Metin Karakaş: İBB makamı sıçrama tahtası değildir

Metin Karakaş: İBB makamı sıçrama tahtası değildir

23.05.2025 13:50:31

Uzun süren sessizliğini Metropol FM'de bozan Metin Karakaş, Ekrem İmamoğlu'nu sert sözlerle eleştirdi: “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı bir sıçrama tahtası değil, hizmet makamıdır. Bu şehir başıboş bırakılmış gibi görünüyor.”

Bir süredir aktif siyasete ara veren Metin Karakaş, Metropol FM'de Kamil Bilici'nin konuğu oldu.
Karakaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik dikkat çeken eleştirilerde bulundu. “Ekrem Bey İstanbul'a konsantre olamadı, belediyecilikten çok siyaset yaptı” diyen Karakaş, İBB makamının kişisel kariyer planlarına alet edilmesini eleştirerek, “O koltuk bir sıçrama tahtası değil, sorumluluk makamıdır” ifadelerini kullandı.
Karakaş ayrıca Silivri'nin yakın dönem belediye başkanlarını da kapsayıcı bir dille değerlendirdi. “Selami Bey'den başlayarak Özcan Bey, Hüseyin Başkan, Volkan Başkan ve şu anki başkan Bora Bey dâhil olmak üzere tüm belediye başkanlarımız kendi dönemlerinde ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştılar. Silivri'nin vahşi yapılaşmasına izin vermediler, şehrin karakteri büyük ölçüde korundu” sözleriyle geçmiş yöneticilere de saygı duruşunda bulundu.
Kamil Bilici: Kıymetli büyüğüm Metin Karakaş beni kırmadı ve canlı yayınımıza katıldı. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Uzun süredir birçok teklif olmasına rağmen konuşmayı tercih etmiyordu ama bu defa farklı oldu. Neler söylemek istersiniz?
Metin Karakaş: Öncelikle seni kutluyorum Kamil, çünkü gerçekten gittiğin her platforma değer katıyorsun. Üslubun, bilgin, nezaketin etkileyici. Açık konuşmak gerekirse, uzun zamandır çok konuşmanın bir anlamı olmadığını düşündüğüm için teklifleri geri çeviriyordum. Ama bu daveti geri çevirmek istemedim. Hem bizim aramızdaki gönül bağı hem de Silivri'ye duyduğun samimi ilgiden dolayı buradayım. Bu vesileyle bizi dinleyen herkese de kalpten selamlarımı iletiyorum.
“MAKAMDAN GÜÇ ALAN DEĞİL, MAKAMA GÜÇ KATAN BİRİ OLMAYA ÇALIŞTIM”
Kamil Bilici: Metin Karakaş deyince Silivri'de birçok kişinin aklına “insana dokunmak” geliyor. Benim de hayatımda buna dair bir anım var. Daha 16-17 yaşındayken tiyatro yapıyordum. Henüz AK Parti bile kurulmamıştı. Siz gelip oyunumuzu izlemiş, beni İBB'de tiyatroya yönlendirmiştiniz. Benim gibi birçok kişiye dokunduğunuzu biliyorum. Bu bağ kurma meselesi sizin için ne ifade ediyor?
Metin Karakaş: Aslında sohbetimizin merkezine oturan “dokunmak” kelimesi çok kıymetli. Çünkü ben bu şehirde doğmuş biriyim. Mesleğim mimarlık; şehircilikle iç içeyim. Hem yaşam tarzım hem sosyal kimliğim bu çerçevede şekillendi. Gerek siyasette gerek sivil toplumda üstlendiğim tüm görevlerde, makamdan güç alan değil, makama güç katan biri olmaya çalıştım. Hep proje ürettik, hep çözüm aradık. Silivri'de büyüdüm, buradaki imkânlarla okudum. Üniversite eğitimimi bile Silivri Kaymakamlığı'nın bursuyla tamamladım. O yüzden bu şehre borçlu olduğumu hissediyorum. Ne yaparsam yapayım, hep az görürüm. Bu şehirde hizmet bir görev değil, bir gönül işidir.
Kamil Bilici: Tabii bu başarının arkasında güçlü bir çekirdek aile desteği de var. Gülcan Hanım'a da buradan selam ve saygılarımızı iletelim. Önceki programımızda çocuklarınız daha küçüktü. Şimdi bakınca gurur duyuyoruz. Aileniz sizin için ne anlam ifade ediyor?
Metin Karakaş: Hamdolsun, çok güzel bir ailemiz var. Çocuklarımızı da hem nitelikli bireyler olarak yetiştirmeye hem de bu topluma fayda sağlayacak insanlar olmaları için yönlendirmeye gayret ediyoruz. Biz buranın kültürüyle yoğrulduk. Eşim Silivrili, ben Ağrı kökenli bir ailenin çocuğuyum ama bu kozmopolit yapıda, milli ve manevi değerlere tutunarak büyüdük. Hamdolsun, buna her gün şükrediyorum. Silivri geçmişte çok daha küçüktü. Nüfus 17 bin civarındaydı; 5 bini merkezde, kalan 12 bini köy ve beldelerdeydi. O zamanlar Celaliye, Kamiloba bile bizim belediye sınırlarımızdaydı.
Mesela Fenerbahçe bir hazırlık maçı için Silivri'ye geldiğinde futbol sahamız, bugünkü Hasan Özvarnalı İlköğretim Okulu'nun olduğu yerdeydi. Belediye binasının hemen karşısındaki cezaevinden sonraki bölgelere gitmek ayrı bir cesaretti. Çocukluğumda terminalin olduğu bölgede tilki kovaladığımızı hatırlıyorum. O bölgelerde Ayçiçek tarlaları vardı. ‘Sarıbekirler'in tarlası” derdik. Gündüz girsen akşam çıkamazdın, o kadar büyüktü.
Hayvancılığın ön planda olduğu, insanların birbirini tanıdığı, samimi bir kasabaydı. Ama aynı zamanda tarihî bir şehirden de bahsediyoruz. 1453'te Fatih Sultan Mehmet'in Akören'de konakladığı, Kurfallı'da önemli hadiselerin yaşandığı bir bölge. Osmanlı'dan Bizans'a, Anastasya Surları'ndan Altınorak'a kadar İstanbul'un savunmasının şekillendiği bir yer. Gacallar'ın bu bölgeye ilk geldiği dönemler, Dayı Karaca Bey'in fetihten sonra Silivri'yi Osmanlı topraklarına katışı… Bunlar bizim tarihimizin, kimliğimizin parçaları. Benim çocukluğum Kalepark'ta geçti. Bugün baktığımızda, geçmişte kırsal ya da sahil kasabası gibi görülen beldelerin hepsi artık Silivri'ye ciddi katma değer sağlayan bölgelere dönüştü.
Silivri geçmişte tarım açısından çok kıymetli bir bölgeydi. Gündöndü tarlaları, buğdaylar, bostanlar, büyük çiftlikler… Bugün hâlâ ciddi bir üretim var. Sanayi tarafında da güçlü bir altyapı oluştu. Ormanı var, denizi var, turizmi var, sanayisi var... Üstelik 2-3 ana ulaşım aksıyla İstanbul'un batı kapısı konumunda. Bu kadar verisi, potansiyeli olan bir şehirdeyiz.
“ŞEHİR İÇİN PLANLI, NİTELİKLİ BÜYÜME GEREKİR”
Şehir planlamasında kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler üretmeden olmaz. Biz geçmişte planlama yaparken eğitim, bilişim, teknoloji, fuar alanları, raylı sistem gibi başlıkları önümüze koyduk. Bugün raylı sistem için tapularda terki yapılan yerler var. Okul, sağlık ocağı, resmi kurum alanları gibi sosyal donatı alanları önceden düşünülmeden bir şehir büyütülemez. Silivri'yi büyütmek, çocuk yetiştirmek gibi bir şey… Nasıl ki evladını iyi birey yapmak için emek verirsen, şehir için de aynı anlayışla planlı, nitelikli büyüme gerekir.
“TÜM BELEDİYE BAŞKANLARIMIZ KENDİ DÖNEMLERİNDE ELLERİNDEN GELENİN EN İYİSİNİ YAPMAYA ÇALIŞTILAR”
Yakın dönemde görev yapan belediye başkanlarımız –Selami Bey'den başlayarak Özcan Bey, Hüseyin Başkan, Volkan Başkan ve şu anki başkan Bora Bey dahil– hepsi kendi dönemlerinde ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştılar. Gerek iktidarda gerek muhalefetteyken onlarla yakın çalıştım. Özellikle de Silivri'nin vahşice yapılaşmasına, yağmalanmasına izin vermediler. Bugün çevremizde çarpık kentleşmenin, kimliksiz yapıların ne kadar yaygın olduğunu görüyorsunuz ama Silivri yüzde 90 oranında karakterini korumayı başardı.
Burada sadece başkanlar değil; o dönemin meclis üyeleri, il genel meclisi temsilcileri, siyasi parti yöneticileri, sivil toplum kuruluşları hepsi ortak mücadele verdi. Herkes kendi durduğu yerden Silivri'nin ortak geleceğine katkı sundu. Bu şehirde tarım yapan aileler var, sanayiciler var, turizme yönelenler var. Evet belki çok nitelikli turizm işletmelerimiz yok ama bireysel çabalarla çok güzel alanlar oluştu. Bugün dışarıda Silivri dediğinizde hâlâ sahil kasabası algısı vardır – tamam, cezaevi algısı biraz gölgeledi ama hâlâ pozitif bir imajımız var.
Sahip olduğumuz şehir potansiyelini fırsata çevirmek idarecilerin ve siyasilerin elini taşın altına koymasıyla mümkün olur. Çünkü üreten, değer katan her proje Silivri'nin kimliğini besler. Buna inanıyorum ve bunu savunuyorum.
“ADAMLIĞIN NE ANLAMA GELDİĞİNİ ONDAN ÖĞRENDİM”
Kamil Bilici: 25-30 yılı bulan siyasi ve sosyal yolculuğunuzda yanınızda birçok yol arkadaşınızın olduğunu biliyoruz. Hem Silivri'de hem de İstanbul özelinde önemli görevler üstlendiniz. Bu süreçte birlikte çalıştığınız isimler arasında, benim de kişisel değerlendirmeme göre gelmiş geçmiş en çalışkan ve en başarılı İBB Başkanlarımızdan biri olan merhum Kadir Topbaş'ın sizin için ayrı bir yeri olduğunu da biliyorum. Kendisiyle çok yakın çalışma fırsatınız oldu. Ne dersiniz Kadir Başkan için?
Metin Karakaş: Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun… Hayatımda çok özel bir yeri vardı. Sadece siyasi bir figür değil, dost ötesi bir insandı. Gerçek bir İstanbul beyefendisiydi. Kalite, nezaket, zarafet, dürüstlük, güzel ahlak… Bu kavramların hepsi Kadir Başkan'ın karakterinde toplanmıştı.
En dikkat çeken yönlerinden biri ise dinlenme anlayışıydı. O, dinlenmeyi bir yere çekilip uyumak olarak görmezdi. Bir projeden uzaklaşıp halkın içine karışmak, onlarla sohbet etmek, onların hayatına dokunmak onun için en büyük nefesti. Sonra döner yine aynı heyecanla işine sarılırdı. Onunla çalışırken çok şey öğrendim. Söz vermenin ne demek olduğunu, adamlığın ne anlama geldiğini ondan öğrendim. Söz verdi mi, mutlaka yerine getirirdi. Unutmazdı, takip ederdi.
O kadar ince ruhluydu ki… Anlatacak çok hizmeti var ama bir tanesi hâlâ hafızamdadır. Bir gece saat 01.30 gibi Silivri'nin bir köyünden bir genç, başkana e-posta atıyor. “Başkanım bu mesaj size ulaşır mı bilmiyorum ama bir derdim var” diyor. Sabah 06.00'da bana mesaj geldi: “Metin, bu çocuğa ulaş, yardımcı ol.” İlçe başkanıyım, başkan benden önce fark ediyor. Ben sabah 09.00'da gencin evindeydim. O hâlâ uykudaydı. Babası kaldırdı, muhtarla birlikte gittik. Çocuk şaşkın… “Gerçekten başkanım mesajımı okudu mu?” diye gözleri doldu. İhtiyacını giderdik ama orada hissettiği şey, bir yöneticinin sesine kulak vermesiydi. Bu, siyasetin değil, insanlığın ta kendisidir.
Kamil Bilici: Çok etkileyici bir hikâye… Başka bir örnek var mı aklınızda?
Metin Karakaş: Var tabii… Erzurum'da bir anne, yangında ineğini kaybediyor. Kadir Başkan “İki inek gönderin” dedi. Ama kadın “Ben birine bakabilirim, torunuma da onunla bakıyorum” deyince, onun o zarif talebine bile hürmet gösterdi. İnsanların kalbine dokunan bir insandı.
Projelerine hiç girmiyorum bile… O kadar çok proje üretmiş biriydi ki… Ekrem İmamoğlu, ilk aday olduğunda üç kişiyle ziyaretime gelmişti. Bir cuma günüydü. Kendisine dedim ki: “Başkanım, elimizde o kadar çok proje var ki… Taksim Meydanı'ndan tutun da Hadımköy, ulaşım projeleri, İSKİ'ye dair çalışmalar… Siz sadece öncelik verin, uygulayın, yeter. 10 yıl 15 yıl bu projeler İstanbul'a yeter.”
Kadir Başkan demokrattı, yapacağı her projede istişareyi esas alırdı. İnsanların fikrine değer verirdi. O yüzden de halkla bağı güçlüydü. Allah gani gani rahmet eylesin. Böylesine üretken, vicdanlı, zarif bir insana çalışmak benim için büyük bir onurdu.
Kamil Bilici: Silivri Tekvando Kulübü'nün hocası, antrenörü ve kurucusu Cem Soydaş bir mesaj paylaşmış bizimle. Öncelikle, “Böylesine güzel insanların bir araya gelip program yapması beni çok mutlu etti,” diyor. Ve şöyle devam etmiş: “Silivri'nin en güzel evlatlarından biri olan, bizim de kıymetli abimiz Metin Karakaş'ın doğum gününü, Silivri'nin bir evladı olarak Metropol FM aracılığıyla kutluyorum.” Biz de yayına girmeden önce kuliste kendisinin doğum gününü kutladık. Cem Hoca iyi yayınlar dilemiş, biz de teşekkür ediyoruz.
Metin Karakaş: Cem Soydaş kardeşimize çok teşekkür ediyorum. Allah razı olsun. Gerçekten çok değerli bir insan. Sporla ilgilenen, çocuklara dokunan, onları iyi bireyler olarak yetiştirmeye çalışan bir ekibin başında. Küçük bir ölçekte başladılar ama çok güzel bir yere geldiler. Rabbim emeklerini boşa çıkarmasın. Cem gibi insanların sayısı artsın istiyoruz. Çünkü sporu ve sporcuyu sevmek, ona emek vermek herkese nasip olmaz. Eşiyle, ekibiyle, tüm gönüllü kadrosuyla örnek işler yapıyorlar.
“BİR MAKAMDAYKEN, O MAKAMI BASAMAK OLARAK KULLANARAK BAŞKA BİR MAKAMA TALİP OLUYORSANIZ, BU İŞİN RUHUNA AYKIRI”
Kamil Bilici: Ekrem İmamoğlu'nun ilk önce diploması iptal edildi, sonra da devam eden sürecini takip ediyoruz. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Metin Karakaş: Ekrem Bey cezaevine Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatıyla girerse, neden girdiğini net şekilde anlamak gerekiyor. Bu bir mağduriyet algısı mı, bir siyasi taktik mi, yoksa gerçekten somut birtakım deliller mi var? Çünkü bu süreç, çok yakınındaki isimlerin savcılığa başvuruda bulunmasıyla başladı. Yani konu dışarıdan değil, içeriden gelen bilgilerle gelişti. Bunu sağlıklı değerlendirmek lazım.
Hiçbir siyasi aktör bu şekilde yargılanmadı. Mesela Tayyip Bey şiir okuduğu için ceza aldı. Deniz Baykal'a yönelik ithamlar vardı ama yargı sürecinden sonra aklandı. Herkesin yaşadığı farklı süreçler var ama bu örnek, kendi içinde benzersiz.
Bulunduğumuz görevleri emanet bilinciyle yapmak gerekir. “Zamanı geldiğinde bu emaneti bir başkasına devredeceğim” diyebilmeli insan. Ama siz bir makamdayken, o makamı basamak olarak kullanarak başka bir makama talip oluyorsanız, bu işin ruhuna aykırı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı böyle bir yer değildir. Kadir Başkan'a bakanlık teklif edildiğinde, “Ben İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyım, İstanbul'a sözüm var” diyordu. Bu görev onun için bir sıçrama tahtası değil, bir hizmet alanıydı.
“EKREM BEY, İSTANBUL'A KONSANTRE OLAMADI”
Ekrem Bey, İstanbul'a konsantre olamadı. İstanbul'a dair bir vizyon geliştiremedi. Ben belediyeciliği iyi bilen biriyim, şunu net söyleyebilirim: Ekrem Bey başarılı bir belediye başkanı mı? Bence hayır. Siyasi bir figür mü? Evet, güçlü bir figürdür. Kendi camiasıyla kurduğu iletişimde başarılıdır. Ama İstanbul gibi büyük bir şehir, sadece siyasi figürlükle yönetilemez. Çok büyük bütçeler var. Hatta birçok ülkenin bütçesinden büyük rakamlar söz konusu. Ama dönüp baktığımızda, “İstanbul'da ne yapıldı?” diye sorduğunuzda elimizde kalan bir örnek var mı? Kent Lokantası mı mesela? Adem Baba vardı Silivri'de, sanayi köprüsünün başında esnaf lokantası işletiyordu, ondan çok daha iyiydi.
Kent Lokantası gibi işler sosyal belediyecilik açısından anlamlı olabilir ama bu şehre vizyon katar mı? Hayır. Gıda dağıtabilirsiniz, sosyal destek verebilirsiniz, bunlar zaten olması gerekenler. Ama İstanbul gibi bir metropolde esas mesele, bu şehre ne katıyorsunuz?
İçimi çok acıtan bir şey söyleyeyim. Bizim dönemimizde hayal ettiğimiz projeler vardı. Mesela duvar bahçeleri... Bitkiler, otomatik sistemle sulanan, estetik ve çevreci yapılar… Şimdi bakıyorum, kurumuş, pas tutmuş. İçim kan ağladı. Kadir Başkan o duvarların içine tohumu kendi elleriyle yerleştirir, onları yaşatmak için mücadele ederdi. Şimdi baktığımda, başıboşluk görüyorum. İstanbul kaderine bırakılmış gibi hissettiriyor.
Açık konuşayım; Ekrem Bey içeride aklanır ya da aklanmaz, bu süreç benim kişisel olarak çok da ilgimi çekmedi. Çünkü bu olayın başlangıcı, en yakın arkadaşlarının savcılığa başvurmasıyla oldu. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu sürecin dışarıdan değil, içeriden tetiklenmiş olmasıdır. Diploma meselesine gelirsek; bu da yargının değerlendireceği bir konudur, bizim değil. Ama benim asıl dikkat çekmek istediğim konu, bu sürecin nasıl yönetildiği...
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, bu üslupla yönetilecek bir makam değildir. Ne İstanbul'a bir şey kazandırır, ne Ekrem Bey'e. Bunu görmek lazım.
“SİYASETİ BU ŞEKİLDE YAPMAK KİMSEYE FAYDA SAĞLAMAZ”
Süreç giderek siyasallaştı. Ve bu siyasi zeminde maalesef Cumhuriyet Halk Partisi açısından da sıkıntılı bir görüntü oluştu. Sokaklardan medet uman, dışarıdan destek çağrısı yapan bir çizgiye evrildi. Bunları üzülerek söylüyorum. Siyaseti bu şekilde yapmak kimseye fayda sağlamaz.
Bakın, ben siyasi tartışmaların içinde olmak istemem. Ama Cumhuriyet Halk Partisi bu ülkenin kurucu partisidir. İlk Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Bugün bu koltukta oturan kişilerin kullandığı üsluba dikkat etmesi gerekir. Kışkırtıcı, laubali, nereye varacağı belli olmayan ifadeler devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz. Cumhuriyet Halk Partisi, devlet duruşu olan bir partidir. Ancak son dönemde bu duruşu göremiyoruz. Bu çizgi CHP'ye bir şey kazandırmaz. Aksine, içeride sorgulanması gereken bir süreci doğurur. Teşkilatın bunu kendi içinde değerlendirmesi gerekir. Akil insanlarının çıkıp “Bu nereye gidiyor?” demesi gerekir.
Evet, belki 3-5 kişi siyaset oyunlarının cilvesiyle bertaraf edilebilir ama Cumhuriyet Halk Partisi denildiğinde bu ülkede herkesin saygı gösterdiği bir kurucu irade akla gelir. Bunu kimse unutmamalı.
Sayın Genel Başkan da şunu unutmamalı: Bir tweet atıp toplumu sokağa davet ettiğinizde bunun hiçbir fayda getirmeyeceğini bilmeniz gerekir. Tepkiler daha demokratik bir çerçevede verilmelidir. Düşünebiliyor musunuz? Firmaların isimlerini tek tek açıklayıp boykot çağrısı yapıyorsunuz ama orada çalışan temizlik görevlisi, çaycı, güvenlik personeli ne yapmış? Kime ne mesaj veriyorsunuz? Bugüne kadar Gazze konusunda gerçekten destek veren hangi firmayla açık açık konuştunuz, bir çözüm geliştirdiniz? Bunu övünerek anlatmak, bana hem vizyonsuzluk gibi geliyor hem de Türkiye'nin lokomotif partilerinden biri olan CHP'nin düştüğü hali gösterdiği için gerçekten üzüntü verici.
Ekrem Bey elbette aklanırsa ve dönerse, onu zaten bir kitle bağrına basacaktır. Tekrar seçilir, hatta cumhurbaşkanı bile olabilir. Ancak anlatılan konulara baktığımızda durum bu kadar basit değil. Mesela il başkanımız güzel bir söz söylüyor ama bir yandan da ortada çok net bir yargı süreci var. Kim şikayetçi? Cumhuriyet Halk Partisi. Belgeleri kim sunmuş? Yine CHP. Gizli tanık ya da itirafçı olanlar kim? Onların da önemli kısmı CHP'nin içinden. Yani burada dış mihrak aramaya gerek yok, süreç kendi içlerinden ilerliyor.
Elbette bir belediye başkanının tutuklu kalması hoş bir durum değil. Umarım yargı hızlı şekilde karar verir, savunma tarafı da dosyayı netleştirip süreci doğru yönetir. Ama işin geldiği noktada siyaset kurumu çok farklı yerlere savruluyor ve bu da beni üzüyor.
Cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesine gelince… Bakın daha yargı süreci sürerken Cumhuriyet Halk Partisi birdenbire olağanüstü kurultay kararı alıyor. Neden? Ne var ortada? Hangi gerekçeyle böyle hızlı hareket ediliyor? Sonra ön seçimle, hiçbir demokratik süreç işletilmeden “Cumhurbaşkanı adayımızı belirleyeceğiz” deniyor. Niçin 3 yıl önceden? Kim bu kişi? Neden bu kadar acele? Eğer biri bu işe aday olacaksa istifa eder, çalışır. Ama hem görevde kalıp hem de adaylık üzerinden partiyi bu kadar erken yönlendirmek bana hiç doğru gelmiyor. Açıkçası bu süreci biraz aceleci, biraz da amatörce buluyorum.
Umarım CHP'nin içinde gerçekten sorumluluk sahibi, akil insanlar çıkar da partilerini sahipsiz bırakmazlar. Çünkü Türkiye'nin kurucu partisinin, daha sağlam bir siyasi akılla yönetilmesi gerekir.
Devam edecek…

 

YORUM YAP