
Hale’nin susturduğu Necip el mahkum, tiyatro oyununun provasını izlemeye koyulmuştu.
"Gitmek zorunda mısın?” diye seslendi sahnedeki kadın oyuncu. Erkek oyuncu dönüp şöyle bir baktıktan sonra kafasını havaya kaldırarak sahneden dışarıya doğru yürümeye koyuldu.
"Çok iyi!”
Bu kez ses; sahnenin önündeki koltuklardan birinde oturan adama, oyunun yönetmenine, aitti. Ayağa kalkan yönetmen, dönüp iki sıra arkasında oturan ve çeşitli notlar alan kıza doğru dönmüştü.
- Bu Ekrem nerede kaldı ya! İki gün oldu gelmedi; babasını ziyaret edip gelecekti sözde… Oyuna yedi saat kaldı, daha bizim sahte paralar da ortada yok!
Hale, agresif bir şekilde asistanına çıkışan yönetmeni işaret ederek Necip’i dürttü. Bunun üzerine ikisi de aynı anda oturdukları koltuklardan kalktılar ve hem yönetmenin, hem asistanının hem de sahnede duran iki oyuncunun dikkatini üzerlerine çektiler.
Yönetmen, aynı agresif tavırla polisleri süzerek alelade bir üslupla konuştu:
- Daha oyuna yedi saat var, lütfen çıkar mısınız dışarı?
Hale ve Necip, yönetmenin talebinin aksi yönde tam da yönetmene doğru yürümeye başlayınca adam daha da sinirlenmeye başlamıştı ki; Hale biraz kısık bir sesle adamın birkaç dakika önce sorduğu sahte paraların kendilerinde olduğunu söyleyince duraksadı yönetmen.
Sersemlemiş bir şekilde asistanına doğru dönen yönetmen, genç kızdan kontrolü devralmasını istedikten sonra polislere tiyatro salonunun dışını işaret ederek yürümeye koyuldu. Dışarı çıktıklarında "Nasıl yani?” diye soruverdi sabırsızca.
Hale, bir çırpıda Mecidiyeköy Metro İstasyonu’nda bulunan cesedi ve cebinden çıkan sahte paraların izini sürerek tiyatroyu bulduklarını anlatmıştı. Yönetmen, hem Ekrem’in ölümüne hem de sahte paranın izinin bu kadar kolay sürülmesine çok şaşırmıştı.
- Demek mürekkebin cinsinden, bizim vakfımızın tiyatro oyunu için para bastırıldığını öğrenebildiniz! Çok acayip!
Necip, ortada ölen birisi varken yönetmenin sahte paralara bu kadar takılmasına bozulmuş bir şekilde atıldı:
- Ekrem Bey’e dönsek? Akrabaları var mıydı, nerede yaşıyordu?
Yönetmen, Necip’in bu çıkışından ötürü biraz bozulmuştu. Bunu da yarım ağızlı konuşmasıyla belli ederken de tepki olarak Necip’e doğru değil, Hale’ye doğru konuşuyordu.
- Ekrem, genç bir kardeşimizdi. Bildiğim kadarıyla Marmara Üniversitesi’nde okuyordu ama okulunu uzatmıştı. Gelip gidiyordu, tiyatroculuğa meraklıydı ve biraz da yetenekliydi… Ailesi bildiğim kadarıyla Kars’ta yaşıyordu, Ekrem de bir yurtta kalıyordu.
Bir düşmanı veya takıştığı birileri var mıydı peki, yoktu. Hale’nin sorusunu anında olumsuz bir kafa hareketiyle cevapladı orta yaşlı yönetmen.
- Yani, ne bileyim; o kadar zamandır tiyatroya gelip gidiyormuş, hiç mi kimseyle takışmadı bu çocuk, herkesle mi uyumluydu, iyilik meleği miydi neydi bu!
Yönetmenin ifadesiz tavrı, Necip’i çileden çıkarmıştı. İsyan edercesine çıkışan Necip’i duraksatmak için Hale gözlerini genç polisin gözlerine doğru dikmişti. Yönetmen ise yutkunsa da, susmayı sürdürmüş; gözlerini kısa bir süre iki polisten ters yöne doğru odaklamıştı.
Hale, Necip’i ikaz etmek üzere bir şeyler söylemek için ağzını açmıştı ki; "Aslında birileri var…” diye homurdandı yönetmen. Hale’nin Necip’e bakışları bir anda kınama ifadesinden, yeni bir şeyler keşfeden çocuğunu takdir eden bir ebeveynin ifadesine dönmüştü.
Bu esnada yönetmen, anlatmayı sürdürüyordu:
- Geçtiğimiz ay, sene sonunda sergileyeceğimiz bir oyun için seçmeler yaptık. Bu konuda hata bende ama Ekrem’den daha yetenekli olmasına rağmen daha uyumsuz bir çocuğun yerine Ekrem’i seçtim. Bunun üzerine çocuk birkaç kez prova çıkışlarına geldi, bir kez de Ekrem’le tartışırken gördüm ama üstünde durmadım; ne olabilirdi ki?
Necip ve Hale, pek çok ölümlü kazanın veya ölümle sonuçlanan bazı süreçlerin "Ne olabilir ki?” sorusuyla temellendirildiğini yönetmene söylemediler. Bunun yerine, Ekrem’in kadro dışı bıraktığı çocuğun adresini aldıktan sonra o adrese doğru yola koyuldular…
(Devam Edecek)