İhsan Özkes

Maksat Din Mi? Din İstismarı Mı?


Siyasal İslamcılar ‘biz’ ve ‘ötekiler’ ayrımı yapıyorlar. ‘Bizden’ dedikleri kişiler, ne yaparlarsa yapsınlar, ne ederlerse etsinler, hepsini ‘kabulümüzdür’ diye içlerinde sindirip hazmediyorlar. ‘Ötekiler’ dedikleri insanlardan birileri bunların söylediklerinin yüzde birini söyleyecek olsa; ne dinsizlikleri kalıyor, ne de imansızlıkları kalıyor. Topluca linç etmeye kalkışıyorlar. Hurra ‘vurun kahpeye’ misali tüm güçleriyle saldırıyorlar.
Avrupa’da işçilerimizi ‘din-iman yoluyla’ yolup kuşa döndürdüler, soyup soğana çevirdiler. ‘Holdingler kuracağız, Allah bizim ortağımız. Allah’la ortak olmaz mısınız?’ dediler, jet hızıyla milleti dolandırdılar. Küçükler el feneriyle, büyükler deniz feneriyle hırsızlık yaptılar. ‘Müslüman televizyon kanalı kuracağız’ dediler, cennetten parsel dağıttılar. Güldüler topladılar, ağladılar topladılar. Kul hakkını, hak-hukuk kavramını tarumar ettiler. Bu yüzden nice insanlar iflas etti. Nicelerinin evi barkı dağıldı. İntihar edenler, kafayı üşütenler oldu. Fakat bu çevreler ‘yol’a devam ettiler. Yolsuzluk ve hırsızlığın olmadığı gün var mı?
1990’lı yıllarda ‘İSKİ Skandalı’ diye bir skandal çıkmıştı. Bu skandal yüzünden iktidar düşmüştü. Suçlanan kişi yargılandı, hüküm giydi ve yıllarca yatıp çıktı. Sıradan biri olarak hayatını sürdürüyor.
Şimdilerde neredeyse her gün bir skandal çıkıyor. Fakat işin tuhaf yönü, bırakınız hırsızların hüküm giymesini, yargılanmaları bile söz konusu olmuyor. Kimisi dokunulmazlık zırhına bürünmüş, kimisi malum çevrelerin koruması ve kollamasında olacak ki hiçbir şey olmuyor. Solun bir hırsızında kıyametler koptu. Siyasal İslamcılığın hüküm sürdüğü dönemde hırsızlık kol geziyor, kimsenin gıkı çıkmıyor.
‘Allah için çalıp çırpar’, ‘Çalıp çırptığını Allah için harcar’, ‘Çalıp çırpıyorsa da Allah’tan korkar’, ‘Bunlar yapıyorsa da az çalıp çırpar, çünkü alnı secdeye varıyor’ gibi bin bir dereden su getirerek hırsızlığı hoş gören, ama dini diyaneti de kimseye kaptırmayan kesimler var. Bunlar inançlarını yerlerde çiğneyip, siyasetlerini yukarı kaldıran sözde Müslümanlardır. Böyle giderse din sömürücüleri kendi oluşturdukları düzende Siyasal İslamcılığın şartlarına hırsızlığı da ekleyeceklerdir. İslam ile hırsızlığı bir arada görmeyi hazmedenler hatta savunanlar Siyasal İslamcılardır.
Bu gün bazı belediyelerde bazı işleri yaptırmak için, bazı yerlere bağış yapma zorunluluğu, herkesin bildiği bir durumdur. Bunun adı rüşvettir. Bu kesim ‘Hayır, rüşvet değil, bu bir bağıştır’ diyor. ‘Vatandaş bağış yapacağı yeri, bağışın miktarını, kendisi seçer. Bağış yapıp yapmayacağı, vatandaşın içinden gelen bir şeydir. Nereye, ne miktarda ve ne zaman verileceği belli olan, bal gibi rüşvettir’ diyorsunuz. ‘Hayır, sadece zorunlu bağış’ diyorlar. Yani ‘rüşvet’in adını ‘bağış’a çevirdiler. Allah’ın haram kıldığını helalleştirdiler. Haramı helal saymanın hükmü nedir, derseniz? ‘Kâfirliktir’ derler. Rüşveti meşrulaştırma anlayışının, sözde İslami kesimlerce normal görülmesi, dahası savunulması; inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Bir zamanlar “Rüşveti alan da veren de mel’undur” hadisini çerçeveletip bürolarına asan bu sözde İslami kesimde, yaklaşık on beş yıldır bu levhalar kaldırıldı. Utanmasalar bu hadisteki ‘mel’undur’ kelimesini ‘memnundur’ şeklinde yazıp asacaklar. Muhtemelen yazacakları zamanı kolluyorlar. Yıllar önce ülkemizi Darul harp (harp evi/alanı) sayarak bazı haramları helal sayıyorlardı. Şimdilerde kendilerinin yönetiminde olan ülkemiz için ‘darul harp’i de ağızlarına almaz oldular ama alıştıkları haramları helal saymak için başka kulplar aramaya başladılar. Bir kısmı ise haram helal fark etmez demeye çoktan başladı. Ancak ‘Harp Hiledir’ hadisi işlerine çok yaradığı için ona iyice sarıldılar.
Dinimizde israf haramdır. Allah Firavun’un ilahlık iddiası bir tarafa onun müsrifliğini de eleştirir. Bugün bazı siyasetçiler değeri 10 bin Euro’nun üzerinde olan bir elbise giyebiliyor. Yine bunlardan birinin eşi 65 000 TL’lik bir yüzük takabiliyor. Bunlar lüks villalarda oturuyorlar. Lüks arabalara biniyorlar. Hâlbuki ülkemizde açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca insan var.
Siyasette dini söylemler kullanan bu kesim büyük paralar kazandı. Milyonlarca genç 500 TL’ye bile iş bulamazken bunların çocukları gemiler aldı, milyon dolarlık iş yerleri kurdu ve dünyanın önde gelen şirketlerinde görevler aldılar. Bunlar  ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ hadisini de artık söyleyemez hale geldiler. Ramazan ayında fakir sofralarında birkaç dakika göstermelik bulunup poz vermekle halkı belki kandırabilirler ama Hakk’ı asla kandıramazlar. Siyasal İslamcılardan önemli mevkilerde bulunup haram kazanç ve israf içinde olmayan birine rastladınız mı?
Bunların geçirdiği evrim ve değişimi burada yineleyelim. Önceleri kendilerini ahir zamanın sahabesi gibi gösterip mücahit olarak adlandırıldılar. Sandıklarda müşahit olarak hak ve batıl oyları ayırmaya başladılar. Belediyeleri ele geçirince Müteahhit oldular. İktidara gelince her alanda her şeyi yapmaya müsait oldular. Egemen güçleri koruyup kollarken kimsesizlerin kimsesi sloganını unuttular. Garip gurebayı artık dillerine almaz oldular.
AB uyum yasaları dâhilinde zina suç olmaktan çıkarıldı. Bu gün evli olan bir erkek veya kadın, bir başkasıyla ilişki halinde görülse, karşılıklı rıza ile bir arada iseler, kanuna göre suç değildir. Eşi bile şikâyetçi olamaz. Peki, bu kanun bir başka parti iktidarında çıkmış olsaydı, hele sol bir parti döneminde çıkmış olsaydı, neler olmazdı? Beyazıt Camisinde Kuran’ları zincire vurup, ‘din elden gitti’ diye gösteriler yaparlardı. Sözde İslami kesimlerin gazetelerinde, televizyonlarında, dergilerinde, camilerin çayhanelerinde, tüm dini toplantı ve merasimlerinde fiskoslarla bu kanunu çıkaran iktidar aleyhinde en acımasız ithamlar yapılırdı.
Irak’ta Amerikan işgalinden sonra, 1,5 milyon insanın can verdi. 5 milyon kadar çocuk öksüz kaldı. Milyonlarca kadın dul kaldı, kadınların, kızların ırz ve namusları çiğnendi. Şayet tüm bunlar başka bir iktidar dönemine rast gelseydi, nice mahşeri kalabalık tel’in mitingleri bir yana, sözde İslami kesimlerin neler yapacağını kestirmek, olacakları tahmin etmek mümkün değildir. Her şeye tesadüf diyemeyiz, eş başkanlık zamanlamasını düşünmeden edemeyiz.
Tezkerenin meclisten geçmesi için uğraş verenler ‘abdestli- namazlı kardeşler’ değil miydi? O dönemde tezkerenin karşısında yer alan ve geçmemesini sağlayan CHP değil de, dini sömürüsünden semiren bir parti olsaydı göklere çıkarılmaz mıydı? Müslüman kanının akıtılmasına ve Müslüman kadınların ırz ve namuslarının çiğnenmesine aziz milletimizi ve şerefli ordumuzu ortak etmeyen CHP’ye, ‘one minüte’ şakşakçıları hangi tavrı sergilediler? Yaptıkları şey bir yandan Irak’ta bir milyon masum boğazlanmasına lojistik destek verirken diğer yandan Gazze katliamını siyaset malzemesi yapmaktır.
20-30 yıl önce Siyasal İslamcılar adaleti, dillerinden hiç düşürmezlerdi. Hz. Ömer adaletinden büyük bir özlemle bahsederlerdi. Mehmet Akif’in Safahat’ından “Kenarı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu/ Gelir de adli ilahi sorar Ömer’den onu” dizesini sürekli gündemde tutarlardı. Şimdilerde kendi dönemlerinde bir kuzuyu bırakında nice canlar, nice mallar şöyle veya böyle telef oluyor. Sorumluları ya dokunulmazlık zırhlarıyla korunuyor ya da dokunulmazlar tarafından korunmuyorlar mı?
Geçen yıl İstanbul sel felaketinde canlarını kaybeden 25 civarında canın sorumlularına hesap soruldu mu? Son yıllarda intiharlar % 35 arttı. İntiharlara neden olanların keyiflerinde bir eksilme var mı?
İslam’da hiç kimse makamından, mevkiinden dolayı mukaddes olamaz ve herkes yaptığından mutlaka sorumludur. Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir” (21 / Enbiya Suresi, Ayet, 23.)
Milletvekili dokunulmazlığı yasaların verdiği bir ayrıcalıktır. Eşitlik ilkesine aykırıdır. Dokunmadık hiçbir makam bırakmayacaksınız. Sadece kendinize dokundurtmamak için her çareye başvuracaksınız. Millete (asıla) dokunacaksınız. Millete vekillik edenlere (vekile) dokunmayacaksınız. Milletvekilleri yasaların desteğiyle kutsanamaz. Bu adaletsizliği, İslam’la taban tabana zıt bir ayrıcalığı ve haksızlığı savunanların alnı açık yüzü ak ise yargılanmaktan kaçarlar mı? İslam’da dokunulmaz olan sadece Allah iken dokunulmazlıktan vazgeçmeyenlerin yargıya olan samimiyetleri yanında dini yönleri de tartışılmaz mı?
23- 30 yıl önce türban yoktu. Annelerimiz bacılarımız başlarını geleneksel örtülerle örterlerdi. Bu nedenledir ki yıllarca türban için ‘dini idi- siyasi idi’ tartışması yapıldı. Bazı çevreler türbana ‘dini’ diye sahip çıktılar. Sonunda Sayın Başbakan ‘velev ki siyasi olsun’ yani ‘siyasi ise siyasi ne olacak’ şeklinde söyledi. Sayın Başbakan’ın bu sözüyle türban ‘siyasi’ olarak tescillenmiş oldu. Bu çevrelerden bir Allah’ın kulu çıkıp Sayın Başbakan’a ‘Sayın Başbakan bizim ‘dini’ bildiğimiz bir giysiye siz nasıl ‘siyasi’ dersiniz, bizim eşimiz, kızımız şimdi siyasi bir giysi mi örtünüyor’ diye sorma cesareti bile gösteremedi.
Bu çevreler istismarını yaptıkları türbanlı kızlara ancak başörtüsünü istismar edebilecekleri masalarda asgari ücretle iş veriyorlar. Onlar saatlerce duraklarda otobüs beklerken, din istismarı yapanların eşleri, türbanlı fakir kızların üzerlerini 4x4 ciplerle kışın kar ve yağmur sularıyla ıslatarak yazın da tozu toprağı tozutarak geçiyorlar.

Bunlar yüce dinimizi maddi çıkarları için kullandılar, kendileri büyük imkânlara kavuştular. Halkı ise sefil kılıp sadakaya muhtaç ettiler.
Bir il başkanı yaklaşık bin 500 kişinin bulunduğu salonda partililere, “Bu çatı olan insanlarımızın Başbakan’a olan sevgisinden, saygısından kimsenin şüphesi olmasın. Biz Başbakanımızın aşığıyız, Başbakanımız bizim için adeta ikinci peygamber gibidir. Başbakan’a ihanet etmeyi asla kabul edemem. Sevgimiz, saygımız, partimiz var olduğu sürece de devam edecektir” demişti. Din tutar gibi parti tutmanın tezahürleridir bunlar.
Başkaları için ‘Peygamberimize dil uzattı’ diyerek aylarca yaygara koparıp, her türlü protesto eylemini ve söylemini yapan çevrelerin Allah rızası için Sayın Başbakan’ın Peygambere benzetilmesine bir tavır sergilediklerine şahit olan var mı?
Barak Hüseyin Obama her vesile ile Hıristiyan olduğunu söylüyor. Kiliseye giderek istavroz çıkarıyor. Hıristiyanlığı ile övünüyor. İslam dünyasında Müslüman kanının akıtılmasına seyirci kalıyor. Buna rağmen ülkemizde bazı çevreler Barak Obama’yı Müslüman saymak için ellerinden geleni yapıyorlar. En azından Obama’nın Müslüman olduğunu kendi çevrelerinde yayma görevini ibadet derecesinde ifa ediyorlar.
Aynı çevreler, kendisine kâfir ve misyoner yakıştırmaları yapanlara karşı televizyonlarda Müslüman olduğunu haykıran, Kâbe’ye giderek umre yapan, İslam’la barışık olduğunu söyleyen, her vesile ile Allah’a dua ettiğini dile getiren, Cenazesinin camiden kaldırılmasını ve cenaze namazını kıldırması için bir emekli müftüyü vasiyet eden Türkan Saylan’ı da Hristiyan göstermek için çırpınıyorlar.

Demek ki Siyasal İslamcılığın derdi, din-iman meselesi değildir. Sorun; ‘ötekiler’ değil, ‘biz’ yönetelim meselesidir. Din-iman ise; ‘biz yönetelim’e götüren bir köprüdür. Köprüler de ‘yol’a devam’ ederken üzerinden geçilirken çiğnenen mekânlardır. Allah dinimizi, ülkemizi ve milletimizi bunlardan korusun. (Amiyn)

YORUM YAP