Erdoğdu: 100 yıllık bir U dönüşü söz konusu

Erdoğdu: 100 yıllık bir U dönüşü söz konusu

06.02.2017 09:31:14

“Yasama, yürütme ve yargı erklerinin iktidar olanaklarını tek bir kişinin yönetimine sunan sistem tek adamlıktır” diyen CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, “Birinci Vazife'ye Çağrımızdır” konulu toplantıda referandumda neden hayır demeliyiz sorusuna kapsamlı bir açıklama getirdi. Demokratik rejime olan inancını tekrarlayarak, “Yedi cephede kurduğumuz cumhuriyeti, yedi cephede yenilmeden asla terk etmeyiz.” dedi.

CHP Silivri Gençlik Örgütü tarafından düzenlenen “Birinci Vazife'ye Çağrımızdır” konulu toplantı, CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu'nun katılımıyla gerçekleşti. Erdoğdu, anayasa referandumuyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

“KEŞKE TÜRKİYE'NİN EN ÖNEMLİ SORUNLARINI KONUŞUYOR OLSAYDIK”
Katılımcıların onayını aldıktan sonra toplantıyı canlı yayın platformu Periscope'tan yayınlayan siyasetçi, hayır çağrısı yaptı: “Öncelikle bu kış günü vatanın geleceğini düşünerek buraya gelen Silivrili kardeşlerime çok teşekkür ediyorum. Bugün Türkiye'deki ekonomik sorunu, terör sorununu, kutuplaşmayı konuşmak üzere bir araya gelmedik. Anayasa değişikliğini görüşmek üzere bir araya geldik. Keşke gelmeseydik. Gençlerimize daha iyi iş nasıl bulabiliriz, esnafın işi daha nasıl artar, üretim nasıl artırılır, Türkiye'nin milli geliri nasıl Avrupa Birliğinin üzerine çıkar keşke bu sorunları konuşuyor olabilseydik. Önümüze koyulan anayasa değişikliğini konuşuyor olmak beni üzüyor.

“DEMOKRATİKLEŞME HAREKETİ OSMANLININ TEK ÇARESİ OLARAK BAŞLADI”
Anayasa değişikliği ile sahip olduğumuz ama değerini çok bilemediğimiz bazı kavramları tekrar hatırladık. Mesela cumhuriyet. Demokrasi mesela, en temel taş. Laiklik. Bu kavramları tekrar hatırlamak zorunda kaldık çünkü 300 yıl geriye dönme isteği söz konusu. Demokrasi sadece bizim ülkemizde değil, bütün toplumlarda bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı. Bu haklar öyle kolay alınmadı. Hristiyanlık dini Ortaçağ'da uygulanması ve yorumlanması itibariyle bizim dinimize göre çok daha taassup içinde bir dindi. İnsanların üzerinde büyük bir kilise baskısı, papalık baskısı ve din üzerinden siyaset yapmanın baskısı vardı. Dincilik onlarda da çok büyük bir problemdi. Bu durum öyle bir noktaya geldi ki dinciliğin yarattığı mezhep savaşlarında oluk oluk insan kanı akmaya başladı. Ve Avrupalılar din dünya işlerine alet edildikçe canımız gidiyor, mallarımız kiliseye geçiyor, biz fakirleşiyoruz diyerek yeter dediler. Laiklik Avrupa'da bu yeter sözünün üzerine çıktı. İlk aldıkları şey laiklikti. Batı medeniyetinde Çifte Kılıçlar Kuralı var. Bir taşın içine 2 kılıç sokulur.
O kılıçlardan biri kralın tanrısal gücüdür. Yani kralın Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğunu ifade eder. Diğeri ise dünyevi gücünü yani kralın bütün milli iradeyi tek başına temsil ettiğini gösterir. İşte bu acılar çekildikten sonra öncelikle kralın elinden o tanrısal güç yavaş yavaş alındı. Kralın elinde kalan tek kılıç da çok keskindi. Milli irade dedikleri kılıç tek bir adamın elindeydi. Bir tek kişi bütün bu güçleri kullanıyordu; zengini, fakiri, esnafı, köylüsü, feodali, burjuvası herkes karşısında çok çaresizdi. Baktılar ki bu güçle zulmetmeye başlıyor, tek adamın elindeki gücü 3'e ayırdılar.
Milli iradenin 3 tane temel uygulama biçimi vardır. Birincisi yasamadır. Yasama; kural koymak, racon kesmek, nasıl yapılacağını belirtmek demektir. Bunları millet meclisleri yapar. En önemli erktir. Millet kendi vekilini seçer ki, kendisini temsilen yasa yapsın. İkinci güç yürütmedir. Yasamanın koyduğu kurallara göre büyükelçiliklerimizden kaymakamlıklara, Türk Silahlı Kuvvetlerimizden karakollara, maliyeden hazineye, tarım bakanlığından devlet su işlerine kadar ortak işlerimizi yapan bütün bu birime yürütme denir. Bunları da yöneten Bakanlar Kuruludur, başında da Başbakan vardır. Üçüncü güç yargıdır. Yargı, egemenlik veya devlet adına hukuku yorumlayan ve ona başvuran mahkemeler düzenidir. Yasamanın koyduğu kurallara göre toplum düzeninde adaletli çözümler bulması gereken yer yargıdır. Onun için yargı yetkisi “Türk Milleti Adına karar Verir” ifadesi yer alır. Eskiden tek adama ait olan güç uzun mücadeleler sonucu 3'e bölünmüştü. Endüstri toplumu gelişince yani insanlar köylerden kente gelip fabrikalarda çalışmaya başlayınca büyük bir sömürü düzeni oluşmuş. Nasıl oluştuğunu anlatmak için bir parantez açmak istiyorum. İrlanda'da kadınlar ve erkekler yarı belinden çıplak bir şekilde kömür madenlerinde çalışırlarmış.
O kadar ağır şartlar varmış ki ne erkekler kadınlara ne kadınlar erkeklere dönüp bakmazlarmış. Çocuklar madende doğup, çalışırken madende ölürlermiş. Bir işçi odasında vardiyalı olarak 16 işçi kalıyorlarmış. Ölen işçiler ölü toplayıcıları tarafından toplanıp kentin meydanına bırakıldıktan sonra topluca gömülüyorlarmış. Bakmışlar ki bu sömürü düzeni insanlık dışı, sosyal devlet ilkesi gelişmiş. Tabi bu gelişmelere paralel olarak bizim de tarihimizde benzer gelişmeler olmuş. 1800'lü yılların başına geldiğimizde Osmanlı artık çökmek üzere olduğunu anlamış. Ayakta kalmaya çalışırken eksiğimiz ne, bunu nasıl gideririz diye baktıklarında batıdaki hareketlenmeyi, insanların yönetime dahil olmaya başlamasını, endüstri devriminin ortaya çıkıyor oluşunu görmüşler. Ve kendileri de bu hareketin içerisine dahil olmaya çalışmışlar. Şimdi bize Osmanlıyı yutturmaya çalışıyorlar ya, demokratikleşme hareketi 1800'lü yılların başında, Osmanlının tek çaresi olarak başlamış. Osmanlı yavaş yavaş bu düzene uyum sağlamaya çalışmış. Batıyı yakalama, batıyı geçme mücadelesi 100 yıl sürmüş.

“100 YILLIK BİR U DÖNÜŞÜ SÖZ KONUSU”
Birinci Dünya Savaşından sonra görmüşüz ki bu topraklar kahramanlar ve yurtseverler kadar hainler üretiyor. Ama mandacılar değil kahramanlar kazanıyor. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti kurmuşlar. Şimdi bize, “Ey CEHAPE, sizde tek parti, tek adam yok muydu?” diyorlar. İhmal ettikleri bir şey var! Mustafa Kemal bu ülkeyi padişahlıktan almış, tek partiye götürmüş, ondan sonra bu tek parti kendi kararı ile çok partili hayata geçmiş, cumhuriyet mümkün olduğu kadar demokrasiyle taçlandırılmış ve bunlara emanet edilmiş. Şimdi onlar demokrasi ve çok partililikten aldılar, fiilen tek partiye götürdüler, oradan da tek adamlığa götürmeye çalışıyorlar. Yani 100 yıllık bir U dönüşü söz konusu.

“ANAYASA GEÇERSE YARDIMCI OLARAK FETHULLAH GÜLEN'İ YA DA ABDULLAH ÖCALAN'I ATAYABİLİR”
Cumhuriyeti aşağılamak ve kırmak için, “100 yıllık parantez kapandı” diyorlar. Şimdi bu 100 yıllık parantezin kapanmasının milletimize bir faydası mı olacak, zararı mı olacak bakalım. Anayasa teklifi ne diyor? Birincisi partili cumhurbaşkanı diyor. Arkadaşlar, cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır. Hâlihazırdaki anayasa, 1982 yılında askerler tarafından yazılmış, özgürlükleri kısıtlayan bir anayasa olduğu için bu halde bile cumhurbaşkanının gücü çok yüksektir. Bir vesayet makamına döndürülme potansiyeli taşıyordu. Döndürüldü zaten. Hâlihazırda güçleri çok yüksekti ama cumhurbaşkanı tarafsızdı. Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olduğu için bütün partilere ve görüşlere mesafeli olmalı ki millet onu kabul etsin. Bir parti genel başkanının en önemli görevi milletvekillerinin kim olacağını belirlemektir. Cumhurbaşkanı partili olduğu zaman ne oluyor? Milletvekillerinin listesini yazıyor. Peki, bu parti nasıl bir parti olacak? Cumhurbaşkanı seçilmek için %51 ve fazlası oyu alması gerektiği için çok büyük ihtimalle birinci partinin, düşük ihtimalle de ikinci partinin genel başkanı demek. Bu şu demek; 600 tane milletvekilinin minimum 300 tanesini mevcut cumhurbaşkanının yazacağı bir sistem demek. Ne demiştik; milli irade 3'e ayrılmıştır; yasama, yürütme, yargı.
Bunların birbirinden bağımsız olmasına kuvvetler ayrılığı diyoruz. Bir araya geldiklerinde çok güçlü oldukları için ayırmışlar. Aksi takdirde birey karşısında çaresiz kalıyor. Tekrar padişahlığa, sultanlığa gidilmesin diye kuvvetler ayrılığı anayasada ilke olarak yazılmıştır. Mevcut halde yürütmenin başı başbakan. Şimdi cumhurbaşkanı yürütmenin başı olursa biz 5 yılda bir cumhurbaşkanını seçiyor olacağız. Cumhurbaşkanının kimleri başkan yardımcısı ve kimleri bakan atadığını bilmeyeceğiz. Arkadaşlar şu anki durum itibari ile söylüyorum; böyle bir şey olacak diye değil, durumu anlatmak için örnek olarak veriyorum; şu anki anayasa geçerse, herhangi bir cumhurbaşkanı, birinci yardımcı olarak Fethullah Gülen'i, ikinci yardımcısı olarak Abdullah Öcalan'ı atayabilir. Anaya maddelerine dönüp baktığınızda cumhurbaşkanı ve meclisin genel af ve özel af çıkarma yetkisi var. Ayrıca kimleri atayacağını söylemek zorunda değil. Bu iki kişiyi bile cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atayabilir. Partili cumhurbaşkanı tek başına bu üçlü mekanizmaya sahip olur.

“YENİ SİSTEMDE YASAMA YÜRÜTME YARGI BAŞKANIN ELİNDE OLACAK”
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yeni sistemde 13 tane üyesi var. AKP'nin kitapçığına baktım. Doğru bilgi vermiyorlar. 4 tanesini cumhurbaşkanı, 7 tanesini meclis atar yazıyor. Kalan 2 tanesi ne oldu? 2 üyeden biri Adalet Bakanı, diğeri de Adalet Müsteşarı. Bunları kim atıyor? Cumhurbaşkanı. Demek ki kafadan 6 tanesini cumhurbaşkanı atıyor, kalan 7 üyeyi de beşte üç çoğunlukla seçmek zorundayız. Partili cumhurbaşkanı meclisteki birçok milletvekilini kendi belirlemişti. Partili cumhurbaşkanının oyları olmadan beşte üç çoğunluğu sağlamak mümkün mü? Değil. Başkan bu kadar üyeye sahipken partisinin veya yakınlarının aleyhine herhangi bir savcı veya hâkimin karar almasını bekleyebilir miyiz? Çok zor. Bugün namuslu, vicdanlı bir adam tutsa bir karar verse, isterse hayatı boyunca FETÖ ile mücadele etmiş olsun, FETÖ'cü diye içeri alınıyor. Yeni sistemde yasama da yürütme de yargı da fiilen başkanın elinde olacak. Arkadaşlar bu yüzden diyoruz, tek adamlıktır bu.

“OHAL'İ UYGULAYANLAR EVET DİYE TAVSİYEDE BULUNMAZ EVETİ EMREDELERLER”
Bugün OHAL koşulları altındayız. Olağanüstü bir halde referandum yapılabilir mi sizce? Bakın olağanüstü halde OHAL'i uygulayanlar evet diye tavsiyede bulunmazlar, evet diye emrederler. Adil bir seçim olması için özgür medya olmalı. Bağımsız yargı olmalı. OHAL koşulları olmamalı. Biz bu koşullar altında seçime gidiyoruz. Ben eminim ki hayır cevabı kazanacaktır. Eğer ki memleketimizin başına çorak örüp halkı korkutmaya çalışmazlarsa…

“BİZİ NE İŞİD'İN KATİLLERİ KORKUTABİLİR NE DE BAŞKA TERÖRİSTLER”
CHP'lilere itibar suikastleri yapılabilir. İtibar suikasti ne demek biliyor musunuz? Gerçekleri yalanlarla karıştırıp insanların namusuna, şerefine, dürüstlüğüne, haysiyetine laf etmektir. Fiili suikastlar olabilir ama biz Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşları, vatanını seven insanlar olarak hiçbir şeyden korkmayacağız. Bizi ne İŞİD'in katilleri korkutabilir ne de başka teröristler. Bu bizim kader seçimimiz. Bundan çıkmanın yolu ne? Kaliteli demokrasi ve meclis, bağımsız mahkemeler, tarafsız yargı ve uyum içerisinde çalışmak. İçimizdeki teröristleri temizlemeliyiz. Eğer ki biz bunu durdurmazsak Türkiye bu anlamda siyasal, sosyolojik ve ekonomik bir kaosa gidiyor.

“BU ANAYASA TEKLİFİ BİR SUÇTUR!”
Şu an itibariyle Türkiye Cumhuriyeti, bu anayasa yüzünden büyük bir tehdit altındadır. Üstelik bu anayasa teklifi suçtur arkadaşlar. Çünkü anayasamız ilk 3 maddesinin değiştirilemeyeceğini, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini söylüyor. Orada bayrağımızın şekli belli, başkentimizin Ankara olduğu belli, cumhuriyetimizin nitelikleri belli. Laik, demokratik, hukuk devleti demişiz. Demokratik hukuk devletini laik devleti bitirecek bir teklifle geliyorlar. Halkımızın hakemliğine gidiyor bu iş, şunu unutmayın, biz vatanla arsa arasındaki farkı biliriz. Vatan toprakları şehitlerin kanıyla sulanmıştır. Bu yüzden vatandır. Biz başıboş bir kurumla, devlet arasındaki farkı biliriz çünkü devlet kurmuş bir partiyiz.

“YEDİ CEPHEDE KURDUĞUMUZ CUMHURİYETİ YEDİ CEPHEDE YENİLMEDEN ASLA TERK ETMEYİZ”
Kurucumuzun 29 Ekim 1923'te cumhuriyetin ilanından bir gün önce söylediği bir söz vardır; ‘Efendiler, yarın cumhuriyeti kuruyoruz.' Bende şunu söylüyorum; efendiler, yarından tezi yok cumhuriyeti koruyoruz. Bu cumhuriyeti kolay kurmadık. Bu cumhuriyet Sivas'ta, Süveyş'te, Amasya'da, Erzurum'da, Yemen'de, Çanakkale'de şehit kanları dökülerek kuruldu. Yedi cephede kurduğumuz cumhuriyeti, yedi cephede yenilmeden asla terk etmeyiz. Çanakkale şehitlerinin emanetini tek adamlığa, kim olursa olsun, asla teslim etmeyiz.

“BU VATANI SİZLER KURTARACAKSINIZ”
Şu anda bir başkası vatanı kurtarmayacak. Sizler mücadele ederek kurtaracaksınız. Hangi partiden olduğunuz önemli değil. Şu an bir parti seçimi yapmıyoruz. Bu vatanın gelecek seçimini yapıyoruz. Eğer birileri adaletsizlik yapıyorsa, millet bu adaleti sokaklarda sağlayacak.
Birbirlerinin kulaklarına fısıldayarak, demokratik hukuk devleti içerisinde bu anayasayı öyle bir reddedeceğiz ki bir daha hiç kimse anayasanın temel ilkelerini değiştirmeye cesaret edemeyecek. Bir daha hiç kimse bu halkı soymaya cesaret edemeyecek. Bu halka kimse terörist demeye cesaret edemeyecek. Kimse bu halkın kaynaklarını yağmalayamayacak, çocuklarımıza el süremeyecek. Tertemiz, dürüst, namuslu insanlardan kurulu, gelirimizi hakça bölüştüğümüz bir ülkeye doğru beraber yola çıkacağız. Ben kazanacağımızı düşünüyorum. Hayır kazanacak. Vatan ve millet kazanacak.”
Haber:
Hazal BAŞARAN

YORUM YAP