
Necİp, çenesine yediği tekme sonucu geçirdiği kısa baygınlıktan sıyrılırken irkilerek etrafına bakınırken ilk olarak, ellerinin bağlı olduğunu anlamıştı. Gözü karanlığa alışınca da içinde bulunduğu odada elleri bağlı başka birisinin daha olduğunu fark etti. Ayağıyla sertçe olmamak kaydıyla önünde, sırtı kendisine dönük ve sağ omzunun üstüne yatmış olan kişiyi dürttü. Belli belirsiz bir inleme çıkaran kişinin Hale olduğunu düşünmeye başlayan Necip, bir yandan da başına bir şey gelmemiş olmasını umuyordu.
En nihayetinde birkaç saniye sonra bir daha dürttüğü kişi hafif doğrulmaya çalışırken yüzünü kendisine doğru dönünce bunun Hale olduğunu ancak görünür hiçbir yarasının da olmadığını anlamıştı. Hale de daldığı baygınlık halinden sıyrılmaya çalışarak hafifçe doğruldu ve sırtını duvara sürtmeye başladı.
Necip, bileklerini kavrayan ipin ancak sert bir yere sürtülerek kopartılabileceğini düşünürken Hale’nin, bileğindeki ipleri kopartmaya çalışmadığını anladı kısa sürede: Ağzındaki bezi çıkartmaya çalışıyordu. Nitekim birkaç omuz hareketinden sonra, ensesinde düğümlenen bezin düğüm kısmını aşağı düşürmüş; ağzını kapatan kısmı da otomatik olarak çenesinin altına inmişti. Ağzı açılan Hale, "Hah!” diye boğuk bir ses çıkardı istemsizce…
Derin bir nefes aldıktan sonra çenesini sağa sola doğru sallayarak ağzındaki uyuşukluğu gidermeye çalışan Hale, bir yandan da içinde tutuldukları odayı gözleriyle süzüyordu. Bir müddet sonra gene "Hah!” diye bir ses çıkararak bacaklarını topladı ve tabanlarından kendisini ittirerek, sırtını verdiği duvardan da hafif güç alarak ayağa kalkmaya çalıştı Hale. İkinci denemesinde başarılı olunca Necip’in de bakışları eşliğinde dar odada bir köşeye gitti ve Necip’in göremediği bir noktada periyodik bir harekete girişti.
Hale’nin yukarı çıkıp aşağı indiğini sezebiliyordu Necip sadece! Aldığı darbeden ötürü hala boynu zonkluyor, gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi ağrıyordu… İnleyerek gözlerini kapattığında, uyuklamamanın salık verildiği beyin sarsıntıları aklına gelince bir anda açtı gözlerini Necip! İhtimalinden bile ürkmüş, belli belirsiz titremeye başlamıştı…
Hale de duraksamıştı. Bir anda, hızlı hareket etmesinden ötürü de bitap düşmüş bir şekilde kesik kesik soluk alıp veriyordu. Bu soluklanması esnasında konuşacak gücü bulur bulmaz da açıklamaya girişti:
- Burada bir masa var ve kenarı sivridir diye düşündüm… Ama suntaymış ve oval kesilmiş…
Birkaç saniyelik duraksamadan sonra ekledi:
- Sen iyi misin peki? Çok kötü vurdular…
Necip, ağzı hala bağlı olduğu için bu soruya cevaben bir kez "hımm”ladı. Bir müddet, sessizlik çöktü odaya. Sessizliği bozan, doğal olarak, hala olduğu yere çökmüş olan Hale oldu.
- Sence öldürürler mi bizi?
Konuşmaya müsait olmadığı için ilk kez sevindi Necip. Çünkü konuşabilseydi, genç kadının içini rahatlatacak kadar kendisinden emin bir şekilde "Hayır” diyemezdi muhtemelen. Tam iki kez "hımm”layıp görmesi umuduyla da kafasını olumsuz anlamda sallayacakken; adeta esir gibi tutuldukları apartman dairesinin dışında bir patırtı koptu.
Bir bağrış çağrış sonrası üç el silah sesi de duyulunca Necip de Hale de iyice ürkmüşlerdi. Bir çete çatışmasının ortasına düşmüş olmaktan daha kötü olan tek şey, o çete çatışmasında yer alan çetelerden birisi olmaktı zira!
Gürültü, başladığı gibi bir anda bitti. Tüm ev gibi odadaki iki tutsak polis de, aldıkları nefesleri sayacak kadar sessizliğe çöktü. Sessizlik, ürpertici bir kapı gıcırtısıyla bozuldu ve karanlık odanın açılan kapısına eşlik eden bir ışık huzmesi çöktü içeri… İçeri yavaş adımlarla giren kişiyi görebilmek için gözlerini kıstı Necip.
***
Apartmanın önünde duran ambulansın içinde, ayakta tedavi görürken bir çocuk gibi kıpır kıpırdı Necip. Gülümsemesini bastıramadan, ambulansın önünde sigarasını tüttüren Komiser Tahsin’e baktı. Komiser Tahsin de gülerek "Hadi hadi, önüne dön!” diye homurdandı ve ona nazaran daha iyi durumda olan Hale’ye döndü.
Hale, soran bakışlarla Komiser Tahsin’e bakıyordu… Derin bir nefes alıp, kısa bir açıklama yaptı tecrübeli amir.
- Necip’i arayıp da ona ulaşamadığımda bir terslik olduğunu düşündüm; Kenan’ı aradım, gps’den yer tespiti yaptıracaktım sözde! Neyse ki ona nereye gittiğinizi söylemişsin laf arasında…
Hale, başka bir bilgi için aradığı Kenan’a nereye gittiklerini söylediğini hatırlamakta zorlandı ama hatırlayınca da yüzü aydınlandı… Bu esnada Komiser Tahsin sözlerini sürdürüyordu:
- Bendeki de merak ya, oturduğum yerden başka birisini aradım ve geldiğiniz evdekileri soruşturttum. Silahlı saldırıdan falan mahkumiyetleri vardı. E, eldekileri birleştirince de olayı çözmek zor olmadı!
Hale’nin minnet dolu bakışları, apartmandan çıkan iki üstü battaniye ile kapalı sedyeyi görünce yerini hüzne bırakmıştı. Ölü saldırganların peşi sıra evdeki baygın kızlar da kollarına girmiş iki sağlıkçı eşliğinde çıkmıştı… En arkadan ise olay yeri polislerinden birisi geliyordu.
Elinde tuttuğu nesne; Komiser Tahsin ve Hale’ye, yakınlarına geldiğinde daha iyi görünmüştü: Kanlı bir bıçaktı bu! Komiser Tahsin, homurdanırken bir sigara daha yaktı diğerini yeni söndürdüğü halde…
- Muhtemelen şu bizim figüranın ölümüne neden olan bıçak bu! Yıkamaya bile tenezzül etmemiş şerefsizler…
Hale, ürpererek cesetlerin bindirildiği ambulansın ters yönüne döndü. İç çekerek ufka doğru baktı; bir hayatın son bulması, ne şartlar altında olursa olsun hep "ani” olarak nitelendirilebiliyordu… SON