Jeoloji Mühendisi Rüştü Sali

Deprem kapımızda, anahtarı elimizde

DEPREM GERÇEĞİ
Öncelikle hepimizin başı sağ olsun. Ülkemiz bir kez daha içinde bulunduğu deprem kuşakları nedeniyle geçmişte olduğu ve maalesef gelecekte de olmaya devam edeceği gibi büyüklüğü Mw=7.7 ve Mw=7.6 olan iki depremle şiddetli olarak sallandı. Deprem sonrasında bir kez daha içinde yaşadığımız yapıların bizi hayatta tutmaya başaramadığına acı bir şekilde tanık olduk. Bir jeoloji mühendisi olarak elbette bölgedeki tektonik aktivite doğrultusunda risklerin bilincindeydim. Ancak 2023 yılına kadar gelişen mühendislik teknolojileri ve yöntemleri doğrultusunda özellikle yeni yapıların bile böyle depremlere karşı koyamadığını görmek beni hem üzdü hem de korkuttu.
1999 depreminden bu yana 23 yıldan fazla süre geçti. Evet, bu deprem sonrasında çeşitli hazırlıklar yaptık ve aslında sistemimiz, yönetmeliğimiz gayet yeterli gibi dursa da uygulamada sorunlarımız olduğu açıkça ortada… 99 depreminden sonra ABD'li jeofizikçi Tom Parsons ve arkadaşlarının yaptığı çalışma ile beklenen İstanbul depremi için tahmini büyüklüğü en az Mw=7.0 olarak ve 2029 yılına kadar %62 olasılık ile gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Bu çalışma ile verilen tarihin ±15 yıl olarak belirtilmesi ile depremin her an olabileceğini düşünebiliriz. Maalesef İstanbul depremi kapıda. Peki buna biz ve yaşadığımız binalar ne kadar hazır?
SİLİVRİ'NİN JEOLOJİSİ
Silivri'miz jeolojik olarak Üst Kretase-Alt Tersiyer yaşında Danışmen Formasyonu Gürpınar Üyesi kumtaşı, miltaşı ve kiltaşı-şeyl birimlerinden oluşmaktadır. Ancak özellikle sahiller, dere ve göl kenarları Orta Oligosen-Alt Miyosen yaşlı Alüvyon adını verdiğimiz güncel birikintilerden oluşmaktadır. Bu alüvyon tanımını kullandığımız birikintiler bölgede bilinen yer altı suyu ile birlikte ciddi şekilde sıvılaşma riskini ortaya çıkarmakta. Silivri içerisinde Mimarsinan Mahallesi özellikle sahil kesimleri ve Boğluca Deresi boyunca devam eden kesim, Yeni Mahalle içerisinde Ağıl Kayalı Deresi boyunca devam eden kesim, Piri Mehmet Paşa Mahallesi başta olmak üzere sahil, dere ve göl kenarlarında zemin Alüvyon. Aynı şekilde Gümüşkaya, Kınalı, Altınorak ve Selimpaşa gibi sahil kesimleri de bu birimden oluşan bölgelerimizdir.
Jeolojik olarak diğer mahalleler risk altında değildir diyemediğim ve genel olarak Silivri'nin bir sahil kenti olduğunu hatırlatmak istediğim gibi en dayanıksız ve sıvılaşma riski bulunan zemin bu bölgelerde gözlemlenir. Ancak deprem olmadan bile yıkılan ve zeminin nispeten alüvyona göre daha dayanıklı olduğu zeminlerde de binaların yıkılabildiğini da gördük. Depremin değil binaların bizim hayatlarımızı aldığını hatırlatmak isterim. Örneğin Hatay'da da aynı şekilde jeolojik olarak Alüvyon birimlerinden oluşan zeminlerde yıkılmayan binalar olduğunu da gördük. Demek ki tüm olumsuzluklara rağmen, öncelikle zemini ve üzerine inşa edeceğimiz binayı depreme hazırlıklı hale getirmek gayet mümkün.
JEOTEKNİK ÇALIŞMALARDAKİ EKSİKLİKLER
Herhangi bir yapı inşa edilmeden önce zemin aynen bir doktorun hastayı muayene etmesi gibi jeoloji ve jeofizik mühendisleri tarafından incelenir. Bu incelemeler önceden mimar ve inşaat mühendislerince belirlenen yapılacak yapının taban alanı, temel tipi ve temel derinliğine göre planlanır ve sismik ölçüm, sondaj çalışmaları ile devamında arazi üzerinde UD numunesi alma, SPT ve presiyometre gibi deneyler uygulanır. Ancak bu çalışma ve deneyler ile jeoloji ve jeofizik mühendisinin işi bitmez. Bu süreçler ancak bir doktorun hastasından kan almasına benzer ve kan tahlillerine göre teşhis koyması ve gerekirse tedavi uygulanması devamında gelir. Aynı şekilde araziden deneyler ve çalışmalar ile elde edilen numuneler laboratuvara yollanır. Deneyler yapılır, arazi çalışmaları incelenir ve tüm bu veriler ile çeşitli jeolojik kesitler, loglar, sismik ölçüm analizleri, mimar ve harita mühendisinden elde edilen veriler ile mühendislik haritası vb. şemalar ve haritalar ile veriler toparlanarak hesaplamalara geçilir. Maalesef tüm bu anlattığım sürecin daha başında arazideki çalışma sonrası çalışmalar sadece sondaj ile kısıtlı kalıp, deneylerin uygulanmamasıyla birlikte o sondaj numunelerin bile arazide yerlere bırakılıp arazinin terk edildiği durumlarla karşı karşıyayız. Ben bu tarz olaylara çok şahit oldum ve biliyorum ki siz de 1 saat içinde arazide çalışmalara başlayıp sonlandırılan ve sonrasında karot diye tanımladığımız sondaj numunelerinin bırakılıp terk edildiği çok arazi ile karşılaşmışsınızdır. Yani doktorun hastadan kan alıp bunu yere döktüğünü düşünün! Peki bu deneyler, çalışmalar yapılmadan arazinin sorunu ve bu sorunun çözümü hakkında nasıl bilgi sahibi olunuyor ve inşaat öncesi zeminde buna göre nasıl bir iyileştirme yöntemi seçiliyor? Bunun iki yolu var. Ya hiçbir şey yapılmıyor ya da bu insanlar kâhin! Ancak bu durumun meslektaşlarımın üstüne yıkılmasının birlikte çalışılan diğer iş gruplarının yaptırımları ve bütçe gibi büyük bir sebebi var. Bakın İtalyanlar da aynı durumundan mustarip kaldı. Vajont Barajı inşa edildiği tarihte dünyanın en uzun barajı ve bir mühendislik harikası olarak biliniyordu. Ancak İtalyanlar bu barajı yaparken ekonomik olarak çok önemli bir şeyden ödün verdiler ve bu da jeolojik çalışmalardı. Bölgede çok ciddi bir toprak kayması riski vardı ve hiçbir önlem alınmadı. Sonuç ise felaket!
İYİLEŞTİRME YÖNTEMLERİ
Eğer inşaat öncesi jeoloji ve jeofizik mühendisleri işlerini layıkıyla yapabilirlerse ya da yapmalarına izin verilirse deprem gibi birçok felaketin önüne geçilebilir. Çözümler basit. 2023 yılında yaşıyoruz. Bölgemizde sıvılaşma, arazi üzerinde eğimden kaynaklanan risk ve depreme karşı zeminin jeolojik olarak zayıflığına karşı, drenaj, enjeksiyon, fore kazık, jet grout, şevli kazı vb. gibi birçok yöntem var. Ve bu iyileştirme yöntemleri hayat kurtarıyor!
Binalarımızı güçlendirmek mümkün!
İnşa edilmiş olan binalarımızda da karbon elyaf gibi yöntemler ile kolonları güçlendirmek mümkün. Örneğin bu yöntemin, büyüklüğü Mw=7.3 gibi depreme karşı binayı yıkılmaktan kurtardığı İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından Yalova'da yapılan deney ile kanıtlandı. Birinin kolonları karbon elyaf ile kaplı, diğerinin ise kolonlarının kaplı olmadığı ikiz binalarda uygulanan deney sonucu ikizi yıkılırken karbon elyaf kaplı bina ayakta kaldı.
Her an olabilecek İstanbul depremine karşı bir an önce depreme dayanıksız yapılarımızı kentsel dönüşüm ile yenilemeliyiz. Ancak bu süreçte de öncelikler jeolojik ve jeofizik incelemeler ile riskli alanlar ve bu alanlarda da inşaat mühendisleri tarafından hasarlı yapılar ile yapıların kolon demirleri ve beton kaliteleri gibi faktörler incelenerek öncelikli binalar belirlenmelidir. Belki de herhangi bir hasarı olmayan ve zemin olarak daha riskli bölgelerden ayrılan bir bölgede bulunan yapılar, 99 depremi öncesi yönetmeliklere göre inşa edilmiş olsa bile, inşaat mühendisleri tarafından belirlenecek karbon elyaf vb. yapı güçlendirme yöntemleriyle birkaç binayı yıkmayıp kentsel dönüşüm sürecine katkı sağlanabilir.
Unutmayalım ki deprem değil bina öldürüyor! Halk olarak da içinde yaşadığımız binaları ve bu binaların zeminini uzmanları çağırarak denetlersek, sorgularsak bu sürece katkı sağlamış oluruz.
Depremin bizi mümkün olduğu kadar geç ve hazırlıklı bulması dileğiyle…

YORUM YAP