2000 yılıydı. Galatasaray muhteşem kadrosuyla UEFA'da silindir gibi ilerliyor ve rakiplerini birer birer deviriyordu. Kalesinde Brezilya milli takımı ile dünya şampiyonu olmuş Taffarel vardı. Savunması Romen futbolunun büyük ismi Popescu'ya emanetti. Forvetinde Hagi gibi ‘Karpatların Maradona'sı' yer alıyordu. Takımdaki diğer futbolcularda Şenol Güneş ile dünya üçüncülüğü tacını giyeceklerdi.
Ümit Davala, Ergün, Okan, Emre, Hakan Şükür, Bülent Korkmaz, Suat, Hasan Şaş gibi isimler 1998'den sonra Galatasaray'ın kadrosunda birer yıldız olarak parlamış ve dünyaya meydan okumuşlardı.
Tabii onların başında daha sonra ‘İmparator' olarak anılacak Fatih Terim vardı.
Terim bir Adana çocuğu idi. Ben 1970'li yılların başında dayım Maden mühendisi olduğu için Pozantı'da bir dönem yaşamıştım. Pozantı'da çok ciddi ‘krom' madeni yatakları vardı ve dayım onların başındaydı. Tekir yaylasına ilk gittiğimde üç-beş ev vardı. Bugün orası bir şehir.
Terim sert bir yörenin evladıydı. Başarısızlığı hiçbir zaman kabullenmez ve kimseden geri kalmayı içine sindirmezdi. Galatasaray'da futbolculuğu dönemi yaşadığı sıkıntı ve talihsizlikleri teknik direktör olunca herkese unutturmuş ve Türkiye'nin bir numaralı hocası olmuştu.
Galatasaray onunla tam 8 şampiyonluk yaşamıştı.
Yani kredisi bol bir hocaydı.
Geçtiğimiz yıllarda kulübün eski başkanı Mustafa Cengiz ile sık sık anlaşmazlıklar yaşamış ve kadro mühendisliği konusunda bir araya gelememişlerdi.
Cengiz zor bir insandı ve anlaşmak hemen hemen kolay değildi. Başkaları da anlaşamıyor ve başkan teknik direktöre teslim olmak istemiyordu. Burada şöyle bir duralım. Bir başkan tabii ki teknik direktöre teslim olmaz. Ama futboldan biraz anlıyorsa. Eğer hiç anlamıyorsa!
PSV FACIASINI KIM YARATTI?
Daha birkaç gün önce Galatasaray Hollanda'da bir Eındhoven faciası yaşadı. Bundan önce yaşanan başka facialar da vardı. Mesela Tudor ile Östersund, mesela Trömsö. Mesela mesela…
Ancak sezon başı bu takvimler Türk futboluna ters geliyordu. Çünkü takımlar ne kadar hazır olsa transferler yetişmiyordu. Transfer yetişse forma girmek o kadar kolay değildi.
Bu Eındhoven faciası bizi uyandırmalı ve sezon başı-sezon sonu yeniden takvimleşmelidir. Çünkü Türk futbolu önümüzdeki yıldan sonra hep ön elemeli maçlar oynayacak ve böyle sıkıcı sonuçlar geldikçe dibe doğru da batacaktır.
PSV Eındhoven maçı öncesi her zaman umutluyduk. Bu umudumuz yeni gelen transferden çok kalemize yeniden Muslera'nın geçmesiydi. Uruguay Güney Amerika kupasından elenince ki bu Temmuz'un neredeyse ortasına doğru idi. Muslera dinlenmek istedi. 21 Temmuz'daki maç öncesi iki gün kala Türkiye'ye geldi. ‘Jetlag'idi. Bu Amerika dönüşleri herkesin başına gelebilir.
İki gün içinde de geçmez. Yani uykusuzluk, uyumsuzluk ve baş dönmesi.
Nitekim Muslera maçın başında topa hakim olamadı ve iki dakikada takımı yenik duruma düşürdü, Sonra bir hata daha.
Galatasaray'ın yedek kalecisi yok muydu? Eğer yedek kaleciye güvenilmiyorsa neden orada duruyor?
Ama maalesef bunlar yapılmadı. Arda neden ilk on birde başladı? Daha birçok soru var. Ancak bildiğimiz tek şey Fatih Terim'in biran önce transferleri bitirtmesi. Yoksa Konferans liginde de hayal kırıklığına uğrayabiliriz.
MUTLULUK NEDİR? (2)
Yunan daha daha doğrusu ‘Hellenic' filozof Aristoteles mutlulukta yaşamın amacını görür açıkça. ‘Nıkomakos 'un ahlakı' adlı eserinde eylemlerimizin en yüce amacı nedir sorusuna mutluluk diye yanıt verir.
Mutluluksa ona göre insanın en yetkin eylemi olarak kendi iç dünyasına dalmadır.
Böyle bir eylem içindeki bilge mutlu bir insanı temsil eder.
Bu yaklaşım eski Yunan düşüncesinin idealidir ve daha sonra Batı Uygarlığı hayli uzaklaşacaktır ondan.