
Galat-ı meşhur, lugat-i fasihadan evladır.
(Meşhur olmuş yanlış, sözlükteki doğrudan geçerlidir.)
Yanlışlarımızı meşhur etmemeli, doğru ve güzel kullanımlarımızı çoğaltmalıyız. Büyük Şairimiz Namık Kemal, "Edebiyatın ahlaklı ve faydalı olması” fikrindeydi.1 9. Yüzyılda dahi edebi eserlerde örnek olma kaygısı vardı. Sanırım bugünkü televizyonları görse çok üzülürdü.
Haber okuyanlar, program sunanlar seçilirken güzel konuşan ve Türkçeyi doğru kullanan insanlar olmalarına özen gösterilmeli. Türkçeyi nasıl kullandıkları göz önüne alınmalıdır.. Mesleki yeterlilikleri sürekli sınanmalıdır. Bir ara, sadece güzel olmalarına dikkat ediliyordu. Ama ilk bakılması gereken kriter konuşması olmalı. Güzel olmaları değil! Tabi güzel konuşmaları şartıyla güzel de olabilirler. Haber Spikerlerimiz genelde daha güzel konuşuyorlar. Ama program sunucularının büyük bir bölümü felaket. Onlardan bazılarında vurgu hiç yok. Türkçemizde olmayan birtakım farklı sesler çıkaranlar var. Bir sözcüğü hiçbir ağızda göremeyeceğiniz şekilde söyleyenleri de unutmamak lazım. Hani ağız özelliklerini kullanarak renkli bir sunum yapmak istiyor deseniz. Ama durun hemen söyleyeyim: Böyle bir renklendirme şekli de yok. Bunun yanı sıra onlar konuşurken haberler hiç bitmesin, dediğim sunucularımız da var. Programın içeriğini beğenmememe rağmen sırf güzel konuşuluyor diye izlediğim programlar da... Ben isim veremem hiç. Kurallar ortada... Güzel konuşmak hiç kimsenin uhdesinde bir iş değildir. Herkes kullandığı dili güzel icra etmekle mükelleftir. Bu ayrıca bütün dünyada gelişmişlik, kültürlülük göstergesidir.
Bizim toplumumuzda son beş on yıldır televizyon umumi bir eğlence aracı haline geldi. Ben şimdi böyle arkadaşlarımı ziyarete gittiğimde görüyorum. Eve misafir gelmiş, o hala açık. Tabi tahmin edersiniz, yazıyı okuyan arkadaşlarımın yüzünde tebessüm oluştu bile, ben hemen kapattırırım. Şunu kapatın, birbirimizi duyalım; hatta başarabilirsek dinleyelim. Tabi duymak başka, dinlemek başka... Dinlemek bilinç gerektirir. Ben çoğunu sadece duyuyorum. Çünkü dinlenecek bir şey söylemiyorlar. Misafir geldiğinde televizyonun açık bırakılması: "Sizinle konuşacak bir şeyimiz yok. " demek gibi bir şey. "Biz buna bakıyoruz, siz de bakın!" Pekala bakıyorsunuz ama görüyor musunuz? Öyle ya duymak başka dinlemek başkaysa; bakmak başka, görmek de başkadır. Ya da ne görüyorsunuz, benim gördüklerimi görseniz kapatırdınız zaten. Beni televizyon düşmanı zannetmeyin. Ben sabah uyanınca açılan ve akşama kadar açık kalan, ne varsa hiç ayırmadan izlenen ve insanın hayatının merkezine oturmuş bir Televizyon bağımlılığını sevmiyorum. Şimdi bir hastalık daha eklendi buna, televizyonun karşısına akıllı telefonlarla oturuyorlar. Arada bir kafalarını kaldırıp karşıdaki ekrana; sonra da ellerindeki ekrana bakıyorlar.
"Görün": Bakıyorlar. Bakıp, görmüyorlar.
Televizyon ve Çocuk
Lütfen çocuklarımızı bu ekranlarla büyütmeyelim. Bu ekranlar elbette hayatımızda olacak. Elbette kullanacaklar... Süresini tayin edin. Seçici olun. Hayatınızın merkezine oturmasınlar. Ailece bir akşam da oturun, kitap okuyun. Şarkı söyleyin. Şu ekranlara bakmayın, çocuklarınızın yüzüne bakın.
Bakın, "Görün" ; Duyun, "Dinleyin"
Bilhassa küçük çocuklarınızı bu ekranlarla baş başa bırakmayın. Çizgi film bile izleseler; onların yanına oturun, birlikte izleyin. Bu araçları faydalı hale getirmek istiyorsanız; izlediği şeyi ona anlattırın. Her şeyi izletmektense, ona seçmeyi öğretin. Onunla ilgilenirken akıllı telefonlarınızı bir kenara bırakın. Onlarla konuşurken göz teması kurun. Hani uzmanların söylediği gibi televizyonu çocuk bakıcısı olarak da kullanmayın.
Bir dahaki yazımda ağız ve lehçe (şive) arasındaki farklardan bahsedeceğim. Benim yaşamımdaki güzel konuşan insanları anlatacağım.
Sevgiyle Kalın.