
İslam inancının üç temel esasından birini oluşturan kıyamet veya ahiret konusu sayısı yüzleri aşan, çok değişik ve etkileyici üsluplar taşıyan ayetlerde ve müstakil surelerde ele alınmıştır. Burada, toplum hayatında büyük önem taşıyan mesuliyet duygusunun telkin edilmesinin bir hedef teşkil ettiği şüphesizdir. Ayrıca "Herkes yarın için ne hazırladığının bilincini taşımalıdır.” (el- Haşr 59/ 18) ayetinde ifadesini bulan geleceği düşünme ve ebedi hayatın mutluluğunu sağlama uğruna faaliyet gösterme ilkesinin hâkim rol oynadığını da söylemek gerekir.
Sanırım asıl mesele budur. Ahirete inanan, inandığını söyleyen insanların bu inancı konusunda ne kadar samimi olduğu ve bu inanç alanına yönelik ne hazırladığı konusu çok önemlidir. Yarın yaptıklarından ve yapması gerektiği halde yapmadıklarından, yapmaması gerektiği halde yaptıklarından hesaba çekileceğini bilen bizlerin duruşu ve tavrı çok önemlidir. Kıyametin ne zaman kopacağına odaklanan bizlerin gözden kaçırdığı asıl mesele onun ne zaman kopacağından ziyade bizlerin bu ana, bu vakıaya hazır olup olmadığımızdır. Nitekim Efendimiz (s.a.v.)’e bir bedevi "Kıyamet ne zaman kopacak? Diye sordu. Efendimiz de ona: "Kıyamet için ne hazırladın? Sen asıl kıyamet için ne hazırladığına bak, kıyamete hazır mısın değil misin onu düşün”, diye cevap verdi. Evet ahirete inanan biz Müslümanların asıl üzerinde düşünmesi ve ürpermesi (hazırlıklı olanlar hariç) gereken mevzu tam da burası işte… Yüce Allah Al-i İmran Suresi’nin 106 numaralı ayetinde "O gün, bazı yüzler ağarır, bazı yüzler de kararır.” Buyurmaktadır. Yüzlerin ağarması ve kararması bir sonuçtur. Bu serüvenin baş aktörü şüphesiz ki insan ve onun kendi irade ve ihtiyarıyla kazandıkları, yapıp eyledikleridir. Efendimizin buyurduğu gibi "nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz”. Çalıştığım iyi bir okulda bir gün bu kıyamet, ahiret konusunu konuşurken, bir öğrencim hocam ben ahirete, hesaba, kitaba, cennete, cehenneme inanmıyorum dedi. Bende ona tabi ki ahiretin varlığını ispat etmek için Kur’an’dan ayet falan okumadım. Kur’an’a inanmayan bir adama ayet okumanın bir mantığı yok zaten. Bilimsel delil falanda sunmadım. Sadece ona şöyle bir şey anlattım. Dedim ki sana bir şey soracağım. Buyur dedi hocam. Şu dünya hayatında bu kadar haksızlık, ahlaksızlık, hukuksuzluk, eşitsizlik, adaletsizlik meydana geliyor. Gerçek suçlular, kötüler, caniler, katiller, yaramaz adamlar hak ettikleri cezayı görmezken, iyi, dürüst, doğru, ahlaklı, güvenilir, güzel insanlar ise hak ettikleri ödülleri, mükâfatları alamadan ve hatta hiç suçu olmadıkları halde çeşitli sebeplerden ceza görmek zorunda kalıyor ve haklı, masum, suçsuz olduklarını ispat edemeden ölüp gidiyorlar. Gerçek suçlular elini kolunu sallayarak dışarda gezerken, garibanlar, masumlar haksız yere ceza görmekteler. Sence bu haksızlığın olmayacağı, gerçek adaletin yerini bulacağı, suçluların hak ettikleri cezayı göreceği, iyilerin de hak ettikleri mükâfatı elde edecekleri, hilenin hurdanın, adam kayırmanın, eşitsizliğin, haksızlığın olmadığı bir dünya, bir alan, bir mahkemeye ihtiyaç yok mu? O zeki, duru vicdanlı genç kısa bir süre gözlerimin içine baktı ve hocam çok mantıklı şeyler söylüyorsunuz, haklısınız dedi.
Burada amacım ahireti, hesabı, kitabı ispat etmeye çalışmak falan değil. Sadece ahirete, hesaba inanan biz Müslümanların kendine gelmesi gerektiği, bizi çok ciddi ve zorlu bir arenanın beklediğini hatırlatmak ve o çetin güne elimizden geldiğince hazır olmak. Çünkü Azrail adlı ölüm meleğinin kapımızı ne zaman çalacağını hiç birimiz bilmiyoruz. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bizim asıl kıyametimiz ölümümüz olacaktır. Mesele o ana gerçek anlamda hazır olabilmektir.
Hayırlı şekilde yaşamak, hayırlı şekilde ölmek ve hayırlı şekilde yeniden dirilmek ümidi ve temennisiyle herkese hayırlı cumalar…
Selam ve dua ile…