Hayat, bazen sessiz bir ağırlıkla çöker üzerimize; bir çıkmazın ortasında yapayalnız kalmış gibi hissederiz. O anlarda, sanki zaman durmuş, her şey bir anın içine sıkışmış gibidir. Duygular karışır, yürek sıkışır, gözler geleceği göremez olur. Ancak insan ruhu, tıpkı doğanın döngüsü gibi, hep değişime yatkındır. Kış ne kadar sert olursa olsun, bahar bir gün gelir. Gözyaşıyla dolan nehirler, er geç denize kavuşur. Ve her duygu, yerini başka bir duyguya bırakır.
Çıkmazlar aslında yalnızca bir yanılsamadır; kendi zihinlerimizin kurduğu bir labirenttir. Derin bir nefes alıp bakmayı başardığımızda, aslında yolun hep orada olduğunu fark ederiz. Ama o yolu görmek için bazen önce pencerenin buğusunu silmek gerekir; gözlerimizin önündeki sis perdesini aralamak… Hayat, ne kadar karmaşık görünürse görünsün, özünde bizim elimizdedir. Daha ileri gitmek, daha iyi şeyler yapmak için verdiğimiz mücadele, ruhumuzu törpüler ve güçlendirir. Ama bunun için önce kabullenmek gerekir: Acıları, kayıpları, çaresizlikleri… Çünkü insan, kaçtıkça değil, kabullendikçe büyür.
Çaresizlik, üzgünlük ve kırgınlık, insan olmanın kaçınılmaz duraklarıdır. Bazen o duraklarda uzun uzun kalırız, bazen hızlıca geçip gideriz. Ancak hiçbir duygu sonsuza dek sürmez; insan kalbinin doğası, bir zamanlar bizi tüketen hisleri bir gün uzak bir hatıraya dönüştürmeye programlanmıştır. Yeter ki, bu dönüşüme izin verelim.
Kendi yolculuğumda bunu derinden yaşadım. Hayatın yükü ağırlaştığında, elimden düşenleri yeniden toplamak için basit şeylere sığındım. Bir örgü şişinin ritmiyle zihnimi sakinleştirdim, parmaklarımın hareketinde teselli buldum. En derin kırgınlıklarımda, kulaklığı takıp çılgın bir müzikle ağlayarak dans ettim. Çünkü insan, bazen en acı dolu anında bile yeniden doğabilir. Hayat, her zaman bir çıkış yolu sunar; ama o yolu bulmak için bazen içimize dönmemiz, kendimizi yeniden keşfetmemiz gerekir.
Unutmayalım, insan ruhu büyük bir armağandır. Allah'ın bize verdiği bu beden, bu can, bu ruh, bu dünyadaki en kıymetli varlığımızdır. Ve bu emaneti en iyi şekilde yaşatmak, ona hak ettiği değeri vermek bizim sorumluluğumuzdur. Kırıldığımızda onarılmayı beklemek yerine, kendi yaralarımızı iyileştirmek zorundayız. Çünkü asıl güç, insanın kendi içindeki ışığı fark etmesindedir.
Kolaya sığınmak, acılara gömülüp kalmak belki de en doğal tepki gibi gelir. Ancak kolaylıkla gelen hiçbir şey, gerçekten güzel değildir. Asıl güzellik, zorluklardan, mücadelelerden ve yeniden ayağa kalkabilme cesaretinden doğar. Tıpkı toprağa düşen bir tohumun, karanlıkların içinden filizlenip güneşe ulaşması gibi…
Hayat, bize sürekli bir mücadele sunar. Ancak bu mücadele, bizi yıpratmak için değil, büyütmek içindir. Her kayıp, her hüzün, her çaresizlik, içimizde yeni bir pencere açar. O pencereden baktığımızda, göreceğimiz şey yalnızca çıkmazların ötesindeki yollar değil; kendi gücümüz, kendi hikâyemizdir. Ve o hikâye, ne kadar acıyla yoğrulmuş olursa olsun, yaşanmaya değerdir. Çünkü insan dediğin, yeniden başlama gücünü hep içinde taşır.