“Kanal İstanbul bilim dışı bir projedir, yapılmamalıdır”

“Kanal İstanbul bilim dışı bir projedir, yapılmamalıdır”

23.05.2025 10:28:44

Prof. Dr. Naci Görür: “Bu bir görüş değil, bilimsel uyarı. Depremde Kanal da, kara da kalmaz. Trakya kurur, İstanbul susuz kalır. Plan kitaplıkta değil, sahada olur” dedi.
İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi ve yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür, İstanbul Rumeli Üniversitesi'nde gerçekleştirdiği konferans öncesi Küpe FM ve Hürhaber Gazetesi'ne yaptığı açıklamalarda, Kanal İstanbul projesine yönelik çarpıcı uyarılarda bulundu.
Projeye ilişkin tartışmalarda bilim insanlarının çeliştiği yönündeki iddiaları reddeden Görür, “Bilimde çelişki yoktur. Çelişki, bilimsel zeminden uzak görüşlerin ‘bilimsel' diye sunulmasıyla oluşur” dedi.
Kanal İstanbul'un depreme neden olmayacağını ancak depremden en ağır şekilde etkilenecek bölgede planlandığını belirten Görür, “Kumburgaz Fayı'yla birleşen onlarca aktif fayın geçtiği bu hat, bir depremde hallaç pamuğu gibi savrulur. Kanal da kalmaz, kara da” ifadelerini kullandı.
Görür ayrıca, projenin hidrojeolojik yıkımı hakkında da şu değerlendirmeyi yaptı:
“21 metre derinlikte bir kanal kazarsanız, Trakya'daki bütün yeraltı sularını denize çekersiniz. Bölge tuzlu çöl hâline gelir. Orman, tarım, yaşam kalmaz.”
“Palavra planlarla bir yere varamayız, sahaya inmek gerekir” diyen Görür, depremle mücadelede masa başı planlar değil, sahada çalışan halk ve yönetim koordinatörleriyle başarı sağlanabileceğini vurguladı.
Görür'ün önerisi açık: “Yönetim, halk, altyapı, yapı stoku, çevre ve ekonomi. Her biri için sahada aktif çalışan altı koordinatör… Bu iş parayla değil, iradeyle olur.”
“Deprem değil, bu zihniyet öldürür” sözleriyle halk eğitiminin önemine dikkat çeken Görür, Japonya örneğini vererek “Bizde hâlâ projeye göre bina yapılmıyor, kolonlara karton koyuluyor” ifadelerini kullandı.

Turhan Alyakut:Hocam, siz az önce bir kentin deprem dirençli olması için sahip olması gereken altı bileşeni sıraladınız: yönetim, halk, altyapı, yapı stoku, ekosistem ve ekonomi. Bu altı başlığı düşündüğümüzde, birçok kişinin aklına Kanal İstanbul Projesi geliyor.
Kanal İstanbul, toplumun çok çeşitli kesimlerinde hâlâ tartışılan bir konu. Bizi ilgilendiren kısmı ise şu: Bir kısım uzmanlar bu projenin hayata geçmesi halinde yeni bir deprem riski yaratacağını söylüyor. Diğer bazı uzmanlar ise böyle bir riskin söz konusu olmadığını savunuyor.
Kanal İstanbul'un planlandığı bölge ise Silivri'ye oldukça yakın. Bu noktada sizin görüşünüzü almak isterim: Bu proje gerçekten bir deprem riski taşır mı?

“BİLİMDE ÇELİŞKİ YOKTUR; ÇELİŞKİ, BİLİM İNSANI OLMAYANLARIN FİKİRLERİNE ‘BİLİMSEL' DENİLDİĞİNDE ORTAYA ÇIKAR.”
Prof. Dr. Naci Görür: Şimdi bakın, “birçok bilim adamı böyle diyor, diğerleri şöyle diyor” gibi ifadeler kullanıyorsunuz ya, ben o söylemden hiç hoşlanmıyorum. Çünkü gerçekte böyle bir durum yok.Doğru ifadeyle konuşalım: Bilim dünyasında bu konuda bir çelişki yok. O yüzden “bilim insanlarının arasında görüş ayrılığı var” demek, gerçeği yansıtmıyor.Çünkü bilim insanı olmayan kişileri de “bilim insanı” kategorisine koyduğunuzda, sanki bilimde farklı fikirler varmış gibi bir algı oluşuyor.Gerçekte durum şu: Bilimsel yöntemle çalışan, veriyle konuşan, araştırma yapan insanların söyledikleri bir yandadır. Diğer yanda ise bu işi bilimsel temele dayandırmadan konuşanlar vardır. Onların görüşü, bilimin parçası değildir.Yani kısaca söyleyeyim: Bilim dünyasında Kanal İstanbul gibi konularda “biri böyle diyor, diğeri tam tersi” diye bir şey yok. Farklı düşünen varsa, bilimsel delilini koyar ortaya. Aksi halde o görüş, kişisel yorumdan ibarettir.
“KANAL İSTANBUL DEPREM ÜRETMEZ AMA DEPREM OLURSA ORADA KANAL DA KARA DA KALMAZ.”
Öncelikle şunu söyleyeyim: Kanal İstanbul herhangi bir şekilde depreme neden olmaz. Yani Kanal İstanbul yapıldığı için deprem olmaz; tıpkı bir binayı diktiğinizde onun deprem üretmemesi gibi. Aynı şekilde, bu proje de depremin büyüklüğünü ne artırır ne de azaltır.Ancak önemli olan şu: Kanal İstanbul, büyük bir depremden ciddi biçimde etkilenir. Nasıl ki bir bina yapılırken, “acaba deprem olursa bu bina ayakta kalır mı?” diye düşünülürse, Kanal İstanbul için de aynı şey geçerlidir.
“KANAL İSTANBUL YAPILMAMALIDIR. HATTA YAPILABİLECEĞİNİ BİLE SANMIYORUM”
Bakın burada siyasi bir tartışma yapmıyorum. Benim değerlendirmem tamamen bilimsel zemindedir. Bu ülkede bilim dışı yaklaşımlar var, halkın kabulü farklı, yönetim tarzı farklı olabilir; ama ben bilimin dışına çıkmam.Bilimsel olarak söylüyorum: Kanal İstanbul yapılmamalıdır. Hatta yapılabileceğini bile sanmıyorum.
Neden mi? Çünkü biz bilim insanları olarak, Kanal İstanbul'un Marmara Denizi'ne açıldığı bölgedeki kıta sahanlığında, kıta yamacında ve derin deniz alanlarında araştırmalar yaptık. Şunu gördük: Özellikle o denize açılan kıta sahanlığı, onlarca aktif fayla kesilmiş durumda.
Bu faylar kuzey-kuzeydoğu, kuzeybatı, kuzey-güney yönlü ve bunların tamamı canlı. Hatta bu fayların büyük kısmı, Kumburgaz Fayı ile birleşiyor.Yani Kanal İstanbul'un Marmara'ya ulaştığı bölüm —Sazlıdere ile Küçükçekmece hattı— adeta fay kaynıyor. Bir deprem anında bu bölge hallaç pamuğu gibi savrulur.Orada kanal tutamazsınız. Yaparsınız, ama bir deprem olduğunda hem kanal yok olur hem de karanın bir kısmını kaybedersiniz. Bu çok ciddi bir risktir.

“KANAL İSTANBUL HAYATI TARUMAR EDE.”
Kanal İstanbul'un yaratacağı risk sadece deprem değil; beraberinde ciddi su baskınlarıyla toprağınızı da kaybedersiniz.Ben bir yer bilimci olarak bu nedenle karşı çıkıyorum. Özellikle Küçükçekmece bölgesi, tamamen canlı faylarla kesilmiş durumda. Bu faylar hem kendi başlarına tehlike oluşturuyor hem de başka fayları tetikleme potansiyeline sahip.Yani hem faylar aktif, hem onları harekete geçirecek mekanizma hazır. Bu dinamikler, Sazlıdere'ye kadar uzanıyor. Orada hayatı tamamen tarumar edecek bir zemin var.Bakın bu söylediklerim “benim fikrim” değil. Bu bir varsayım ya da siyasi görüş değil. Bu, ölçüye, veriye ve bilimsel araştırmaya dayanan net bir gerçektir.
Şimdiye kadar bir kişi bile çıkıp da “Ben Kanal İstanbul'da bilimsel çalışma yaptım ve Naci Görür'ün söyledikleri doğru değil” demedi. Kimse çıkmadı. Çünkü bu bölgede gerçekten araştırma yapan, bu ölçümleri bilen biri bu söylediklerimi yalanlayamaz.
“KANAL İSTANBUL, BİLİMSEL NEDENLERLE YAPILMAMALIDIR. YAPILIRSA, BU ÜLKENİN ALEYHİNE OLUR”
Zaten “orada bilim insanı” dedikleri kim, onu da bilmiyorum. O nedenle, lütfen kendinizi kandırmayın. Gazetecilik oynamayın. Gerçekleri olduğu gibi ortaya koyun. Benim söylediğim şey, laf olsun diye değil. Bu ülkenin geleceği açısından hayati önemde bir bilimsel uyarıdır. Kanal İstanbul, bilimsel nedenlerle yapılmamalıdır. Yapılırsa, bu ülkenin aleyhine olur.
“KANAL İSTANBUL TATLI SUYU DENİZE SÜRÜKLER, TRAKYA'YI TUZLU ÇÖL HÂLİNE GETİRİR”
Depremi bir kenara bırakalım… Siz 21 metre derinliğinde bir kanal kazdığınızda, hidrojeolojik olarak Trakya'daki bütün yeraltı sularını, gözenek sularını denize, yani o kanala akıtırsınız.Tüm yeraltı su kaynakları paldır küldür deniz seviyesinin altına iner ve orada yok olur. Bu, Trakya'daki tatlı su kaynaklarını tamamen kaybetmek demektir.
Sonuç ne olur? Kanalın etki alanındaki tüm Trakya havzası kurur. Toprak kupkuru olur, tuz tabakaları oluşur, bölge çölleşir.Üstelik kanal çalışmaya başladığında, yani deniz suyu içeriye aktığında, o deniz suyu aynı yolu izleyerek tekrar içeriye sızar. Gözeneklerin içine kadar ilerler. Bu da Trakya'yı tamamen tuzlu bir çöl hâline getirir.Ne orman kalır, ne bitki, ne hayvan. Tüm yaşam yok olur.
Ben burada siyasete girmiyorum. Bilimsel veriler üzerinden konuşuyorum. Bir inatlaşma içinde değilim. Bu sadece benim görüşüm de değil.Eğer Kanal İstanbul yapılırsa, Sazlıdere Barajı'nı kaybedersiniz, Terkos'u kaybedersiniz. Zaten İstanbul hızla büyüyor ve en büyük problemi artık sadece deprem değil, aynı zamanda susuzluk.
Bu projeyle İstanbul'un hayati su kaynaklarını yok ediyorsunuz.Yapmayın… Biraz akıl, biraz mantık… Kanal yapılmazsa ne kaybedersiniz ki? Zaten bu proje bana göre hiçbir şey kazandırmıyor. Ama çok şey kaybettirir.

“PALAVRA PLANLARLA BİR ŞEY OLMAZ, SAHAYA İNMEK GEREKİR”
Sevginar Sali:Hocam, İstanbul için acil bir eylem planı hazırlamanız gerekse, ilk olarak neyle başlardınız?
Prof. Dr. Naci Görür:Affedersiniz ama bu ülkedeki “acil eylem planı” söylemi palavra! Türkiye'de herkesin bir eylem planı var güya… Ama o planlar kitaplık raflarında, arşiv dosyalarında duruyor.Eylem planı dediğiniz şey masada değil, sahada olur. Sokağa ineceksiniz, işe koyulacaksınız.Ben az önce söyledim: Bir kenti depreme dirençli hâle getirecekseniz, altı bileşen var. Yönetim, halk, altyapı, yapı stoku, çevre ve ekonomi.Ama önce yönetim zihniyeti değişmeli. Siyaset, oy hesabı, “şu projeyi yaptım, şu kadar oy aldım” anlayışıyla bu iş yürümez.Depremle mücadele popülizme değil, bilime dayanır. İşte biz bu zihniyeti değiştirmedikçe gerçek bir eylem planı hayata geçmez.
“HER BİLEŞENİN BAŞINA SOKAĞA İNECEK KOORDİNATÖR KOYUN”
Bırakın lafı uzatmayı; her biri için birer koordinatör olacak. Toplam altı koordinatör!
1. Yönetim koordinatörü
2. Halk koordinatörü
3. Altyapı koordinatörü
4. Yapı stoku koordinatörü
5. Ekosistem ve çevre koordinatörü
6. Ekonomi koordinatörü
Ama bu koordinatörler öyle masa başında oturan, “daire başkanı”, “genel müdür yardımcısı”, “bürokrat” diye kadroya gömülmüş insanlar olmayacak.Sahaya inecek adam olacak! Aslan gibi, enerjik, işin başında koşacak, şehri karış karış gezecek kişiler…Bugün merkezi ya da yerel yönetimlerin kadroları dosya ve müdürden geçilmiyor. Her yerde unvan var ama sahada kimse yok! Müdür, müdür, müdür... Bunları geçin.Gerçek çözüm, işi bilen ve işi yapan sahici insanlarla olur.
“BU İŞ PARAYLA DEĞİL, SAHAYA İNEN KOORDİNATÖRLE YAPILIR”
Siz bir kenti depreme hazırlayacaksanız, sahaya inecek, iş yapacak insanlar lazım.Diyelim ki ben halk koordinatörüyüm… Devletin mevcut tüm mekanizmalarını kullanarak, tek kuruş harcamadan çok büyük işler yapabilirim.Ne yaparım? Oturur bir yazı yazarım; mesela Valiliğe ya da Milli Eğitim Müdürlüğüne:“Plan dahilinde anaokulundan üniversiteye kadar tüm okullarda deprem eğitimi vereceğim. Lütfen bu konuda destek olun.”
Vallahi o müdür oturur tüm düzenlemeleri yapar, gerekli izinleri verir, her şeyi hazırlar.
Muhtarlara yazı gönderirim:“Yarın şu mahallenize geleceğim. Kapı kapı dolaşıp deprem planı yapacağız. Vatandaşı eğiteceğiz. Lütfen yardımcı olun.”
Göbek atarak karşılarlar.
Halk da memnun olur. Der ki:“Belediyeden biri geldi, deprem planımı yaptı. Evimdeki ağır eşyaları monte etti. Nerede yatmam gerektiğini söyledi. Deprem öncesi-sonrası ne yapacağımı öğretti.”
İnanın böyle bir hizmeti alan halk, o yönetimin kulu kölesi olur.
Bakın, bunun için büyük bütçelere gerek yok. Sadece iş yapmak isteyen insanların sokağa çıkması lazım.Ama nerede o müdürler, o yöneticiler? Koca koca unvanlar var ama ortada kimse yok! Müdürden geçilmiyor ama sahada bir tane adam yok!Bu yüzden değişmesi gereken tek şey sistem değil; zihniyet ve irade.
“DEPREM KÜLTÜRÜ OLMAYAN ÜLKE, İLK SARSINTIDA ÇÖKER”
İşte size halk için bir örnek verdim. Halk eğitimi yapacağız dedim. Bu iş dünyada böyle yürüyor. Çağdaş ülkelerde halk eğitimi, işin temelidir.
Bakın Japonya'da yıl boyunca planlı şekilde deprem eğitimi yapılıyor. Parklar, müzeler hazırlanıyor. Tatbikatlar düzenleniyor. Deprem tırlarıyla insanlara bire bir uygulamalı eğitim veriliyor. Topluma bir kültür kazandırılıyor: Deprem kültürü.Deprem kültürü olmayan bir ülke çöker. İlk sarsıntıda kendi kendini idame ettiremez hale gelir.Ama bizde hâlâ deprem konusunda temel bilinç eksikliği var. Bakın yaşadığım bir örneği anlatayım:Yaşlı bir vatandaş geldi, dedi ki:“Hocam, devlet bize üç kat yapın diyor ama ben beş kat yapmak istiyorum. Ne olacak ki? Bir kat oğluma, bir kat kızıma…”Adam iyi niyetli ama farkında değil. Üç katla beş kat arasında nasıl bir mühendislik farkı olduğunu bilmiyor. Projeye göre bina yapmanın neden hayati olduğunu bilmiyor.Projeyi alıyor, müteahhit diyor ki: “Bu kadar demir mi kullanılacak? Yarısını kullan.”Ben gözümle gördüm, kolonun, kirişin içine karton koymuşlar. Fazla çimento gitmesin diye boşluk dolduruyorlar.Yani müteahhit öyle, denetim öyle, işçilik öyle… Kısacası halk kötü niyetli değil ama bilgisizlik her şeyi istismara açık hale getiriyor.
Bir Japon arkadaşıma sordum:“Siz bu işi Japonya'da nasıl başarıyorsunuz?”
Dedi ki: “Japonya'da birine silah dayasan ve ‘proje dışına çık' desen, vallahi gene yapmaz. Çünkü o kültürü almıştır. Yanlışı kabul etmez.”
Hatırlarsınız Japon mühendis çalıştığı köprüde hata yaptığını fark etti diye intihar etti.
Bizde aynı durumda bazı müteahhitler göbek atıyor olur…
“BU ZİHNİYETLE ÜLKE DEPREME HAZIRLANMAZ”
Bakın size çok basit ama çok çarpıcı bir örnek vereyim.Kent içinde bir acil servis yolu var, değil mi? Oradan ambulans geçecek, hastalar taşınacak, belki saniyelerle hayat kurtarılacak.Ama o yolu kimse kullanmıyor. Neden? Çünkü "kurallara ters düşer", “acil yolmuş, geçmeyelim” diyor. Öyle bir kafa yapısı oluşmuş ki, ölüm geliyor ama adam hâlâ o yolu kullanmıyor.
Bizde kurallara karşı körü körüne bir direnç, akıl dışı bir çekinme, sorumluluktan kaçış…
Deprem değil, bu zihniyet öldürür.
“YAVRULARIMIZI MI KAYBEDELİM, YOKSA 3 TÜNEL EKSİK OLSUN MU?”
Şimdi size soruyorum:Ben insanımızın, yavrularımızın, çocuklarımızın, yaşlılarımızın – anamın, babamın – göçük altında can vermesini mi isterim? Yoksa üç tane tünel eksik olsun, beş tane AVM biraz geç açılsın, iki havaalanı yapılmasın mı isterim?Bugün çalışmayan, milyarlar yutan o kadar çok havaalanı var ki…
Bu paraları alın, getirin deprem için kullanın.Hani o toplanan “deprem vergileri”? Nerede?
Bu tamamen tercih meselesi.Yönetimle, halkla bütünleşirsek bu işi başarırız.
Bakın diyorum: 25 yılda Türkiye'nin tamamını depreme dirençli hale getirmek mümkündü.Bu zor bir iş değil.
Neler yapılması gerektiğini bileşen saydım. Mesela ekonomi...Deprem sonrası toparlanma için ekonominin sağlamlığı çok kritik.Deprem olmuş, şehir yıkılmış, insanlar sefalete düşmüş…Bir de ekonomi çökerse, tamamen bitersiniz.Ekonominiz ayakta kalmalı ki yeniden inşa edebilesiniz.Bugün İstanbul'da kaç sanayici, kaç üretici var bilmiyorum. Kaç fabrika ithalat, ihracat yapıyor bilmiyorum, ben bilim insanıyım.
“DEPREM SADECE BİNAYI DEĞİL, TÜM EKONOMİYİ YIKABİLİR”
Sanayi tesislerinin, üretim mekanizmalarının, yani o çarkı döndüren yapıların depreme dirençli olup olmadığını kimse bilmiyor.Deprem önlemi alınmalı diyerek hazırladıkları bazı rehberleri, kitapçıkları okudum. Çoğu yetersiz. Hadi “yanlış” demeyeyim ama… Deprem zararını önlemeye yetmez.Genellikle sadece kendi binasının ayakta kalması üzerine önlem öneriyorlar. Oysa binanızın sağlam olması yetmez.Bir ekonomi, sadece yapılarla değil; müşteriyle, pazarla, ulaşım ağıyla, iletişimle, enerjiyle, rekabet gücüyle dirençlidir.
Siz “benim bina sağlam” diyorsunuz. Ama sistem ayakta değilse, o bina da size bir şey kazandırmaz.
Turhan Alyakut: Hocam çok güzel anlattınız. Umarım bu söyleşiden bir kişi bile bir şey öğrenirse, bizim için kârdır. Hürhaber Gazetesi'nden Sevginar Sali arkadaşım ve Küpe FM adına size teşekkür ediyoruz.
Prof. Dr. Nacı Görür: Siz bana teşekkür ediyorsunuz ama asıl yapabileceğiniz en büyük iyilik şu olur:Yazdıklarınızı, söylediklerinizi anlamlı, mantıklı ve insanları eğiten bir şekilde yapın.İnsanları doğru yola yönlendiren, bilinçlendiren bir yayın yapın. Onu buna düşürmeye çalışan, şuna buna laf çaktıran bir yayıncılık anlayışıyla değil.Maalesef basının bir kısmı bunu yapıyor. Bu yol doğru değil.
Siz doğru yolu seçerseniz, ben de size teşekkür ederim.

 

 

YORUM YAP