
İlk yazımda çok sevdiğim bir emekçiye yer vermek istedim. Şimdi sizi bir nebze olsun onun hayatına ortak edeceğim. Zülfikar amcam bizim okulun emekçisi. Hem de ta 1983’ten beri. Yani ben henüz dünyada bile yokum. O kadar eski Zülfikar amcamın okuldaki yeri. Kaç öğretmen, kaç müdür geçmiş; kaç kuşak öğrenciler yetişmiş de o hepsine el sallamış ve hep orada kalmış.
Kadıköy Ortaokulu’na 2013 yılının Eylül ayında matematik öğretmeni olarak atandım. En başından beri Zülfikar amca-ki ben ona Zühtü amca diyorum- ile aramızdan su sızmaz. Sonra bir gün bana gözleri gülen bir şekilde ölen ablasının gençlik haline çok benzediğimi söyleyince birbirimize olan sevgimiz de başka bir duygusallık kazandı haliyle. O, 68 yaşında bir delikanlı ben ise 26 yaşında onun ablasıydım artık.
Zühtü amca, tüm ailesi ile birlikte 1978 yılında on yıl süren bir sürüncemenin ardından Bulgaristan’dan buralara göçmüş. Kavaklı ’da ablası, abisi varmış. Hala Bulgaristan’da kalan akrabaları da varmış ama sürekli iletişim sağlayamıyormuş. Bulgaristan’daki ablası ile ise bilgisayarla görüntülü konuşuyorlarmış. Yani Zühtü amcam teknolojiye de ayak uydurmasını bilir.
Zühtü amcamın bir kızı bir de oğlu ve çok sevdiği bir torunu var. Yağmur Ceren. Torununu gezdirince, bir şeyler aldığında bana anlatırdı kimi zaman. Torun sevgisi bir başkadır derler ya, torun deyince de Zühtü amcamın yüzünde güller açmaya başlıyor. Aynı gülen yüz, eşini sorunca biraz asılıyor. Eşi ile boşanmış Zühtü amcam. Nedenini sorunca anlatmak istemiyor. Ben de üstelemiyorum haliyle. Gördüğüm ve anlattığı kadarıyla da Zühtü amcam hayatından memnun. En güzel yanı da bu olsa gerek…
Sonuçta uzun yıllar Bulgaristan’da yaşadığı için "Bulgarca biliyor musun?” diye soruyorum ama unuttuğunu söylüyor. Dili kullanmaya kullanmaya unutuluyor tabi. Çocuklarına da öğretmemiş. Hatta niye öğreteyim ki diye de tepki gösteriyor. Dili bir kültürel zenginlik olarak pek görmüyor. Akabinde diyor zaten "Ben biraz milliyetçiyimdir hoca hanım.”
Zühtü amcaya soruyorum. "Öğretmenlerden memnun musun?” Memnunum, diyor. Hepsiyle iyi anlaştığını söylüyor. "Bir şeyi anlamadığımda çekinmem sorarım, elimden geldiğince yardım etmeye çalışırım, hiçbirini ayırmam” diyor. O, insanları kategorize etmiyor çünkü. Doğrusunu da yapıyor.
Benim için en can alıcı soruyu soruyorum. "Yarınlarından umutlu musun?” Gülerek cevap veriyor bu soruya. "Yarına ne olacağını bilemem ki ama mutluyum hoca hanım, memnunum hayatımdan.” diyor. O öyle deyince bana da umut oluyor aslında. Biraz daha rahat nefes alıyorum sanki her yanından kötülük saçan şu dünyada güzellikler de var umuduyla. Biraz daha inanıyorum hala insanların samimi olabileceğine Zühtü amcamın o gülen gözlerine bakınca. Ve ben de biraz daha gençleşiyorum onun gülen sesinde.
İyi ki varsın Zühtü amcam. Hep ol sen emi. Hep öğretmenler odasına girdiğimizde senin şen şakrak sesini dinleyelim. Öğretmenler odasındaki o küçük televizyonda, her ne kadar sevmesem de o oyun havaları çalan programları, sen yine de onları aç ve hep oyna emi. Sen hep bana ablam de, sen hep bize yoldaş ol. Ve bir gün okuldan tayinim çıkar da gidersem arkamdan el salla ama sen hep benim hayatımda ol emi.
Haftaya başka hayatlara bir nebze olsun ortak olabilmek umuduyla.
Sağlıcakla.