Ahmet Yücegök

HAK VE ADALET


Yine ayni şeyler…

Ayni hikâye…

Her yıl olduğu gibi…

Ayni terane…

Bu yılda ayni şeyler devam ediyor…

Başkaları da söylüyor belki bilemem ama ben, her yıl, onlarca defa buradan yazdım…

Etmeyin, eylemeyin, dedim…

Demesine dedim ama "anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” misali... Ramazan başladığından bu yana İBB’nin vermiş olduğu iftar yemeklerini, sanki kendilerinin verdiği bir yemek gibi masaları dolaşıp hava atıyorlar. Yetmiyor, her yıl olduğu gibi yine, İlçe Başkanından başlayarak, İl Başkanı, Milletvekili ve Mahalle temsilcisi sırasıyla yapılan konuşmalar. İnsanların yediği, yiyeceği iki lokmayı kursaklarında bırakıyorlar. Konuşmalar başladığında, iftarını açmadan kaçanların olduğunu biliyorum…

Bu yemeklerin parası kimin cebinden çıktığını biliyorlar. Az da olsa bazen dilendirdiklerini duydum…

Peki! Biliyorlar da, gereğini yerine getiriyorlar mı?

***

Silivri’de dışında, teşkilatı bulunan birçok parti var…

Kaç tanesine "bu akşam şu saatte, şu mahallede İBB’nin iftar yemeği var, buyurun, demişler veya nezaketen de olsa, İBB’ ye böyle bir uyarıda bulunmuşlar?”

Peki…

"Akıllarına gelmemiştir, gelse böyle bir teklifte bulunurlardı çünkü İBB’nin verdiği bu yemeklerin parası, diğer parti üyelerinden de cebinden çıkıyor. Bedeli yalnız AKP’li üyeler ödemiyor” diyebilir miyiz?

***

İBB’nin düzenlediği bu yemeklerde Silivri’de teşkilatı bulunan her partinin hakkı var. Onların seçmeni de o yemeklerden yararlanmalı. Yöneticilerinin de AKP’li yöneticiler kadar konuşma hakkı olmalı. Hele de bu içinde bulunduğumuz ayda her şey adil ve adaletli olmalı…

NEFRETE HAYIR

Ekmeledin Mehmet İhsanoğlu…

Alışılagelen bir isim değil…

Aslında…

E.Mehmet İhsanoğlu, şeklinde söylenebilir. Tıpkı, İ.Melih Gökçek gibi…

***

Adaylığını açıklarken "Tanıdıkça seveceksiniz” demişti CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. Nitekim öylede oluyor… Bir birinden nefret eden insanların barışa bileceği bir iklim yaratacak biri…

***

Ne garip değil mi? Dünya tanıyor ama ülkemiz insanı az tanıyor…

***

Aklıma geliverdi… Unutmadan… Bu gün her yaştan insanımız hatırlar, bu ülkede Nazım Hikmet Ran diye biri yaşadı. Ölümü bile ülkesinde olmadı, olamadı… Ülkesinde iken dört duvar arasından dışarı çıkamadı hiç… Yurtdışına kaçmasıydı veya kaçırılmasaydı, hayatı sonlandırılacaktı, tıpkı ondan öncekilerin olduğu gibi… Evet, dostlar… Nazım Hikmet, Havana’dan Tokyo’ya kadar, şiirleri her dile çevrilmiş, dünya emekçilerinin, barışseverlerinin uluslararası toplantılarda bayrak yapılmış bir şairimizdi… Her uluslararası etkinlikte ismi en çok tekrarlanan biriydi…

Kitapları dünyanın her yanında okunurken bir tek, kendi ülkesinde yasak olan bir değerimizdi o…

Bizler onun şiirleri ile büyüdük, meydanlarda (100) binlerle birlikte onun şiirlerini okuduk, dinledik ve güçlendik…

Dünyayı, emek dünyasını en iyi tanıyan oydu…

***

Tekrar Gelelim Ekmeledin Mehmet İhsanoğlu’na…

Diyebilirsiniz ki… "Nazım Hikmet… Ne alaka?” Örnek örtüşmeyebilir…

İkisini de ayni kaba koymuyorum… Dünyaya çok farklı pencerelerden bakıyorlar, bunun farkındayım amacım zaten bir birine eş koşmak değil ama başka örnek aklıma gelmedi ne yapayım…

Ne var ki… Ön yargısız bakınca, ortak yanları da yok değil…

Her ikisi de… Yurtta ve dünyada barış ilkesini benimsemiş. Herkes için hak, hukuk, adalet, barış, istemiş. Vatan özlemi çekmiş. Çalmamış, çırpmamış, insan hakkı ve kul hakkı yememiş…

Kısaca dostlar…

Gelinen noktada…

İçimize sinmeyen noktalarda olabilir ama dediğim gibi önümüzde fazla seçenek yok…

***

Düşünün Ekmeleddin İhsanoğlu kazandı… Sabahında her taraf oh çekmez mi?

Her tarafta bir rahatlama… Her kesim bir oh çekecek…

Her evden "Oh be!” sesleri sokakları çınlatacak… Keza…

Komşumuz ülke yönetimlerinden… Anında, o soğuk rüzgarlar diniyor, yerini bahar rüzgarlarına bırakıyor… En önemlisi…

Nefret söylemi ortadan kalkıyor, sevgi hakim söylem haline geliyor…

HUZUR İSTİYORUM

Yasa da "istifa eder” demiyormuş…

Ama… "Etmez” de yazmıyor…

***

Etik, metik dinlemiyor… Resmen… Meydan okuyor…

ABD’ye ve İsrail’e değil ama bize karşı "kabadayı”…

Gittiği her yerde, Cumhurbaşkanlığına aday olduğunu, nasıl bir Cumhurbaşkanı olacağını söyleyip duruyor… Resmen… Propaganda yapıyor…

***

Onu bunu bilmem, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş R.Tayyip Erdoğan’la değil, devletle yarışıyor…

Sözde…

"Herkesin Cumhurbaşkanı” olacakmış…

Onu geçin…

***

Gittiği her yere binlerce Polisle gidiyor. Miting yapacağı ilde ki binlerce memur görevli kamu çalışanları, Belediyelerde, Belediyelerin yan kuruluşlarında çalışanlar, kamu binaları. Bakanlıkların araçları, gereçleri ve personeli, TRT’nin bütün kanalları mitingi baştan sona veriyor. Ve, elinin altında, hesap vermek zorunda olmadığı halk diliyle "dipsiz kuyu” denilen "örtülü ödenek” elinin altında…

Ve… Havuzda toplananlar…

Gün boyu emrinde olan havuz medyası…

***

Her Allahın günü, güne gergin başlamaktan bıktım usandım…

Bir miktar olsun huzur arıyorum. Ülkem bunu hak ediyor… Biz bunu hak ediyoruz…

HAFIZAMIZI TAZELEYELİM

İsrail’in Gazze’ye saldırıları bitmiyor. Haber bültenlerinde verilen görüntüler insanlık için utanç verici, nedeni ne olursa olsun, yapılanlar mazur görülemez. İnsanlık adına kınanması gereken bunca olaya karşılık Sayın Başbakanımız, yine bir tarihte Gazze’ye yardım götüren Marmara Gemisi ve içinde ki (9) vatandaşımızın ölümü ile sonuçlanan İsrail saldırısına karşılık Gazze’ye gitmeye, neredeyse ant içmişti. "Gitme” diyen Amerikan Elçisini bile dinlemeyeceğini söylemişti. Adeta İsrail ve ABD’ye meydan okumuştu alenen. Gitmek için verdiği tarih geldi, çattı. Bir neden söyledi, gitmedi. Unutmamış, mutlaka gideceğini söylemişti. Olmadı, tekrar bir tarih verdi. Yine gitmedi veya gidemedi…

Sonra ne oldu, neden gidemedi bilemiyorum…

O gün bu gündür gidecek…

Peki… Ben niye buraya aldım? Söyleyeyim…

Tekrar İsrail saldırıları artınca aklıma geldi… Ben gitmedi biliyorum ama…

Sayın Başbakan bu… Gitmiş de olabilir…

Tereddütte kaldım… Sayın Başbakan gitti mi, gitmedi mi?

Olur ya… Kimseden habersiz gitmiş olabilir, o zaman, gitmedi diyen bendeniz pişti olurum…

Peki… Konu kapandı mı? Kapanır mı? Gazze durum o günden daha kötü halde…

İsrail’in hava ve kara saldırıları devam ediyor… Son aldığım duyum…

Başbakanımız Gazze’ye gitmemiş ama o koskoca başbakan, en yakın zamanda gidecekmiş…

Bu güne kadar gidememe nedenine kafam takıldı…

Gazze tehlikeli diye mi? Yoksa… Giriş, çıkışlar meselesinden mi? Yoksa…

ABD yöneticileri, gitmesen iyi olur gibi laf etmişlerdi, onun için mi, ilemiyorum…

Özetle… Kesin bilgi… Gitmemiş… Düşünüyorum da "Gazze’ye” gidemeyen bir başbakan, Cumhurbaşkanı olunca gidebilir mi?

Zannetmiyorum!

Bir zamanlar, İsrail Başbakanı ile o masadan kalkma meselesi olmuştu, el kol hareketleri filan "bir daha gelmem” lafları, o senaryoyu kimlerin yazdığı sonradan çok konuşuldu, biliniyor…

Sonuç… Olmadı. Olmadı. Olmadı…

Gazze bu gün dünden daha kötü…

Demek ki…

Ülke içinde, meydanlara topladıklarına "dünya bana düşman ama ben korkmuyorum” lafları işe yaramıyor. Çünkü kimse takmıyor. Kimsenin umurunda olmuyor. Hatta bu gibi laflar başka ülkelerce "ironi” malzemesi yapılıyor…

***

Bence… Öyle büyük laflara gerek yok, onun yerine somut öneriler öne sürmek lazım. Yani, işe koyulmak lazım, lafları eğip bükmeden… Örnek… Madem İsrail, kardeşlerimizin yaşadığı Gazze’yi kan gölüne çeviriyor, öyle ise o düşmanımızdır…

Öyle ise, biz onunla var olan alışverişimizi hemen keseriz…

Öyle ise, ülkemizdeki onun Elçiliklerini kapatırız…

Öyle ise, verdiği madalyaları hemen iade ederiz…

Öyle ise, BOP Eşbaşkanlığınıda derhal bırakırız…

Kısaca dostlar…

"Laf " yerine iş, diyorum…

***

Yalnııız…

Bu güne kadar gördüğüm ve bildiğim kadarıyla, Emperyalistlere karşı olmadan, onlara karşı tavır almadan, İsrail’e laf söylemenin mümkünatı yok…

Onlara göre duruş alırsan olmaz…

Onlar senin duruşunu görecekler…

Sonra…

Tavırları ona göre olacak…

***

Şu işe bak!

Başbakanımız, iktidarının ilk yıllarında kendisini, Ortadoğu’nun lideriymiş havasına sokuyordu. İçerde, Ortadoğu’nun sevileni, sayılanıymış gibi pazarlıyordu. Şu an bulunduğumuz noktaya bakar mısınız? Bırakın komşu devletleri, IŞİD denilen bir "terör” örgütü ile başa çıkamaz haldeyiz…

Ve… Düşünebiliyor musunuz? Bu kadar kötü bir dış politika tarihimizde görmedim, okumadım ve duymadım. Bu kadar berbat bir Dışişleri Bakanı da Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazmadı. İlginçtir bu kişi hala görev başında…

UNUTMADIK

Televizyon ekranlarında, gözlerimizle gördüğümüz "ayakkabı kutuları içinden dökülen o milyon dolarlar. Yatak odalarından çıkan para kasaları, yatak odasında yatak üzerine dağılmış dolarlar, avrolar v.s.”

İnternetten "kulaklarımızla işittiğimiz, çikolata kutularına sipariş üzerine yerleştirilen ve yerine teslim edilen dolarlar, (700) Milyarlık saat, (100) milyon dolarlık Vakıf Bağışları, arsalar, para sıfırlamalar, belli iş adamlarından havuzlara istenen milyon dolarlar, villalar v.s.”

Sayın Başbakan bütün bunların olduğu 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerini darbe girişimi olarak yutturmaya çalışıyor…

Haaa… Yutan yok mu? Tabii ki, var… Onlara diyorum ki…

Gözümüzle gördüklerimiz, kulaklarımızla işittiklerimiz, bütün bunlar "Abra Kadabra” misali göz boyama mı, aldatmaca mıydı? Ya da… Göz yanılması mıydı? Yoksa… Biz Millet olarak hayal mi gördük?

***

İnanın… Hayal gördüğümüze de inanabilirim… Sayın Başbakan ve Bakanları haklı da olabilirler…

De… Yargıdan niye kaçıyorlar? Fezlekelerin gereği niye yapılamıyor. Niye engel çıkarılıyor?

***

Sahi bütün bunlar ne oldu?

Sayın Başbakanın sağa sola bu kadar saldırması bütün bunları örtbas etmek için olmasın?

İSTER İNAN / İSTER İNANMA

"Eski Sanayi Bakanımız Zafer Çağlayan Başkent Ankara’da ailece yemeğini yemek. Yan masada yemeğini bitirmiş gençlerden biri "Zafer Bey saatiniz kaç” diyor, eski Bakanın tepkisi çok sert oluyor. Neyse, işyeri sahibi imdada yetişiyor.”

(Gazeteler)

GÜNE UYAN

"Okşayan elin kıymetini bilmeyenler, tekmeleyen ayağı öperler.”

(ANONİM)

BAKAR MISINIZ?

TRT’nin Cumhurbaşkanı adaylarına eşit davranmadığına dair muhalefetin eleştirilerine AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik: "Orhan Gencebay’la, İbrahim Tatlıses’in bir taverna şarkıcısıyla TRT’de eşit bir şekilde yer alması mümkün mü?” demiş.

Benzetmeye bak, hizaya gel!

AZ ŞEY Mİ?

"Merkez Kuyumculuk” olayı, Silivri’de son günlerin en popüler olayı, en popüler dedikodusu…

Ortada ne kadar para dönmüş?

Yatıran kaç kişi? Adeta… Üzerine bahis oynanıyor...

En son… "Konkordota talebi” konuşuluyor…

Yani… "Bu borçları tamamını ödeyemiyoruz”, diye mahkemeye başvurmuşlar. Mahkemenin kararına göre, alacaklılar "konkordoto komiserinden paralarını alacaklarmış”…

Olur, mu olur… Da… Kaç kişi para yatırdı?

Kaçar lira yatırdı?

Ne kadar faiz aldı? Senetler… Makbuzlar…

Kayıt, kuyut, düzgün… Bir de…

İşletme üzerinde ne var? Ve… Kayırlar da kimin üzerine geçiyor?

Bardağın dolu tarafından "en azından kişiler sağ” ve kamuoyunu bilgilendirmeye başladılar. Az şey mi?

GÜME GİTMESİN

Üzerinde uğraştığı "TORBA YASA” nedeniyle Meclis tatile girmedi, harıl, harıl çalışmakta…

Muhalefet "TORBA YASA” gibi yasal düzenlemeler için "böyle bir yasama çalışması dünyada yok” diyor… Biraz araştırdım… Gerçekten "yok” muş…

Muhalefetin bir şikâyeti de, çalışma ilk önce "TORBA YASA” olarak başlıyor, komisyonlardan meclise 10’larca yasadan değişiklik yapan bir yasa iken, yani torba Meclise olarak geliyor, mecliste iktidarın Milletvekillerince verilen önergelerle… 100‘lerce yasada değişikliğe çıkıyormuş, dolayısıyla "ÇUVAL YASA” haline geliyormuş…

Cumhurbaşkanlığı seçimi, Gazze filan derken…

Bu çalışma da bitecek, hay huy içinde meclisten geçecek…

De… Bu kaçıncı "TORBA YASA” çıkıyor bilinmez, torbanın içine bir türlü "Tapusuz köyleri” ilgilendiren iki cümlelik yasal değişiklik girmiyor…

***

AKP’nin Silivri yetkili ve sorumlularına;

Derim ki… Hanımlar… Efendiler…

Bu bir fırsattır… Uyumayın…

Hiç beklemeden Ankara’ya uzanın eğer sorunu çözülmesinden yanaysanız…

Kaçıncı oldu "çözüyoruz, çözdük” dediğiniz bu sorunu çözmek istiyorsanız eğer, şimdi tam zamanı. Ankara’dakilere "Madem yasa çuval haline gelmiş, şu bizim "TAPUSUZ KÖYLER” meselesini de çözelim, deyin yeter…


YORUM YAP