Özbek: Tarihe şizofrence bakılmaz

Özbek: Tarihe  şizofrence bakılmaz

14.10.2016 09:58:16

Lozan Gerçekleri ve Çarpıtmalar konulu söyleşi programında konuşan İstanbul Barosu Genel Sekreteri Avukat Hüseyin Özbek, “Lozan kimi ruh hastalarının, kimi şizofrenlerin söylediği gibi bir hezimet değildir, eşsiz bir uluslararası zaferdir. Türkiye Cumhuriyeti'nin tapu senedidir. Sevr'in manevi mirasçıları Lozan'ı eleştiremez” dedi.

Silivri Söyleşileri kapsamında Lozan Gerçekleri ve Çarpıtmalar üzerine yapılan söyleşinin konuğu olan İstanbul Barosu Genel Sekreteri Avukat Hüseyin Özbek, Lozan Barış Antlaşması'na giden süreci, sonuçları ve önemi bakımından değerlendirdi.

“ŞARK MESELESİ ARAP YARIMADASININ EMPERYALİST DEVLETLERCE PAYLAŞILMASI DEMEK”
Avukat Hüseyin Özbek, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanlarımız tarafından resmen kabul edildiği Lozan'ı şöyle anlattı: “Lozan'dan bahsetmeden önce kuşkusuz ki Lozan'a giden yoldan Mondros Mütarekesi'nden, Sevr'den bahsetmek lazım. Osmanlı'nın 150-200 yılında şark meselesi diye bir kavram vardı. Bu Doğu Sorunu demekti. Bütün Avrupa devletleri, özellikle Çarlık Rusyası, Şark Meselesini kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. 1844'te Rus Çarı bunu İngiliz büyükelçisine söylediğinde Bosna, bütün Kuzey Afrika, Arap Yarımadası, bugün Irak, Suriye, Lübnan dediğimiz yerler, Bağdat, Musul, Basra, Şam vilayetleri Osmanlı'nın elindeydi. Fransızların, İngilizlerin, Çarlık Rusyası'nın birbirleriyle görüşmelerinde Şark Meselesinin çözülmesi gündeme getiriliyordu. Şark Meselesinin çözülmesi parmakla eşeleseniz petrol fışkıracak olan Musul'un, Kerkük'ün, Basra'nın, Arap Yarımadasının emperyalistler tarafından pay edilmesi demekti. Bu bizim açımızdan intihar meselesiydi.

“AVUSTURYA-MACARİSTAN VELİAHDINA DÜZENLENEN SUİKAST BİR SAVAŞ NEDENİ DEĞİL AMA BİR BAHANEDİR”
Osmanlı İmparatorluğu'nun felç hali 150-200 yıl sürdü. Emperyalist devletler parsadan pay kapma yarışında anlaşamadığı için bu kadar uzun sürdü. Rusların güneye sarkmasını Süveyş Kanalının ve Hindistan yolunun güvenliği açısından tehlikeli gören İngiltere, Osmanlı'yla güya bir dostluk politikası sonucu Rusya'nın daha güneye sarkmasını engellemek için diplomasisini bunun üzerine inşa etti. 1880'lere gelindiğinde Osmanlı'nın artık desteklenmesine, İngiliz vesayeti şemsiyesi altında yatalak halinin devam etmesine gerek olmadığına karar verildi. 1. Dünya Savaşı'nın Avusturya-Macaristan veliahdı Arşidük Ferdinand, 28 Haziran 1914 tarihinde Princip adlı bir Sırplı tarafından Saraybosna'da öldürülmesi üzerine başladığını okumuşsunuzdur. Böyle şeylerden savaş çıkmaz ama petrolden, enerji kaynaklarından, denizlerin, limanların kontrolünden savaş çıkar. Onun için Avusturya-Macaristan veliahdına düzenlenen suikast bir savaş nedeni değildir ama bir bahanedir.

“1. DÜNYA SAVAŞINA GİRMEK ZORUNDA KALDIK”
Bir de, “Osmanlı İmparatorluğunun başında o zaman yönetimde İttihat ve Terakki diktatörlüğü Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa olmasaydı biz 1. Dünya Savaşı belasına girmezdik” denir. Tribünde çekirdek çıtlayarak harbi mi seyrederdik? Öbürleri bu kadar geri zekâlı, biz bu kadar uyanık mıyız? Hani Kırkpınar'da başpehlivana üst üste kazanırsa altın kemer veriyorlar ya, altın kemer biziz, altın kemer Türkler! Savaş dışında kalma şansın yok kardeşim. Televizyon kanalına çıkıp, “Lozan hezimettir” diye sallayan şizofrenler, Bakırköy'e soksan bir daha çıkamayacak tipler var ya onlar böyle yargılarda bulunuyorlar. Biz 1. Dünya Savaşı'nın dışında kalamazdık, savaş bizim yüzümüzden çıktı. Mafya babaları gibi, “Buranın haracını ben alacağım” diye silahları çektiler. Sulhen bizim taksimimiz konusunda anlaşamadılar, biz savaşa girmek zorunda kaldık.

“HARBE GİRMESEYDİK ÜMÜĞÜMÜZE ÇÖKERLERDİ”
Fransızlar, İngilizler, Çarlık Rusyası, “Eskiden Viyana kapılarına dayanan Türkler yok artık. Bunlar 500 yıl yönettikleri Başkan devletleri ve milletleri karşısında perişan oldular. Bunları Çatalca'ya kadar kovaladık. Mahvoldular. Bunlar savaşamaz. Çanakkale boğazından bir gireriz, akşam beş çayını İstanbul'da içeriz” şeklinde hesap yaptılar. Bir mucize gösterdik. Dünyada hiçbir millet aralıksız 11 yıl savaşamaz. 1 yıl bile savaşamayanlar olur. 1911 Trablusgarp, 1912-1913 Balkan, 1914-1918 eskilerin Harbi Umumi dedikleri 1. Dünya Savaşı, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı. 11 yıl boyunca nefes almadan çarpıştık. Adeta küllerimizden yeniden doğduk. 1914'te harbe girmeseydik ümüğümüze çökerler, işimizi bitirirlerdi. Savaştık ve yaşama hakkını elde ettik. Tarihe böyle bakılır; şaşı bakılmaz, şizofren bakılmaz.

“OSMANLI HEYETİ KABUL EDİLEMEZ HÜKÜMLER İÇEREN MONDROS MÜTAREKESİNİ İMZALADI”
4 yılı aşkın süren savaş sırasında cephelerde kan, ateş, barut, yokluk içinde rüştünü ispat eden komutanlar çıktı. Mustafa Kemal çıktı. İsmet Bey, Refet Bele, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Kazım Özalp, Ali Fuat Cebesoy, İstiklal Harbini yönetecek komutanlar çıktı. Uzun harp süresince çifte su verilmiş çeliğe dönüştüler. Türk milleti bunların arkasına düştü. 1. Dünya Savaşı bizim için yenilgiyle bitti. 30 Ekim 1918 akşamı Limni Adası'ndaki Mondros Limanı'nda Agamemnon zırhlısında Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey ve heyeti Mondros Mütarekesini imzaladı. Osmanlı'nın sonunu hazırlayan Birinci Dünya Savaşı, oldukça ağır bir ateşkes antlaşması ile sona ermişti. Bir ateşkes antlaşmasına göre kabul edilemez hükümler içeren bu sözleşme, Avrupa'nın Türklere aşağılayıcı mesajlarını içeren bir şekilde dikta ettirilmişti.

“YER OLARAK AGAMEMNON ZIRHLISININ SEÇİLMESİ SİYASİ BİR AŞAĞILAMAYDI”
Osmanlı Devleti, savaşı bitiren bir ateşkes imzalamak zorunda kalmıştı. Bu ateşkes antlaşmasının imzalanması için seçilen yer Agamemnon zırhlısıdır. Bu ada Osmanlı'dan kopan ve Osmanlı'ya çok fazla sorun çıkaran Yunanistan'a ait bir adadır. Peki, nedir bu ismin önemi? Agamemnon antik dönemde Yunan Argos şehrinin kralıdır ve meşhur Truva kuşatmasını gerçekleştirip, o bölgeyi ele geçirmiştir. Yani mesaj açıktır. 1. Dünya Savaşı tıpkı binlerce yıl önce yapılan Yunan şehir devletleri ile bugünkü Çanakkale olan Truva arasındaki savaşa benzetilmiştir. Truva binlerce yıl önce yenilmişti ve Avrupa – Yunan Medeniyeti, doğuya üstünlük sağlamıştı. Binlerce yıl sonra da aynısı oldu Osmanlı; Avrupa Medeniyeti karşısında yenildi, tarih tekerrür etti. İşte bu yüzden Osmanlı heyetine, bu ateşkes antlaşması Agamemnon zırhlısı içerisinde imzalatılmıştır. Şüphesiz ki bu durum Osmanlı Devleti ve Türkler için onur kırıcı, çok kaba bir aşağılama, psikolojik olarak sıfır eden bir durum.

“TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ”
Bizimkiler bunu imzaladılar ve İstanbul'a döndüklerinde, “Çok başarılı bir iş yaptık. Memleket kurtuldu. Tabi bir harbe girdik, İngilizleri de kızdırdık, biraz ağzımıza biber sürecekler. Merak etmeyin, hilafet kurtuldu” diyorlar. Şaşıracaksınız; Mondros anısına zafer pulu bastırdık iyi mi? O zaman ki savsak, aciz, olayları okuyamayan, stratejik bakışı sıfırın altında olan bir anlayış İstanbul'da çok büyük başarı kazandık diye hatıra pulu bastırdı. Tabi takke düştü, kel göründü. Antlaşmanın öyle hükümleri var ki, müttefikler güvenlikleri için sakıncalı gördükleri her yeri işgal edebileceklerdi. Hemen tersanelere, Harbiye'ye, İskenderun limanına girdiler. Hesap ordunun dağıtılması, tasfiye edilmesi, memleketin paramparça edilmesi, direnecek mecal bırakmamaktı. Daha o pulun mürekkebi kurumadan niyetleri belli oldu. İstanbul'daki aciz padişah, “İngilizlerin himayesine sığınırsam saltanat ve hilafet kurtulur” diyor. Herifin memleketle ilgisi yok. İstanbul'da o zaman Meclis-i Mebusan var. Bab-ı Ali denen hükümet var. Orada da Damat Ferit adlı bir hain var. İngilizleri kızdırmamak, İngilizlerin her dediğine evet demek dışında başka bir seçenek düşünmüyorlar. İlginçtir Mondros Ateşkesinin üzerinden iki hafta geçmeden, 13 Kasım'da, İstanbul boğazında 56 parçalık dev müttefik donanmasının korkunç namluluları İstanbul ahalisini tehdit ediyor.

“MUSTAFA KEMAL PAŞA İŞGALCİLERİN KONTROLÜ ALTINDA MİLLİ MÜCADELENİN VERİLEMEYECEĞİNİ GÖRDÜ”
İşte bir adam çıkıyor; o gün son görevi olan Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığından istifa etmiş, İstanbul'a gelen ve Haydarpaşa Garı'nda trenden inen, yaver kordonlu generalimiz var, genç bir paşa, Mustafa Kemal. Küçük bir botla karşıya geçecek ve Şişli'de oturan annesini ve kız kardeşini ziyaret edecek. Korkunç gemilerin arasından geçerken o ünlü sözü söyler, “Geldikleri gibi giderler!” Ve seneler sonra bu gerçek olacaktır. Lozan Konferansından sonra geldikleri gibi değil; süklüm püklüm, Türk bayrağını selamlayarak gideceklerdir. Mustafa Kemal Paşa, işgalcilerin kontrolü altında İstanbul merkezli bir milli mücadelenin mümkün olmadığını gördü. 6 ay İstanbul'da kaldı. Nazır olmak, hükümete girmek istedi. Gazete çıkardı, köşe yazıları yazdı. Örgütlenme çalışmaları yaptı. Anadolu'daki Ali Fuat, Kazım Karabekir gibi Kolordu Komutanlarıyla temasta oldu. Milli mücadelenin Anadolu merkezli olarak verilebileceğini düşündü. İşte Samsun'a çıkışın nedeni budur.

“DÜŞMAN DENİZE DÖKÜLDÜ”
27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelir, askerlikten istifa edip resmi üniformasını çıkardığı için sıfatı 23 Nisan 1920'ye Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışına kadar geçen sürede Heyeti Temsiliye Dernek Başkanıdır. İstanbul'da 16 Mart 1920'de işgalciler meclisi basıp kimi vatanseverleri tutuklayıp Malta'ya sürünce bir altın fırsat yakalar. Bir meclis toplar, bu meşrutiyet organının yönetiminde bir milli mücadele verilir. Türk halkının yarattığı bir destandır. Aşından, ekmeğinden, hayvanının yeminden, çocuğunun rızkından kestiğini ordusunu verdi ve yoktan ordu yarattı. Şu demokratik anlayışa bakın; bizim ordumuzun adı Büyük Millet Meclisi Ordusu'dur. 9 Eylül 1922'de düşman denize döküldü. İngilizlerin tetikçisi olarak Anadolu'ya çıkan Yunanistan perişan oldu. Küçük Asya macerası felakete dönüştü.

“MUDANYA ATEŞKESİ İMZALANDI”
Bir ateş kesilecekti bu Mudanya'da oldu. Mudanya'ya Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirilen Garp (Batı) Cephesi Komutanı İsmet Paşa gitti. Orada Fransız, İngiliz ve İtalya Generaliyle müzakere yaptı. Bir ateşkes imzalandı. Mustafa Kemal Paşa, 2. Cumhurbaşkanı olacak olan İsmet beyin müzakere yeteneğini, çetin, taviz vermez tavrını, akıllı politikasını gördü.

“RAUF BEY MONDROS'UN EZİKLİĞİNİ ATMAK İÇİN LOZAN'A GİTMEK İSTEDİ”
Bu ateşkesti ama uluslararası bir konferans düzenlenecek 600 yıllık bir hesap görülecekti. Lozan'a o zaman Başbakan olan Rauf bey gitmek istiyordu. Neden? Mondros'un ezikliğini, utancını üzerinden atamamıştı. Orada onurunu geri kazanmak istiyordu. Yunan ordusunu denize dökmüşüz, lehimize bir barış antlaşması yapılacaktı. Mustafa Kemal Paşa bu görevi ona vermedi.

“İSMET PAŞA DİPLOMASİ KURTLARININ KARŞISINA ÖZGÜRLÜK TAPUMUZU ALMAK İÇİN ÇIKTI”
Bu görevi İsmet Paşa'ya verdi. İsmet Paşa direndi, “Benim diplomasi tecrübem” yok dese de “Hayır, sen gideceksin” dedi. Kasım 1922'de bizim heyet Lozan'a gitti. Baş delege İsmet Paşanın karşısında dünyanın diplomasi kurtları vardı. İsmet Paşa 40 yaşında bir general, sivil kıyafetli ama herkes biliyor ki o cepheden gelen ve teşbih anlamda elinde kılıç tutan birisi. Türk heyeti Lozan'a vardığı zaman ortalıkta kimse yoktu. Konferansın bir haftalık gecikmeyle açılması kararlaştırılmıştı. İsmet Paşa bu gecikme nedeniyle kendisine yapılan özel çağrıyı kabul ederek Paris'e gitti. Döndüğünde Lozan'ın görüşüleceği salonu ısrarla görmek istedi. Türk heyetinin batılı devletlerle eşit koşullar altında oturmasını sağladı. Kürsü de konuşmak isteğini de kabul ettirdi. Görüşmeler boyunca Lord Curzon sık sık Mondros'u hatırlatmıştır ancak İsmet Paşa, "Ben buraya Mondros'tan değil, Mudanya'dan geldim. Mondros Mütarekesini, 10 Ağustos 1920'de dayatılan ve Türk milletinin ölüm fermanı olan Sevr'i kabul etseydik tamam ne deseniz haklısınız ama biz bunların hepsini elimizin tersiyle ittik, yırttık. Çağdaş standartlarda bir devlet kurmak istiyoruz. Biz buraya özgürlük tapumuzu almaya geldik” yanıtını vermiştir.

“MUSUL'U VERMEMEK İÇİNCANSİPERANE BİR MÜCADELE GÖSTERDİ”
Osmanlı tefeci eline düşmüş bir gariban gibi. Şantaj yapıyorlar. Bu tefeciler Osmanlı Devleti'nde olan avantajlarının yeni kurulacak olan devlette de devam etmesini istiyorlar. TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türkiye'de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak Musul konusunda anlaşma sağlanamamıştır. Lozan'da Musul çok çetin bir meseleydi. Ankara hükümeti Musul'u vermemek için cansiperane bir mücadele sergiledi. İsmet Paşa Lord Curzon'a, “Buradaki Kürt'e, Türk'e, Arap'a soralım ama özellikle Musul, Kerkük, Süleymaniye'de Kürtler var, Türkler var, Türkmenler var. Soralım biz buradaki Kürt'e, sen kimi seçmek istiyorsun, Ankara'ya mı katılacaksın, Türkiye'ye mi, yoksa İngiliz mandası altındaki Irak'ın bir parçası mı olmak isteyeceksin?” önerisinde bulunuyor. Lord Curzon ne diyor, biliyor musunuz? “İsmet Paşa, şimdi öyle eşekler bulacaksın, kağıtları koyacaksın, eşeklerin tepesine yükleyeceksin, dağ tepe çıkacaklar, Kürtlere soracaklar, öyle mi Türkiye'yi mi istiyorsun, İngiltere'yi mi istiyorsun? Bu Kürtler -ben size aynen belgeyi söylüyorum- bu kâğıtları yerler İsmet Paşa” diyor. İngilizcesini de aynen söyleyeyim size, tercümede hata olmadığını görün, “This Kurds wood it this papers.” Aşağılamaya bakar mısınız? O şizofren tarihçi karikatürler, “Musul'u verdik” diyor ya Musul yüzünden konferansa ara verildi. İsmet Paşa ve heyeti memlekete döndü bu arada Türkiye diplomatik anlamda olağanüstü neticeleri olan bir atak yaptı. Toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde Kurtuluş'tan sonra Türkiye'nin ekonomik yol rotası tartışıldı. Türkiye milli sermayesi olan ama uluslararası ekonomik ilişkilere paralel bir ekonomik tercihte bulunacağını kararlaştırdı.

“LOZAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TAPU SENEDİDİR”
Konferans yeniden toplandı ve bildiğiniz gibi çetin müzakerelerden sonra 24 Temmuz 1923'te imzalandı. Mustafa Kemal Paşa, “Lozan, Türk Milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr'le tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın sonunu ifade eden bir belgedir” sözleriyle bu antlaşmayı yorumlamıştır.
Lozan kimi ruh hastalarının, kimi şizofrenlerin söylediği gibi bir hezimet değildir, eşsiz bir uluslararası zaferdir. Türkiye Cumhuriyeti'nin tapu senedidir. Lozan'da olağanüstü bir cesaretle, kararlılıkla, inançla çaba göstermiş, o hepsine minnet ve şükran borçlu olduğumuz delegasyon, cephelerde hayatını kaybeden şehitlerin sayesinde çok önemli mevkilere tırmanma imkânı bulanların Lozan'la ilgili aşağılayıcı beyanları devletin kimlerin eline kaldığını göstermesi açısından son derece acıtıcıdır.

“SEVR'İN MİRASÇILARI LOZAN'I ELEŞTİREMEZ”
1. Dünya Savaşı'nın başlangıç düdüğünü emperyalizm çaldı ama maçın bitiş düdüğünü Mustafa Kemal çaldı. Lozan'a saldırı Türkiye Cumhuriyeti'ne, Mustafa Kemal'e, İsmet Paşa'ya, şehitlere, gazilere saldırıdır. Sevr'in manevi mirasçıları Lozan'ı eleştiremez. Sevr'in değirmenine su taşımak, Türkiye'nin etnik, mezhepsel olarak paramparça edilmesi, Türkiye'nin bir Lübnan'a, Yugoslavya'ya, Irak'a, Suriye'ye dönüşmesini isteyenler Lozan'a saldırıyor.”


Özbek'in tarih dersi niteliğindeki konuşması uzun süre alkışlandı. Silivri Belediyesi Başkan Yardımcısı Bora Balcıoğlu, söyleşi sonunda hukukçuya plaket ve çiçek takdim ederek katılımı için teşekkür etti.
Hazal BAŞARAN

YORUM YAP