“Demokrasi sorunu daha çok demokrasiyle aşılır”

“Demokrasi sorunu daha çok demokrasiyle aşılır”

23.03.2017 14:25:42

Türkiye'nin 16 Nisan'da Referandumda oylamaya hazırlandığı anayasa değişikliğini, siyasi tarihimiz ve Silivri'deki gözlemleri ışığında yorumlayan Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar, ülkemizin gerçek sorunlarını çözmek yerine 30 yıl öncesinin konularıyla zaman kaybettiğini savundu.

Işıklar, hiçbir sistemin ideal olmadığını ülkelerin kendi koşullarında çözümler ve katkılar sunarak ilerleme kaydedebileceğini belirtirken, üretimden gelen zenginlik vurgusunda bulundu. Hürhaber okuyucuları için Referandum süreci hakkındaki gözlemlerini Işıklar şöyle aktardı: “Siyasi tarihimizde yaşadığımız birkaç referandum örneği var. Yakın geçmişimizden rahmetli Turgut Özal'ın siyasi yasaklarını kaldıran anayasa referandumunu hatırlıyorum. Rahmetli Süleyman Demirel eski belediye binası önüne, sonra da çarşı meydanına gelmişti. O gün söylediklerini gözümde canlandırıyorum. Rahmetli Turgut Özal o dönemde Silivri'ye gelmemişti ama söylemlerinde Demirel'in Silivri meydanından ona verdiği cevabı dinlerken çok duygulandığımı hatırlıyorum. Bir insanın siyaset yapma isteğinin 12 Eylül askeri darbesiyle engellendiğini, siyasi partilerin kapatılması, toplumun siyaset dışına itilmesine rağmen küllerinden doğan Süleyman Demirel'in liderliğini izlemiştim. Ona olan saygım buradan gelir. Hataları da vardır ama ülkemizde verdiği demokrasi mücadelesine tanık oldum.

“30 SENE ÖNCE KONUŞTUĞUMUZ KONULARI TARTIŞIYOR OLMAK HAYAL KIRIKLIĞI”
Aradan 30 sene geçti bizim gündemimizde yine bir referandum var ancak Türkiye'de çok şeyin değişmediğini görüyoruz. O zamanlar Kenan Evren'in 1983 Türkiye Anayasa Referandumuna niye evet denmesi gerektiğini dinliyorum. Sosyal medyada, “Niye evet demeniz gerekiyor?' içeriklerine bakın ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. ‘16 Nisan referandumunda neden evet demeliyim?' argümanlarından pek de farkı yok günümüzdekilerin. Bu çok kötü bir şey. Türkiye'nin toplum dokusunun büyük oranda yansıdığı, herkesin içine sinen, bir tarafından aidiyet kabul edebileceği bir konsensüse ihtiyacı var. Aradan geçen 30 yıldan sonra hala 1985 yılı söylemleriyle, 1983 yılında yapılan anayasa referandumu argümanlarıyla günümüzde hareket edilmesi, fazla bir şeyin değişmediği gerçeği bizim jenerasyonda büyük hayal kırıklığı yaşatıyor.

“GERÇEK SORUNLARIMIZI KONUŞAMIYORUZ"
konuşamıyoruz. Sanayide gerileme yaşanıyor. İşsizlikte yükseliş eğilimi devam ediyor, işsizlik oranı yüzde 13'e doğru yaklaştı; tarihinde en yüksek seviyeyi görmüş olmasını konuşamıyoruz. Ülkeler kişi başına milli gelirde 10 bin dolara kadar çabuk geliyorlar ama kırılma noktası 10 bin doları geçebilme aşamasıdır. Dünyada Finlandiya, AR-GE'ye yatırım yapmaya başladığımız Güney Kore benzeri çok örnekler var. 40 yıllık süreçte gelinen ekonomik büyüklüklere bakarsanız ülkemizde zenginleşememe, üretimi artıramama, refahı dolayısıyla siyasi istikrarı yakalayamamanın getirdiği bir süreç yaşıyoruz.

“KAYNAĞINI ÜRETİMDEN ALAN BİR ZENGİNLİK ANCAK DEMOKRASİYİ SAĞLAMLAŞTIRIR”
Bunları siyasi maddelere bağlıyorlar aslında hiç ilgisi yok. Demokrasi kültürü oluşmadığı sürece siz anayasayla, devlet yönetim sistemleriyle bunu çözemezsiniz. Fakirlikte, çaresizlikte; eşitlik, adalet, zenginlik sağlayan bir ülke görülmemiştir. Dünyada örneği yok. Adaleti, eşitliği, refahı, demokrasiyi ancak üretimden gelen zenginlikle sağlayabilirsiniz. Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan örneğini bir kenara koyarak yerin altındaki zenginliğin üstüne fakirlik şeklinde yansıyan bir zenginlikten bahsetmiyorum. Kaynağını üretimden alan bir zenginlik ancak refahı ve devamında demokrasiyi, hak ve hukuku sağlamlaştırır. Referandum vesilesi ile bir kez daha köy ve mahallelerimizi geziyor, insanlarımızı dinliyoruz. Türkiye üretim konusunda sıkıntı yaşıyor. Ürettiğimizi akılla, bilimle, inovasyonla, küreselleşen dünyada, ekonominin ve bilginin hızla yayıldığı bir dönemde biz geçmişe olan takıntılarımızla, yönetim sistemleriyle uğraşarak zaman kaybediyoruz.

“HİÇBİR YÖNETİM SİSTEMİ HERKESİN SORUSUNA CEVAP VERECEK BİR REÇETE DEĞİL”
Hiçbir yönetim sistemi ideal, herkesin sorusuna cevap verecek bir reçete değildir… Bu dünyada da görülmemiştir. Her ülke kendi şartlarına göre bir şeyler geliştirebilir ama genel kabul gören, evrensel değerler de var. Bunları da yok etmeden kendi özelliklerinizi üstüne dahil etmeniz lazım. Kul olmaktan, vatandaş olmaya geçen süreç insanlık tarihinde bin yıl sürdü. Bunun gerisine gidemeyiz. Gündemimize öyle maddeler konuluyor ki kul olmaya dönük. Bu insanın doğasına ters. Allah'ın kulu olmaktan bahsetmiyorum, padişahın kulu olmaktan bahsediyorum! Devlet, insan için var anlayışı, insanlık tarihinde yüzyıllarca yapılmış mücadele sonucunda kazanıldı. Bunun gerisine taşınmamızı istemek asla kabul edilebilir değil. O anlamda sistemin ikame edilmesine hiç gerek yok.

“TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZİ TARTIŞIYOR DURUMUNA GELMEK ÇOK ACI”
İnsanın sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri vardır. Bunlar yaşama hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, düşünce-inanç özgürlüğü, özel yaşam gizliliği hakkı ve ekonomik haklar. Bu özgürlükler ne olursa olsun hiçbir anayasal metinle daha gerisine atılamaz çünkü insanlık tarihinin kalın harfleriyle yazılmış özgürlük temelleridir. Bugün bunların tartışılıyor olması bile çağın ne kadar gerisine atılmak istendiğimizi gösteren, acımasız bir örnek. Temel hak ve özgürlüklerimizi tartışıyor durumuna gelmek çok acı. Bunları tartışmayalım, geçelim çünkü insanlık teokrasiden, otokrasiden, diktatöryel, kraliyet, haneden rejimlerini, denetimsiz iktidar kuvvetini aşarak buldu demokrasiyi. Gücün denetlenmesi demokrasinin önemli bir ayağıdır. Halkın temsil ve denetim hakkı gasp edilmek isteniyor. Bu en temel çelişki. Anayasa değişikliğini konuşacaksak, önce denge ve denetlemeyi ele almamız gerek. Demokratik devlet yönetimini düzenleyen kuvvetler ayrılığı ilkesi mutlaka olmalı. Düşünce özgürlüğü, basın ve yayın özgürlüğü unsurları bağımsız dinamiklerle çalışmalı. Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı bir devlet hukuk devleti değildir. Yargının bağımsızlığı, bireyin temel hak ve özgürlüklerinin güvencesini oluşturmakta. Aynı şekilde yargı erkinin bağımsızlığı ve buna bağlı olarak kabul edilen hâkim güvencesi, hak arama özgürlüğünün de odağını oluşturmakta. Bunun gerisine gidemeyiz. Bu evrensel ilkeleri içinde barındırmayan hiçbir düşünce geçerli kalamaz, ayakta durması da mümkün değil. Bunun aksini düşünmek ve topluma dayatmayı çok iğreti ve zamanın gerisinde buluyorum. Bunları konuşmanın zaman kaybettirdiğini, tartışmanın bile bizi dünyada bir alt lige düşürdüğünü görüyorum. Ben referanduma bu açıdan bakıyorum.

“SORUNLARI DEMOKRASİYİ SINIRLAYARAK DEĞİL, DAHA ÇOK DEMOKRASİ İLE AŞABİLİRSİNİZ”
Az önce saydığım özgürlükleri daraltmak yerine tam aksine genişletmemiz lazım. Sorunları demokrasiyi sınırlayarak değil, daha çok demokrasi ile aşabilirsiniz. “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor” diyebilen bir zihniyetin gölgesinde bu referandumun yapılması tedirgin edici. Bilgi devriminden şimdi dördüncü endüstriyel devrime, algoritma kültürüne gitmeye çalışan bir dünyada, eğitim düzeyi arttıkça oy kaygısı taşıyan bu yaklaşım beni çok üzüyor, talihsiz buluyorum. Haçlı Seferlerini bozguna uğratmış, Avrupa'yı üstümüze çeken bir aydınlanma hareketinin öncüsü olmuş milletiz. Şimdi binlerce insanımız Avrupa kapılarında yaşıyor. Tam tersi bir süreç vardı. Ne oldu bize? İslamiyet'i yanlış mı okuduk? Müslümanlıkla, İslamcılığı mı karıştırıyoruz? Allah'ın yarattığı son, bilim, akıl dininin ‘okuma' diyen insanın tam tersine ilk ayeti ile ‘oku' diye başladığını bilmelerini isterim. Allah'ın kelamı ‘Oku' diye başlıyor. “Okuyanların ferasetine güvenmiyorum” denen bir zihniyetin gölgesinde referanduma gitmek isteyen Türkiye'yi çok talihsiz buluyorum. İnsanlığın binlerce yıl sonunda edindiği kazanımların gerisine düşürmek isteyen zihniyet kesinlikle bize yakışmıyor, Pir Sultan'ın, Mevlana'nın, Yunus Emre'nin Anadolu'da yeşerttiği hümanist kültürün dallanıp budaklanması ve bu coğrafyada örnekler oluşturması gerekir.

“TÜRKİYE BU KAOSUN ALTINA KEŞKE GİRMESEYDİ”
Köktendincilik anlayışını yanı başımızda sınırlarımıza kadar çekmişiz. Gelecek 5 yıl içinde nüfusu 8 milyon olacak Suriyeli mültecimiz var. Türkiye'de neredeyse ayrı bölgeler oluşturabilecek bir nüfus büyüklüğü tehdidinin altında referanduma gitmeyi zamansız, gereksiz, lüzumsuz görüyorum. Türkiye bu kaosun altına keşke girmeseydi. Buna dur demek, önümüzü görmeyi açabilecek berraklaşan bir sürece başlamak da bizim elimizde.

“KİM DİYOR “PKK HAYIRCI”? TAM TERSİ ‘EVET' DİYOR”
'Hayır diyen teröristtir' diye benzetmeler oldu. Önümüze evet ve hayır olarak iki seçenek koyan iktidarken, bu durumun izah edilebilir bir tarafı kalmıyor. Barzani Türkiye haritasını bölmüş bile. Barzani, evet oyuna çalışıyor. PKK da aynı şekilde. Kim diyor ‘PKK hayırcı' diye. PKK tam tersi evet diyor. Açın bakın harita ortada. Barzani eyalet istiyor. Anayasa referandumu evet oyu ile sonuçlanırsa Barzani, madde değişikliğinden eyalet yapma yetkisini bulabileceğini düşünüyor.

“KANLA, SAVAŞLA  AYDINLIĞIN ÜSTÜNÜ ÖRTMEYE ÇALIŞMAK YANLIŞ”
Aydınlık bizim içimizde. Yeter ki onun kapaklarını açalım o aydınlığın dışarı çıkmasına izin verelim. Biz kanla, gözyaşıyla, savaşla aydınlığın üstünü örtmeye çalışıyoruz. İslam'ı yanlış yorumlayan bu vahabi kültürünün bize kadar bulaşmasına neden olan anlayışa sırtımızı dönmemiz gerektiği apaçık ortada. Dünyanın aydınlık yüzü Anadolu'nun merkezidir. Anadolu medeniyetin beşiğidir. Anadolu, göç ve ticaret yollarının üzerinde bulunması, Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlaması, topraklarının verimli olması ve ikliminin insanların yaşayışına uygun olması gibi nedenlerden dolayı zengin ve yüksek kültürlerin beşiği olmuştur. Böyle bir coğrafyanın üzerinde konuşuyoruz bunları.

“SİLİVRİ TOPLUMSAL DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKACAK”
Bu çok tehlikeli bir gidiş. Referandumda Silivri'de kesinlikle toplumsal değerlere sahip çıkan bir sonuç olacağına inanıyorum. “Biz bu değerlerin korunmasından yanayız, durun bakalım” denileceğini düşünüyorum, sonuçlara nasıl yansıyacağını hep birlikte göreceğiz. Ben böyle bir hassasiyetin olduğunu gördüm.

“TÜRKİYE BU ŞEKİLDE İYİ BİR YERE VARAMAZ”
Siyasi gerekçelere, düşmanlaştırmaya, “bir seçim sonra ben buradan ne fayda sağlarım” gibi küçük hesaplarla 100 yılımızı bağlayacak siyasi metnin bu hesapların gölgesinde tartışılmaması gerektiğine inanıyorum. Aceleye getirildiğini düşünüyorum. Katılımcı, sivil, evrensel değerleri özümseyen bir yönetim modelini ortaya çıkarma fırsatı önümüzde var. Niçin Sayın Bahçeli'nin ‘Hadi bakalım' demesiyle süreç başlıyor? Farklı düşüneni niçin düşmanlaştırıyoruz? Bunları anlamak mümkün değil. Türkiye bu şekilde iyi bir yere varamaz.
Ben köyleri geziyorum ve aynen bunları anlatıyorum. Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza, muhalefet liderlerine, sivil toplum kuruluşlarına saygısızlık etmek haddimiz değil. Kendine yapılmasını istemediğini başkasına layık görmek en büyük zafiyettir. Türkiye taze bir başlangıcı hak etmiyor mu? Birlik, beraberlikle farklılıkları içine sindirerek bu mümkün. Biz bunları savunmaya devam edeceğiz. Ben referandum sürecinde eksiklik olarak gördüğüm konuları halkımızla paylaştım. Anayasa değişiklik maddelerini herkes biliyor. Ben yaşayıp da farkına varmayı ihmal ettiğimizi düşündüğüm konuları halkımızla konuşuyorum. Referandumdan hayırlı bir sonuç çıkacağına da inanıyorum. Bu hayırlı sonuçla yeni bir sayfa açabilme fırsatı doğacaktır.”

Haber Merkezi

 

YORUM YAP