Figüranın Ölümü (2) - ALPER KAYA

Figüranın Ölümü (2) - ALPER KAYA

11.08.2015 10:51:45



- Kim bulmuş cesedi?

Ketum bir ses tonuyla, orada olmaktan hiç memnun olmadığı gereğinden fazla belli olan Komiser Tahsin; Olay Yeri Ekibi’nin şefi Yasin’e klasik sorusunu yöneltti. Yasin, kafasını hafifçe sallayarak bir kenarda beklemekte olan Rüstem Karakulak’ı işaret etti ve Komiser Tahsin’in başka bir talebinin olmayacağını anlayınca da işine geri döndü.

Rüstem’in yanına yaklaşan Komiser Tahsin, bir yandan olay yerini bir çerçeve halinde normal hayattan ayıran sarı-siyah şeritlere ve şeritlerin arkasında kalan ama az önce gördüğü için bir süre aklından, o anda da gözlerinin önünden gitmeyen cesede baktı.

Yerde yatan bir erkek cesedi. 30’lu yaşlarının başında görünüyor. Üzerinden kimlik çıkmadı.

İnsan hayatının, üç -bazen dört- cümlede özetlenebilmesi Komiser Tahsin’e hep ilginç gelmişti… Bazı günler, kendisi günün birinde öldüğünde arkasından ne söyleneceğini çok merak ettiğini duyumsardı. Ne derlerdi sahiden?

"Emekli polis. Boşanmış, çocuğu yok. Üstünden yalnızlık çıktı.”

Vazife başındayken öleceğini, öldürüleceğini hiç tahayyül etmezdi. Aklındaki ölüm; bir Akdeniz veya Ege kasabasında kendisini hiç tanımayan insanların arasında bir huzurevinde gerçekleşen sessiz bir merasim şeklindeydi…

Sabah çayını içemeden ayılamazdı, nitekim gene öyle olmuştu. Cesedi bulan metro görevlisi Rüstem Karakulak’a yaklaştığında düşüncelerinden yeni sıyrılabilmişti. Adamın dehşete düşmüş halini de, dibine kadar girdiğinde anlayabildi bu yüzden. Adam derin bir nefes alırken duruma uyanamamışsa da; adamın gözlerinin akı belirip, sağa sola yalpalama evresine geçtiğinde atik bir şekilde uzanıp baygın bir halde yere düşmeye teşne vücudu kollarından tutabildi Komiser Tahsin.

Komiser Tahsin bir yandan etrafındaki polislere bağırıp soğuk su bulup getirmelerini emrederken, öte yandan kollarında gittikçe ağırlaşan adamı oturtabileceği bir bank arıyordu gözleriyle… En nihayetinde adamın tam arkasında yer alan metal bankı fark etti ve bir polis elinde tuttuğu şişe suyla yanına kadar geldiğinde Komiser Tahsin de tuttuğu adamı dikkatli bir şekilde geriye doğru ittirerek banka oturttu.

Polisin getirip uzattığı su şişesinin kapağını açtıktan sonra avucunun içine, dikkatlice ve taşmayacak şekilde, döktü suyu… Buz gibi su, daha kendi eline değince bile ürpertmişti tüylerini; nitekim baygın duran yaşlı metro görevlisinin yüzüne hafifçe çarptığında da hemen olmasa da birkaç saniye içinde etkisini göstermişti su.

Önce birkaç cılız kıpırdanma, akabinde derin bir nefes almayla birlikte adamcağız ayılmıştı. Nerede olduğunu anladıktan sonra silkinip doğrulmaya çalışırken kızarıp bozarmış, çekinerek etrafa bakınmaya koyulmuştu.

Pek kimsenin kendisinin bayılıp ayıldığını görmediğini anlayınca da bariz bir şekilde rahatlamıştı ancak hala Komiser Tahsin’in yüzüne bakamıyordu. Tecrübeli amir, uzanıp adamın omzuna birkaç kez vurdu.

- Olur böyle şeyler… Biz neler görüyoruz, sıkmayın canınızı!

Karşısındakinin telkin edici sözleri, etkili olmuştu Rüstem Karakulak üzerinde. Komiser Tahsin de, adamın oturduğu bankın yanındaki boşluğa oturuverdi. Karşılarında duran yiyecek-içecek otomatının ışıkları yüzlerine çarpıyor, daha güneşin bile tam anlamıyla göğe yükselmediği sabah saatlerinde hafif koyu olan metro koridorunda rahatsız edici bir parlaklık olarak beliriyordu.

Daha Komiser Tahsin soramadan, Rüstem Efendi anlatmaya koyuldu.

- Vallahi, bir anda çıkıverdi karşıma! Ben evsizdir falan sandım, buralarda bazen oluyor… Adam giriyor metroya, sabaha kadar kalıyor… Bulduk mu kovalıyoruz; tepedekiler gelip de eskaza görürse büyük sıkıntı! Geçen yıl bizim Osman’ın işine o yüzden son verdiler. Neyse, ben de sinirlendim, haybeye ekmeğimizden olmayalım değil mi?

Komiser Tahsin, hikayeleştirilmiş anlatımları oldum olası sevmezdi. Kafasını sallamakla yetindi. Adam da, aldığı güvenoyu sayesinde anlatmaya aynı şevkle devam etti:

- Heh işte ben de sopaylan dürttüm azıcık… Uyanmadı! Uzanıp çektim, kaldırayım diye; kaldıramadım! Kan olmuştu her yeri… O an anladım!

Adamdan bir şey çıkmayacağını anlayan Komiser Tahsin, hayatının en büyük hadisesini tecrübe etmekte olan yaşlı temizlikçinin eline su şişesini bıraktıktan sonra teşekkür ederek yanından uzaklaştı.

Böyle anlarda ilk başta hep umutsuzluğa düşerdi Komiser Tahsin. İç çekerek sarı-siyah olay yeri şeridini hafifçe kaldırıp altından geçti. Yarım saat, en fazla kırk beş dakika sonra metro gündelik koşturmacasına dalan insanlar tarafından dolup taşacaktı. O zamana değin savcının da gelip kontrol edip olay yerinin derdest edilmesi için onay vermesi gerekiyordu. Saatine göz atarken yanına birisinin yaklaştığını fark etti Komiser Tahsin. Başını kaldırdığında gelenin Necip olduğunu anladı. Cesede kaçamak bakışlar atan Necip’i görünce de gülümsemekten kendisini alamadı Komiser Tahsin… Necip, oldum olası olay yerlerini pek sevmezdi de; sabahın köründe gidilen olay yerlerini hiç sevmezdi! Aç karnına ceset görmek pek sevilesi bir hadise değildi elbette ama Necip’in mimiklerinden vücudunun aldığı hallere dek her şeyi bir küfür niteliğindeydi…

Karşılıklı selamlaşma faslına geçtikleri sırada, Olay Yeri Ekibi’nin şefi Yasin yanlarına geldi. Elinde tuttuğu şeffaf delil poşetinin içinde bir şey vardı… Heyecanlanan Necip, cesetle arasına giren Yasin’e şükran dolu bakışlar atarak söze girdi:

- Nedir bu?

Yasin, eldivenli eliyle poşetin içinden bir tanesini çekip çıkardı. Bir tomar paradan oluşan desteden ayrılmış bir adet banknotu sallıyordu havada. Necip ve Komiser Tahsin garip garip bakarken açıklaması kısa ve net oldu şefin:
- Bir tomar sahte para!

(Devam Edecek)

YORUM YAP