılıyor.

“ÇIKIŞ ÇOĞULCU DEMOKRASİDİR”
Biz 15 Temmuz'a çoğulcu demokrasiyi hırpaladığımız, insanların siyasal temsilinin ortadan kalktığı bir açmazın sonunda geldik. Biz 15 Temmuz'a türdeş zihniyette grupların kutlu iktidarı iddiasıyla yapılan işlemler nedeniyle geldik. Buradan çıkış aynı yolla olmayacak. Geçmişin kazmasıyla geleceği kazamazsın. Çıkış çoğulcu demokrasidir. Çıkış hukukun öngörülebilir olmasıdır. Yani dün sen milyonların sevgilisi derken cebine para girsin, bugün kişi FETÖ demediği için içeri girsin olmaz. Dün sen Fethullah'ın bankasından milyon dolarlar alıp villada otur, bugün öbürü kredi çekti diye içeri girsin olmaz. Bu adalet değil. Kaldı ki Türkiye Radyo Televizyonlarının bile sponsor olduğu, sırf onun bir okulunda 15 öğrencisi var diye Türk Hava Yollarının uçak kaldırdığı, darphanemizin bile Atatürk'ten sonra ilk kez onlar için para bastırdığı bir Türkiye'de vay sen şu sendikaya üyeydin, buna aboneydin gibi ithamlarla hukuk yargılaması olmaz. Bu doğru değildir üstelik odaklanacağımız merkezi kaybetmek demektir. Merkez çetedir. Çetenin emir alan, emir verenleridir ve bu çete adına işlem yapanlar darbe sürecine karışanlardır. Bununla mücadele ancak hukukun öngörülebilir olmasıyla mümkün olabilir. Adliye kapısına bir vatandaş gittiğinde AKP'li mi, CHP'li mi, cemaatçi mi diye sormak zorunda kalmadığı bir Türkiye'de olur. Temsiliyette olur. İnsanların ben şu belediyeye oy verdim, 15 gün sonra o belediye başkanı kollarından tutulup cezaevine atılmasın endişesini yaşamadığı bir Türkiye'de olur. Bu endişelerin yaşandığı yerde maalesef demokrasiyi her türlü baskı altına alan tehdit iklimi sürecektir. Kişinin şahsında demokrasi mücadelesi olmaz. Kişiye indirgenmiş, onun la ilişkilendirilmiş demokrasi olmaz.”


Söyleşi sonunda CHP'li Silivri Belediyesi Meclis Üyesi İbrahim Çeşmecioğlu, Saymaz'a plaketini takdim ederek katılımı için teşekkür etti. Saymaz, belediyenin katılımcılara hediye ettiği “Fıtrat - İş Kazası Değil Cinayet” isimli kitabını Silivrililer için imzaladı.
Hazal BAŞARAN

YORUM YAP