Ahh! Bu ne bahtiyarlıktır usta?!

Önünde,

kocaman bir tas tarhana.

Üzerinde,

biber salçası, kekik, tereyağ.

E daha ne istersin,

sen küçücük bir nötronken kâinatta..

İnsanlar dert oburu bildiğin,

kahır ambarı olmuş koca dünya!

Oysa senin önünde,

gönle şölen, bedene şifa tarhana.

Üzerinde,

biber salçası, kekik, tereyağ.

Sana ne kimin payına ne düştüğü,

ohhh! buharıyla, kokusuyla umutsa.

Dert ambarına dönmüş dar-ı dünyada

ne farkeder,

sen herkesi, herkes seni unutsa..

 

Şer ile inayet, fena ile beka, güldüren ile yerindiren bir arada nasıl olsun? Dünya denen derinliğin biri yüzeyindeyse, diğeri sonunda durur elbet. Fena dibindeyse, beka üstünde olmalıdır. İnsan ki dünya içre dünyadır da, şerri ayağının altına, inayeti onuru, merhameti omuzunun üstüne koymaklığı olmalıdır. Gezegenimizin tersine çevrildiğini bildiğimiz şimdilerde, başlar ayak, ayaklar hakkıyla baş kılınmış olup, niza sahipleri becerilerinin keyfini sürmektedirler!

Hiç hoşumuza gitmese de her şeyin tepetaklak olduğu ve kavramların içinin boşaltılıp muğlaklaştırıldığı dönemleri yaşıyoruz. Zamana benim tarafımdan bakıldığındaysa, bunları yazmak ve not düşmek kalem kalem sahibinin namusundandı. Bütün derdimiz, düşüncelerimizin okuyanların dikkatine böyle bir sorumluluk hissiyle ulaşmasından yanaydı yani. Umarım söz yerini bulmuştur.

Şimdi yazacaklarım ise önceki andıklarımın tersinden bakılarak bir araya getirilmiş düşünceler bütünüdür. Siz de bilirsiniz ki her düşünce tersini, yani karşıtını yaratır! Bize düşense, karşıtların çarpışmasından hasıl olan zorunlu varoluşu, cümlelerimizi ayna eyleyip okuyana yansıtmaktır.

Dünya bir tanedir ya, içindeki binlerce zıt düşünce onunla beraber döne dolaşa, çarpışa çatışa birlikte yaşamaktadır değil mi efendim… Nasıl, bas ile tiz sesler aynı konserin içinde bir müzikal zenginlik meydana getirirse.. Nasıl, iniş ile çıkış hep aynı yol üzerindeyse.. nasıl ki keder ile neşe aynı ailenin duygulanımları içreyse.. ve nasıl iyi ile kötü aynı toplumun içinde bedenlenmişse.. tam buradan yola koyulup kendi zaviyemizden doğruya yaklaşmaya çalışacağız.. Bilmem yapabilir miyiz acep. Amma, biz ne yazarsak yazalım, karar kârinindir hep..

Gözükür ki, azdan çok olmaktır marifet!

Azar azar yeniden çoğalacak  umut, azim, aşk, cesaret ve kirletilmemiş sevgi hakkıylan elbet. Hala yeryüzünde yaşam son bulmamışsa.. vakti saatı geldiğinde, nergislerin damarlarında eşkin yürüyecekse bahar.. başaklar dolacaksa tane tane herkesin tokluğuna.. gündöndülerin yüzünü yıkayacaksa güneş..

O zaman henüz her şey bitmedi!

Umut en son ölür arkadaş!

Ki daha sizin bilmediğiniz:

kırlangıçların ağzında yavrularına taşıdığı ve rüzgârın esgininde kıvrılıp bükülen solucanın, besin mi hüzün mü? olacağına kararsız bir inceliğin, yüreğini yufka gibi açtığı adamlar var!

Daha, hayatın ömürlerinin üzerinden merdane gibi gidip geldiği, merhametle mayalanmış, yumruk yumruk yuğurulmuş kadınlarımız...

Yok sayıla sayıla dut ağacının yalnızlığını kavrayan, patır patır döktüğü meyvelerinin ağlamaklığı olduğunun ayırdında olan.. ve öyle olduğu içinse, zahirinde zuhur eden nice buruksuluğu dutyaşlarıyla dölleyip merhamet büyüten genç kızlarımız..

Hala, geleceği çalındığı için dut gibi dert döken, ama kalbi saygıyla yeşermiş, sevgiyle tomurcuğa durmuş genç çocuklarımız var bizim!

Bekliyorlar, dallara yürüyen bahar gibi, iyiliğin de insanlığın damarlarında yürüyecek ilkyazını.. bekliyorlar!

Daha sevdalar terk etmedi yeryüzünü..

Hala koyunlar doğuruyor..

Güvemler, neşter kadar keskin dikenlerinin korumasında meydan okuyorlar hayata daha!

Umut.. umut var ya, daha ne olsun!

Nasılsa biliyor iyi insanlar: elmanın olması, ağacın bedeninde can verdiğinin ölmesi demektir! Ölüm ise yere düşen her elmanın hayatın ölümsüzlüğünü, olum ölüm yasasıyla beslemesidir.

Hey gidi gam taşıyan dut ağacı, hey..

Bre, bengi suyu kökleriyle bulup meyvesine veren elma ağacı.!

Ey dikenleriyle korunan, yaprağıyla direnen mor tebessümlü güvem.!

Seni gidi, dünyanın en hakiki yeşili, sarısı, karasıyla giyinip, alar sabah güneşe işvelenen günebakan.!

Sizlerin mucizevi varoluşunu gürül gürül duyan, duyabildiği için gövdesindeki çağıltının sebebini bilebilen.. yeryüzündeki gaddarlığa geçit vermeyecek sıradağlar gibi insanlar var memleketimde. Bilesiniz.. bilesiniz. Tükenmediler henüz.

Hala Toroslar gibi bin bir çiçekli,

Akdeniz kadar ayışığı içmiş,

Ege kıymetinde, binlerce yıllık tarihin tam ortasından geçmiş,

Karadeniz denli güçlü, kargınlarla beslenmiş, dalga dalga, köpük köpük kanatlanıp göğe yükselmiş umudumuz var bizim..

Şimdi sadede geldik işte:

Umut var ya, daha ne olsun.

 

YORUM YAP